Bütün arkadaşlarımıza geçen sene, 10. haftada yapmış olduğu dersi dinleyip izledik. Bu derse dair kafalarına takılan kısımlarla ilgili soruları olan varsa, sorularını yazabilirler. Sorular yoksa, kendi ilhamları geldiyse veya daha iyisi nasıl olabilir şeklinde açıklama isteyenleri bekliyoruz.
Bu sene ters-yüz eğitim (Flip) beslendikleri uygulamasını kullanıyoruz. Bu nedenle öğrencilerimizin isteği üzerine dersimizi şekillendiriyoruz ve bu ders daha interaktif hale geliyor. Daha kapsayıcı ve öğrencilerin istediği doğrultuda ilerliyor.
Depreme Dayanıklı ve Modern Mimarlık
Evet, Serkan Akın hocamızı biraz önce kendisiyle konuşurken tanıdım. 89 yılında öğrenciyken burada, ben de yeni mezun olmuştum. Uzun bir tanışıklığımız var. Serkan Akın hocamızı zaman zaman ihtiyaç duyduğumuzda alıyoruz. Şu an ofisinde, Sakarya'da Türkiye'ye örnek olması ve modern olması amacıyla depreme dayanıklı bir yapı yapmıştı. Bu yapı hem maliyet olarak ibadeti kurtarıyor hem de depreme karşı direnci artırıyor. Kendisi Osmanlı kültürünü modern bir şekilde yansıtan bu yapıyı inşa etti. Japonya ve Kuzey Amerika gibi ülkelerde Osmanlı evleri ile deprem direncini artıran örnekler bulunmaktadır.
Şimdi Serkan Akın hocamıza biraz daha yakından bakalım. İstanbul Teknik Üniversitesi mezunu bir mimar olan Serkan Akın, Kabataş Lisesi'nde okudu. Bir süre çalıştıktan sonra 94-98 yılları arasında İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nde çalıştı ve 23 yıldır serbest mimarlık yapıyor. Aynı zamanda Varlıkları Koruma Bölge Kurulu üyeliği de yapmış bir isimdir. 2013 yılından itibaren çeşitli üniversitelerde öğretim üyeliği yapmaktadır. Ayrıca çeşitli televizyon programlarına katılarak mimarlık, kültür, tarih, İstanbul kentleşme politikaları gibi konularda 200'ün üzerinde canlı yayında yer aldı. Projeleri ve söylemleriyle İmar ve mimarlık paradigmasında değişiklik öneren Serkan Akın, büyük dönüşüme karşı çıkarak ülkemizi ve milletimizi medeniyetimizde ayakta tutacak noktaları ortaya koymaya çalışıyor.
Bu devrim, birinci sanayi devrimiyle başlayan motorun bulunması, ikinci sanayi devrimiyle başlayan elektriğin keşfi gibi büyük dönemleri içerir. Sayısal işlemcili bilgisayarlar, entegre üretim, dijital denetleme gibi faktörlerin de etkisiyle dördüncü sanayi devrimine ulaşılmıştır.
Bu devrimde yapay zeka, otonom sistemler, nanoteknoloji, transhumanizm, singularity gibi kavramlar önem kazanmaktadır. Bu süreçte, geçmişte imparatorlukları yıkan kişilerin, şimdi ulus devletlerini aşarak tek bir dünya devleti kurma ve transhumanizm dönüşümüyle yeni bir dünya inşa etme çabaları gözlemlenmektedir.
Ancak, bu sürecin getirdiği teknolojik ilerleme ve dönüşümle birlikte, insanların doğadan uzaklaşarak sanal bir evrende yaşama eğilimi gözlemlenmektedir. Bu, bir taraftan özgürlük alanlarının genişlemesi gibi görünse de, diğer taraftan insanlığın temel yaşam formundan uzaklaşarak teknolojik esarete doğru bir evrim geçirdiği düşünülmektedir.
Hz. Adem'in yaratılışından itibaren insanlar, taşları üst üste koyarak, tahtaları birleştirerek, toprağı işleyerek evlerini inşa etmiş ve temel geçimlerini sağlamışlardır. Bu, yaşam formundaki temel bir örnektir. Ancak, bu şablon, zamanla değişmiş ve Sanayi Devrimleri ile birlikte teknolojinin etkisiyle insanların yaşam tarzları dönüşmüştür.
Şu an, insanların tamamıyla nesneleştirildiği, iyi mühendislik hesaplarının altında ezildiği ve teknolojik esaretin altında kaldığı bir dönemdeyiz. Bu 250 yıllık bir süreç boyunca insanlık, baskı altında alınmış ve teknolojik gelişmelerle şekillenmiştir. Artık bu dönemin sonunda, internetin ortaya çıkışıyla birlikte 3. bir dönemde bulunmaktayız.
İnternetin Evrimi ve Büyük Reset
İnternet ilk çıktığında, örneğin ilk e-posta 1972 yılında atıldığında, bu olayın etkileri ben doğduğumda bile çok öncelere dayanıyordu. İlk internetin çıkışı, tek taraflı bir şekilde bilgilerin web sitelerine yüklenmesi anlamına geliyordu. Ancak, bu olayın ardından ikinci bir internet dönemi başladı ve sosyal medyanın oluştuğu bir süreci başlattı. Bu, insanların bir şeyleri paylaştığı ve diğerlerine cevap verebildiği bir platformdu.
Sosyal medyanın çıkışıyla birlikte özgürlük ve fikir alma özgürlüğü gibi kavramlar ön plana çıktı. Ancak, şu anda geldiğimiz noktada, sosyal medya tamamen etkileşimli ve metal hırs evreninin bir parçası haline geldi. Bu durum, Matrix veya Avatar filmlerindeki gibi bir sanal evrenin, herkesin istediği şekilde her şeyi her zaman her yerde yapabileceği bir singüler dünya inşa etme sürecine benzer.
Bu sanal evren, biyolojik, fiziksel ve düşünsel tüm duyuların ve hazların birleştirildiği bir mesaj evrenini temsil eder. Ancak, bu süreçte insanlar, bu hazlarla dolu sanal dünyadan gerçek dünyadan ve doğal yaşamdan uzaklaştıkları bir yaşam tarzına doğru yönlendiriliyorlar.
Büyük desteğin bu mavi renkte olduğunu belirtelim. Dolayısıyla, bu kısa ve dağınık açıklamayı biraz daha düzenli bir şekilde sunayım. Bu bilgileri paylaşan ekip küresel akıldır, yani global bir perspektife sahiptir. 20. yüzyılda demokrasi, insan hakları, kapitalizm, komünizm, Birleşmiş Milletler, UNESCO, UNICEF gibi kavramları ortaya çıkaran bu global akıl, önümüzdeki kısa süre içinde bu kavramları terk edip, tek bir dünya devleti oluşturma yolunda ilerleyecektir.
Bu süreçte küreselleşme, şehir devletleri, yerinden yönetim, sanal hukuk, dijital hukuk, yapay zeka hukuku gibi yeni kavramlar ortaya çıkacak. Evrensel geçim standardı gibi yeni düzenlemelerle birlikte, büyük bir resetin gerçekleştiği bir dünya düzeni oluşturulacaktır. Bu düzen, eleştirdikleri ve yönetip istedikleri şekilde zaman içinde ortadan kaldırabilecekleri bir yapıyı temsil eder.
Bu büyük reset, emek ve çaba gerektiren bir süreçtir ve bu konuyu anlamak da büyük bir çaba gerektirir. Bu şekilde, geleceğin nasıl şekilleneceği konusunda bir fikir edinebiliriz. Teşekkür ederim, büyük reseti anlamak gerçekten büyük bir çaba gerektiriyor gibi görünüyor.
Edirne'de Deprem Tehlikesi ve Kamu Binaları
Şu slayta baktığımızda, tehlike haritasının eski ve basit bir yapıya sahip olduğunu görüyoruz. Fakat sonraki slaytta, daha bilimsel ve detaylı bir değerlendirmenin yapıldığını görebiliriz. 2019 yılında yapılan bu tabanlı çalışma, depremin zemine ve yapıya bağlı risk durumunu daha ölçümlü bir şekilde göstermektedir.
2019 öncesi yapılan binaların bu eksikliği ve yetersiz tehlike durumu değerlendirmelerinin, eski yapılar için sorunlara neden olabileceğini belirtiyorsunuz. Bu, büyük resetin bir parçası olarak deprem tehlikesi açısından önemli bir sürecin başladığını gösteriyor.
Şimdi bir sonraki slayta geçtikten sonra, oldukça betonlaşmış ancak geçen sene Serkan hocamızın da belirttiği gibi Edirne'nin iyi bir örnek olduğunu söylemiştik. Şimdi okumanızı istediğiniz konulara odaklanalım.
Kamu İhale Kanunu'ndaki Değişiklikler ve Sorunlar
Teşekkür ederiz. Şimdi birinci soruya geçiyorum.
Kamu ihale kanunu, Türkiye'de ihalelere nasıl yapılacağını ve işlerin hangi şartlarda yürütüleceğini ortaya koyan bir kanundur. İlk çıkan kamu ihale kanunu ile şu an uygulanan kamu ihale kanunu arasında çok ciddi farklar varmış. Mutfaklarda uygulamada ne tür sıkıntılar doğuruyor? Örnek verebilir misiniz? Neden kamu ihale kanununda çok sık mevzuat değişikliği yapıldı? Tamam, yapılarını kimin inşa edeceğini belirleyeceğimiz yöntem neden en büyük sıkıntılardan biridir?
Teşekkür ederim. Dilek Hanım, şimdi soruları okudum. Önceki sorularla benzerlikler var, onlara çok girmeden anlatmaya çalışacağım.
Kamu kaynaklarını kimin kullanacağı ve bu kaynakları kullanarak kimin en iyi şekilde hizmet vereceği veya para kazanacağı sorusu, aslında ana uzmanlık alanım olmamakla birlikte, bu süreçte sorulması gereken önemli bir sorudur.
Gelişmiş bir Avrupa ülkesinde, örneğin Fransa veya Danimarka'da, yerel bir yöneticinin yıl sonunda harcadığı veya harcaması gereken bütçedeki parayı bölgesinde yaşayan insanlara eşit oranlarda dağıtması ve bu paraları o bölgede yaşayan insanlara yönlendirmesi olağan bir uygulamadır. Bu paralar, yazılı çek olarak dağıtılır ve insanlar bu parayı bankadan çekip harcayabilirler. Ancak, Türkiye gibi bir ülkede, parlamentere sorulduğunda, milletvekillerinin yıllık Bütçe Kanunu yapma görevini bilmekte zorlandıkları belirtilmiştir.
Bir milletvekilinin en önemli görevinin yıllık Bütçe Kanunu yapmak olduğu, ancak Türkiye'de bu konuda eksik bir kontrol mekanizması olduğu vurgulanmıştır. Bu durumda, vatandaşın maaşını belirleyen bir memura, "Ben vatandaşım, sen daha değerlisin" dediğinizde dayak yeme riski bulunmaktadır. Bu, bir kontrol mekanizması eksikliğini göstermektedir.
Öte yandan, yaklaşık 170-180 yıl önce Osmanlı dönemine gidildiğinde, Osmanlı hükümetinin hazineye sahip olduğu ve bir bütçe oluşturduğu belirtilmiştir. Sultan devlet kasasında para bulunduğunda, padişahın bu parayı yatırımlara yönlendirdiği ve devletin liderleri olan paşaların yıllık akçe alarak topluma hizmet ettiği ifade edilmiştir.
Bu harcamaların çoğu genellikle bina inşasıyla ilgili olduğu için, bu harcamaları mimarlar değil, inşaat yüklenicileri yapmaktadır. Osmanlı döneminde mimarlar, projeleri tasarlar, çeşitli çizimler yapar ve inşaatları kontrol ederdi, ancak bu süreçte hiçbir zaman doğrudan para almazlardı. Harcamalar genellikle bina eminleri tarafından yapılırdı.
Sonuç olarak, Osmanlı döneminde mimarlar projeleri tasarlayan ve kontrol eden teknik elemanlar olarak görülmüş, ancak harcamaları bina eminleri yapmıştır. Günümüzde ise Türkiye'de kamu adına yapılan harcamalar genellikle Çevre, Şehircilik ve İklim Bakanlığı (önceki adıyla Bayındırlık ve İskân Bakanlığı) tarafından yönetilmektedir. Fakat her bakanlığın kendi harcamalarını yapma yetkisi vardır. Bu nedenle, kamu harcamaları sadece inşaat değil, aynı zamanda çeşitli hizmet alımlarını da içermektedir. 2886 sayılı ihale kanunu, bu tür harcamaların düzenlenmesi için temel bir düzenleyici belgedir.
4134 ve 35 sayılı kanun ile 2886 sayılı kanun arasındaki farklara detaylı olarak girmem konuyu karmaşık hale getirebilir, ancak genel hatlarıyla anlatırsam kafanız daha az karışır. Bu nedenle, temel başlıklara odaklanarak size bilgi vereceğim.
- Yüklenici (İnşaat Firması) Belgeleri: İhale kanunlarında, yüklenicinin daha önce benzer işleri başarıyla tamamladığını gösteren belgelerin sunulması önemlidir. Yani, firmanın iş bitirme belgesi veya referansları, bu işi yapabilecek yetenekte olduğunu göstermesi açısından önemlidir.
- İhale Yöntemi: İhale, herkese açık bir şekilde mi yoksa belirli davetliler arasında mı yapılacak, ön yeterlik aşaması olacak mı gibi faktörler ihale yöntemi başlığı altında değerlendirilir.
- Teklif Verme Şekli: İhaleye katılan firmaların teklif verme şekli de önemlidir. Örneğin, açık eksiltme, iki kafalı eksiltme, pazarlık usulü gibi farklı teklif verme yöntemleri bulunabilir.
- Özel Durumlar: İhale kanunlarında, acil durumlar veya olağanüstü durumlar nedeniyle bazı ihalelerin hızlı bir şekilde tamamlanması gerektiğinde uygulanacak kurallar ve belirli firmalara öncelik tanınması gibi durumlar da ele alınır.
Bu başlıklar, ihale süreçlerinin nasıl işlediği ve hangi kriterlere göre değerlendirildiği konusunda genel bir anlayış sağlar. Ancak detaylı bilgi için söz konusu kanunların ilgili maddelerine başvurmak daha sağlıklı olacaktır.
Yeterli olduğunu bilmiyorum. Evet, çok geç olacağım, yani vaktimiz de daralıyor, 40 dakikalık bir dersimiz var. Arkadaşlarımız önü açık diyorsa, en sonuna kadar tabii ki de size sonuna kadar kalırız. Evet, çok sayıda kitaplar var. Bu kitaplar tabi 270 kez, 10790 kez, on yedi yılda değiştiğine göre eğer değişiklikten sonra bir kitap yazarı ortaya çıkıyor, onu ben de mü açık bir konu bakın bayağı kitap vardı karışık olsun, 16. baskı falan var yani akademide de iyi bir doktor Adoş antik çalışması olarak gözüküyor. Evet, takipçi soruya geçelim. Mimarlık ve dilatasyon ile ilgili bir sorusu var arkadaşlarımızın. O soruyu okuyacak, evet dilatasyon genel anlamda nedir olarak bir soru, evet, buyur direkt.
Mimarlık Dilatasyonu: Yüksek Katlı Yapılarda Zarar Önleme Stratejileri
Mimarlık dilatasyon, yüksek katlı ve geniş oturma alanına sahip yapılar tasarlanırken, yapının oturumundaki farklılıklar ve sıcaklık değişimlerinden kaynaklanan genişlemeleri kontrol altında tutmak için kullanılan bir konsepttir. Dilatasyon, genişleme ve kısılma hareketlerini engelleyerek yapıya zarar vermesini önlemek amacıyla tasarlanan boşluklara verilen isimdir. Ancak, sorunuzda belirttiğiniz gibi, organın normal hacminin artması organizasyonu anlatan bir ifade yer alıyor. Bu ifadenin bağlamını ve soruyla ilişkisini daha net anlamamı sağlayabilir misiniz?
Ayrıca, sıcaklık değişimlerinin ve yapılan aksiyonların neden olabileceği zararlar ile ilgili daha fazla açıklama ve sıcaklık değişimleri sonucunda ne zaman dilatasyon uygulanması gerektiğiyle ilgili bilgiler ekleyerek soruyu tamamlayabilir misiniz?
Çok güzel, ben soruyu anladım. Girişte zaten belli oranda cevaplamıştım ama orada bir şey eksik ve yanlış kalmış. Bu şöyle ki, zemin farklı yüklendiğinde, binanın boyu 50 metre ve yüksekliği farklı değil diyelim. Zaten 50 metrenin 35 metreden sonra, bina sıcaklık arttığında ve azaldığında betonarme yapılarda görülen rötre ve genleşme hareketleri yapacaktır. Bu nedenle, 35 metreden sonrasına bina ikiye bölmemiz gerekir, yükseklik veya kot farkı olmasa bile. Dolayısıyla, zaten buradan niye cevaplamış oluyorum? 30-35 metreden sonra binaları, yüksekliği fark etmese bile, ayrı ayrı parçalar olarak inşa etmek gerekir.
Eğimli bir araziye inşa edilen 50 metre uzunluğundaki bir binayı düşünün. Hocam az önce anlattığı gibi, binanın kotunu belirlemek için hakim iz koordinatlarını kullanırız. Bu koordinatlar, binanın oturacağı zeminin en sert bölgesini temsil eder. Dolayısıyla, binanın 20 metresi bir kaya üzerinde otururken, diğer 30 metresi daha yumuşak zeminde oturabilir. Bu durum, zeminden gelen yükleri ve binanın tepkisini farklılaştıracaktır. Bu nedenle, zeminden gelen yükleri ve binanın tepkisini birbirinden ayırmak için dilatasyon yapılır.
İkinci olarak, bir binanın 50 metre uzunluğundaki bir kısmı, diğer kısmının üç katı yüksekliğindedir. Bu kısımda, 20 katlı bir gökdelen inşa edilmesi planlanıyor. Dolayısıyla, bu kısımdaki bina, diğer kısımdaki binaya göre daha yüksektir. Bu durum, binanın zemine verdiği yükü farklılaştıracaktır. Bu nedenle, bu iki kısım arasındaki bina, yatay olarak birbirinden ayrılarak dilatasyon yapılır.
Dilatasyon yapılmazsa, bina, ortopedik olarak dayanamayacağı bir kuvvete maruz kalırsa, kırılabilir. Kırılma, binanın herhangi bir yerinde olabilir. Bu durum, binada gerilmeler oluşturur. Bu gerilmeler, binada istenmeyen hasarlara yol açabilir.
Betonarme yapıların en büyük özelliği, tüm yüklerin donatı ve beton tarafından birlikte karşılanması ve yapının stabil ve statik bir şekilde hareket etmemesidir. Bu nedenle, dilatasyon yapılarak, binanın bu özelliği bozulmadan korunması sağlanır.
Dilatasyon yapılmazsa veya hatalı yapılırsa, yapıda hesaplanmayan ekstra gerilmeler oluşabilir. Bu gerilmeler, yapıda moment ve kesme kuvvetlerini artırarak, yapının hasar görmesine neden olabilir.
Dilatasyon, yapının farklı bölümleri arasındaki hareketleri birbirinden ayırarak, bu tür gerilmelerin oluşmasını engeller.
Franz'ın makalesinde yer alan şekiller, dilatasyonun önemini göstermektedir. Bu şekillerde, dilatasyon yapılmadığı veya hatalı yapıldığı durumlarda, yapıda oluşan gerilmeler ve hasarlar gösterilmektedir.
4734 ve 4735 sayılı kanunun önceki kanunu olan 2886 sayılı ihale kanunu ile arasındaki fark nedir?
2886 sayılı ihale kanunu, Türkiye'de ihalelerin temelini oluşturan kanundur. Ancak, bu kanun, siyasetin finansmanı ve kabul aletlerinin kullanılması gibi konularda eksiklikler içermekteydi. Bu eksiklikleri gidermek amacıyla, Avrupa Birliği'nin zorlamasıyla, 4734 ve 4735 sayılı kanunlar çıkarılmıştır.
4734 sayılı kanun, ihalelerde eşitlik ve rekabeti sağlamaya yönelik düzenlemeler içermektedir. 4735 sayılı kanun ise, ihalelerde şeffaflığı ve hesap verebilirliği artırmaya yönelik düzenlemeler içermektedir.
Özetle, 4734 ve 4735 sayılı kanunlar, 2886 sayılı ihale kanununun eksikliklerini gidererek, ihale sistemini daha demokratik ve şeffaf hale getirmiştir.
İnşaat Sürecindeki Sorunlar
Arkadaşlar, keşif artışı ve işin bitmesi meseleleri gündeme geliyor. Türkiye'de bitmeyen inşaatlar konusu, eskiden beri siyasi tartışmalara konu oluyor. Eski kanunda, enflasyon nedeniyle bütçe ve ihale kapsamı genişletiliyordu. Bu da sıkıntılara yol açıyordu. 495 günlük ek süreyle bu sıkıntılar bir nebze çözüldü, ancak yine de 200'e yakın kanun değişikliği yapıldı. Şu an eski kanundaki sıkıntılar tekrar baş gösterdi diyebiliriz.
Bu sorunun temelinde, ehliyet, liyakat, adalet ve teknik yeterlilikte doğru firmalara doğru yüklenicilere iş verilmemesi yatıyor. Türkiye'de her gün her zaman gazetelerde televizyonlarda bu konuda haberler görüyorsunuz, okuyorsunuz.
Şimdi betonarme ile ilgili bir soruya geçelim.
Betonarme Yapılar ve Avantajları
Betonarme, beton ve demirden oluşan bir malzemedir. Beton, kum, çimento ve agrega gibi malzemelerin bir kalıp içinde birleştirilerek şekillendirilmesiyle elde edilir. Demir ise, betonun çekme kuvvetlerine karşı dayanmasını sağlar.
Betonarme, betonun basınca, demirin ise çekmeye karşı dayanıklı olmasından dolayı çok yaygın olarak kullanılmaktadır. Betonarme yapılar, yüksek mukavemet ve dayanıklılık gerektiren binalar, köprüler, yollar gibi yapılarda kullanılır.
Betonarme, diğer yapı malzemelerine göre daha fazla kullanılmasının birkaç nedeni vardır. Bunlardan biri, betonarme yapıların ekonomik olmasıdır. Diğer bir neden ise, betonarme yapıların kolayca şekillendirilebilmesidir. Bu sayede, farklı tasarımlara sahip yapılar inşa etmek mümkündür. Son olarak, betonarme yapılar, diğer yapı malzemelerine göre daha dayanıklı ve uzun ömürlüdür.
Betonarme yapıların teknolojik esaretinin temel nedeni, betonun ve demirin birlikte kullanılması zorunluluğudur. Betonun basınca, demirin ise çekmeye karşı dayanıklı olmasından dolayı, bu iki malzemenin birlikte kullanılması gerekir. Bu durum, betonarme yapıların tasarım ve uygulamasını sınırlar.
Betonarme yapıların teknolojik esaretinin azaltılması için, yeni malzemeler ve teknolojiler geliştirilmeye çalışılmaktadır. Örneğin, kompozit malzemelerin kullanılması, betonarme yapıların daha esnek ve dayanıklı olmasını sağlayabilir. Ayrıca, yeni beton ve demir teknolojileri, betonarme yapıların daha hafif ve daha verimli olmasını sağlayabilir.
Arkadaşlar, 120 yıl önce, Fransa'nın Paris kentinde, François Hennebique adında bir mimar ve müteahhit, bir apartman inşa etmek için betonarme teknolojisini ilk kez kullandı. Bu olay, betonarme yapıların yaygınlaşmasında önemli bir dönüm noktası oldu.
Betonarme yapılar, çelik ve betondan oluşan dayanıklı yapılardır. Çelik, çekme kuvvetlerine, beton ise basınç kuvvetlerine karşı dayanıklıdır. Bu nedenle, betonarme yapılar, yüksek binalar, köprüler, yollar gibi çeşitli yapılarda kullanılır.
Betonarme yapılar, diğer yapı malzemelerine göre birçok avantaja sahiptir. Bu avantajlar şunlardır:
- Dayanıklı ve uzun ömürlüdürler.
- Ekonomiktirler.
- Kolayca şekillendirilebilirler.
Ancak, betonarme yapılarda bazı dezavantajlar da vardır. Bu dezavantajlar şunlardır:
- Ağırdır.
- Yangına karşı dayanıksızdır.
- Çevreye zararlıdır.
Betonarme yapıların yaygınlaşmasının temel nedeni, bu yapıların sağladığı avantajlardır. Betonarme yapılar, dayanıklı ve ekonomik olmaları nedeniyle, özellikle gelişmekte olan ülkelerde tercih edilmektedir.
Betonarme Yapıların Yaygınlığı ve Çevresel Etkileri
Türkiye'de de betonarme yapılar yaygın olarak kullanılmaktadır. Bunun bir nedeni, eski imar yönetmeliğinde asansörlerin 5 kattan sonra zorunlu olmasıdır. Bu nedenle, 5 katlı ve üzeri apartmanlar inşa etmek daha maliyetli olduğu için, genel olarak 5 katlı apartmanlar inşa edilmiştir.
Ancak, son yıllardaki nüfus artışıyla birlikte, 5 katlı apartmanlar artık yetersiz kalmaktadır. Bu nedenle, 6 ve üzeri katlı apartmanların inşa edilmesi ihtiyacı doğmuştur. Ancak, bu durum, asansör maliyetlerini artırmaktadır.
Ayrıca, yaşlanan nüfus nedeniyle, 5 katlı apartmanların üst katlarını kullanmak zorlaşmaktadır. Bu nedenle, 6 ve üzeri katlı apartmanların inşası, daha da önem kazanmaktadır.
Betonarme yapıların yaygınlaşmasının çevreye olumsuz etkileri de bulunmaktadır. Betonarme yapıların üretiminde kullanılan çimento, üretim sırasında büyük miktarda sera gazı üretmektedir. Bu nedenle, betonarme yapıların yaygınlaşmasının, küresel ısınma gibi çevre sorunlarını daha da kötüleştirebileceği düşünülmektedir.
Betonarme yapıların dezavantajlarını azaltmak için, yeni teknolojiler geliştirilmektedir. Örneğin, kompozit malzemelerin kullanılması, betonarme yapıların daha hafif ve daha dayanıklı olmasını sağlayabilir. Ayrıca, yeni beton teknolojileri, betonarme yapıların daha çevre dostu olmasını sağlayabilir.
Yaşlı ve engelli insanların çıkamayacağı yükseklikte olduğu için, binalarda asansör zorunlu hale getirildi. Bu, betonarme yapıların yaygınlaşmasının bir nedenidir.
Edirne'de yapılan bir araştırmada, binalarda kullanılan yapı malzemelerine bakıldığında, betonarme yapıların yaygınlaştığı görülmektedir. 176 binada betonarme yapıların oranı, 170'in üzerindedir. Bu, Edirne'nin tarihi bir şehir olmasına rağmen, betonarme yapıların hızla arttığını göstermektedir.
Diğer illerde ise bu oran daha yüksektir. Örneğin, İstanbul'da bu oran %90'ın üzerindedir.
Dilatasyon ve Yapıya Etkileri
Dilatasyon nedir? Bir yapıda, aynı yere iki farklı kolon koyarak, iki farklı biçimdeymiş gibi inşa edilmesine dilatasyon denir. Dilatasyonun oturması için belirli bir süre geçmesi gerekmektedir. Bu süre, kolonların dayanıklı hale gelmesi için gereklidir.
Dilatasyonun oturması için neden süre gerekir? Dilatasyon, kolonların basınç ve çekme kuvvetlerine karşı dayanıklı hale gelmesi için gereklidir. Bu süre içinde, kolonların içindeki beton, demir ve diğer malzemeler, birbirlerine iyice kaynaşarak, yapının dayanıklılığını artırır.
Dilatasyonun oturması sürecinde kolonlar ne gibi aşamalardan geçer? Dilatasyonun oturması sürecinde, kolonlar aşağıdaki aşamalardan geçer:
- İlk aşamada, betonun içindeki suyun buharlaşması gerçekleşir. Bu süre, betonun sertleşmesi için gereklidir.
- İkinci aşamada, betonun içindeki demirlerin, betonla iyice kaynaşması gerçekleşir. Bu süre, betonun çekme kuvvetlerine karşı dayanıklı hale gelmesi için gereklidir.
- Üçüncü aşamada, kolonların içindeki malzemelerin, birbirlerine iyice kaynaşması gerçekleşir. Bu süre, kolonların basınç kuvvetlerine karşı dayanıklı hale gelmesi için gereklidir.
Dilatasyonun oturması için eskiden kullanılan yöntemler. Dilatasyonun oturması için eskiden kullanılan yöntemler, günümüzde artık kullanılmamaktadır. Bu yöntemler, zaman alan ve maliyetli yöntemlerdi.
Dilatasyonun oturması için günümüzde kullanılan yöntemler. Günümüzde, dilatasyon için zemin ıslahı yöntemi kullanılmaktadır. Bu yöntemde, binanın inşa edileceği zemin, statik olarak doğru taşıyıcı katmanı yerleştirilecek şekilde hazırlanır. Bu yöntem, daha hızlı ve daha az maliyetli bir yöntemdir.
Yeryüzü, insan derisine benzer. İnşaata başlamadan önce, yeryüzü düz ve sağlamdır. Ancak, inşaat sırasında, zemin kazılır ve binalar inşa edilir. Bu işlemler sırasında, zemin, doğal yapısından farklı bir hale gelir. Bu nedenle, zemin, dilatasyon için gerekli süreyi beklemeden, zemin ıslahı yöntemi kullanılarak güçlendirilir.
Dilatasyon, bir yapının farklı bölümlerini birbirinden ayıran boşluktur. Dilatasyon, yapının yatay hareketlerini absorbe etmek için kullanılır. Dilatasyon, yapının statik dengesini sağlamak için gereklidir.
Bir yapıda dilatasyon yapılması gerektiğinde, yapının yüksekliğine göre, kolonlar arasındaki mesafe belirlenir. Bu mesafe, genellikle 5 ila 15 santimetre arasındadır.
Dilatasyon, yapının her yerinde aynı şekilde yapılmalıdır. Yani, yapının tüm kolonları arasındaki mesafe aynı olmalıdır.
Dilatasyon, yapının statik dengesini sağlamak için gereklidir. Ancak, dilatasyon, yapının rijitliğini de azaltır. Bu nedenle, dilatasyon, yapının statik dengesini bozmayacak şekilde yapılmalıdır.
Sonuç olarak:
- Dilatasyon, bir yapının farklı bölümlerini birbirinden ayıran boşluktur.
- Dilatasyon, yapının yatay hareketlerini absorbe etmek için kullanılır.
- Dilatasyon, yapının statik dengesini sağlamak için gereklidir.
- Dilatasyon, yapının yüksekliğine göre, kolonlar arasındaki mesafe belirlenir.
- Dilatasyon, yapının her yerinde aynı şekilde yapılmalıdır.
Betonarme Yapılarda Kolon Oturması ve Dayanıklılık
Betonarme yapılarda, kolonların oturması için belirli bir süre geçmesi gerekir. Bu süre, betonun sertleşmesi ve demirlerin betonla iyice kaynaşması için gereklidir. Bu süre, genellikle 7 gündür. Ancak, betonun 28 gün içinde 194'ün üzerinde dayanıklılık sağlaması beklenir. Bu değerler sağlanmazsa, yapıda problemler oluşabilir.
Rutubet ve Küf Sorunları
Evlerde, özellikle banyolarda, köşelerde ve tavanlarda rutubet ve küf oluşması yaygın bir sorundur. Bu sorunun temel nedeni, binaların ısı yalıtımının yetersiz olmasıdır. Isı yalıtımı, binanın içindeki nemin dışarı çıkmasına engel olur. Bu nedenle, rutubeti önlemek için en etkili çözüm, binanın dışarıdan ısı yalıtımı yapılmasıdır.
Isı yalıtımı yapılırken, binanın duvar kalınlığının katmanlarını ısı yalıtımı lehine kalınlaştırmak gerekir. Ayrıca, binanın yalıtımının sızdırmaz olması da önemlidir.
Rutubet, binanın içinde korozyona neden olabilir. Bu nedenle, rutubeti önlemek için gerekli önlemlerin alınması önemlidir.
Korozyon ve Yapısal Sorunlar
Korozyon, binalarda önemli bir sorundur. Rutubet alan bina malzemeleri, özellikle tuğla ve beton, su çekmeye başlar. Demirin tek düşmanı sudur. Su alan demir paslanır. Paslanan demir, betonarme yapının betonarme olma özelliğini kaybetmesine neden olur.
Örneğin, 18 milimetre çapında bir donatı teli paslanırsa, çapı 8 milimetreye düşebilir. Bu, donatı telinin taşıma kapasitesinin azalmasına neden olur.
Rutubetin Yapıya Etkileri ve Çözüm Yolları
Rutubet devam ederse, donatıların tamamı paslanır ve betonarme yapı, betonarme özelliğini kaybederek betona dönüşür. Beton ise basınca dayanıklı bir malzemedir, çekmeye karşı dayanıklı değildir. Bu nedenle, betonarme özelliğini kaybeden bir yapı, deprem gibi çekme kuvvetlerine maruz kaldığında yıkılabilir.
İzmit depreminde yıkılan binaların yaklaşık %40'ı korozyona bağlı olarak yıkılmıştır.
Korozyon, bir kanser hücresine benzer. Binalarda kanser hücresi gibi ilerler ve binayı zayıflatır.
Banyolarda ve köşelerde oluşan rutubet, buharlaşmaya bağlı olarak oluşur. Bu rutubet de korozyona neden olabilir.
Sonuç olarak, binalarda rutubeti önlemek için gerekli önlemlerin alınması önemlidir. Rutubet, korozyona neden olarak binanın dayanıklılığını azaltabilir ve hatta yıkılmasına neden olabilir.
Betonarme, aslında çok da sıkı bir inşaat teknolojisi yöntemi değildir. Ancak, bize dayatılan bu yöntem olduğu için, geleneksel yöntemleri bırakarak betonarme sistemin baskısına yenik düşüyoruz. Bu arada, birçok sıkıntı yaşıyoruz. Örneğin, bodrum katları bozuluyor, tavandaki rutubet duvarlara taşınıyor.
Tavandaki rutubeti önemsemek gerekir. Çünkü, bu rutubet, sıvı bir şekilde tepenize çökebilir. Tavandaki rutubete müdahale ederken, havalandırmayı iyi sağlamak gerekir. Banyo yapıldığı esnada ve ayrıldıktan sonra, ortamdaki buhar yüze yapışmadan odadan uzaklaştırılması gerekir. Buhar, odadan uzaklaştırılmadığı takdirde, rutubet artar ve yapıda hasara neden olabilir.
Boya ile rutubet sorunu çözülemez. Boya, hasta ve yaşlı bir insana makyaj yapmak gibi bir şeydir. Sadece görüntüyü düzeltir, sorunu çözmez.
Sonuç olarak, betonarme yapıların rutubet sorununu çözmek için, havalandırmayı iyi sağlamak gerekir. Banyolarda ve diğer ıslak alanlarda, havalandırmanın yeterli olması için, pencere ve kapılar açık bırakılabilir veya vantilatörler kullanılabilir.
Betonarme Yapılarda Rutubet ve Çözüm Stratejileri
Betonarme yapılarda, betonu rutubetten korumak için, betonarme elemanların üzerine bir şey koymak veya izolasyon yapmak gibi önlemler alınabilir. Bu, betonarme yapıların en önemli kurallarından biridir. Ancak, bu önlemlerin uygulanması yüksek maliyetli olduğundan, ülkemizde genellikle sadece lüks binalarda, ofis binalarında veya zorunluluk olan binalarda uygulanmaktadır.
Bu durum, konut yapıları için bir sorundur. Çünkü, ülkemizdeki yapı stokunun yaklaşık %80'i konuttur. Bu nedenle, konut yapılarında da betonu rutubetten korumak için önlemler alınması gerekir.
Örneğin, banyolarda ve diğer ıslak alanlarda, rutubet nedeniyle betonun zarar görmemesi için, havalandırmanın iyi sağlanması gerekir.
Betonarme yapıların bilinçli bir şekilde yapılması da önemlidir. Bu konuda, bir arkadaşımız bir toplantıya katılmış ve bilinçli yapılaşmanın ne olduğunu sormuş.
Toplantıda, bilinçli yapılaşmanın, yapıların doğal çevreye zarar vermeyecek şekilde yapılması olduğu belirtilmiş. Ayrıca, yapıların depreme dayanıklı olması gerektiği de vurgulanmıştır.
Toplantıya katılan arkadaş, bilinçli yapılaşmanın temel ilkelerini şu şekilde özetlemiş:
- Yapılar, çevreye uyumlu olmalıdır.
- Yapılar, depreme dayanıklı olmalıdır.
- Yapılar, enerji verimli olmalıdır.
- Yapılar, ekonomik olmalıdır.
Bu ilkelere göre, yüksek tepelerde bulunan yapılar, çevrelerine göre çukur olan alanlara yerleştirilmelidir. Böylece, bu yapılar, çevreye daha az zarar verir ve depreme karşı daha dayanıklı olurlar.
Ayrıca, su zeminlere, dere yataklarına ve dolgu zeminlere yapılan yapılar da, çevreye zarar vermeyecek şekilde tasarlanmalıdır.
Geleneksel Yapılar ve Mimarilik
Mardin, Bursa ve Afyon gibi şehirlerde, geleneksel teknikler ve yerel malzemeler kullanılarak inşa edilmiş, eğimli arazilerde bile sağlam ve dayanıklı yapılar bulunmaktadır. Bu yapılar, parsellerin şekli ne kadar dağınık olursa olsun, taş temeller ve kagir duvarlar kullanılarak inşa edilmiştir. Yukarıya çıkıldıkça, toprak kutudan kurtulup bir hacim elde edildiğinde, üçgenlere dikdörtgenler eklenerek, çok güzel mimariler ortaya çıkarılmıştır.
Eğimli Arazi ve Yerleşim Stratejiler
C maddesinde bahsedilen 120'den fazla eğime sahip yamaçlarda, betonarme yapılar inşa etmek çok büyük maliyet ve iş gücü gerektirir. Ayrıca, bu yapılar için çok büyük istinat duvarları ve yalıtım detayları yapılması gerekir. Bu nedenle, bu tür alanlarda betonarme yapılar inşa etmek, çevreye büyük zarar verir.
Yüksektepeli zemin yerine, bu tür arazileri "eğimli arazi" olarak adlandırmak daha doğrudur. Çünkü, bu araziler, yüksekliği nedeniyle değil, eğimi nedeniyle tehlikelidir. Bu nedenle, bu alanlarda yapılacak yapıların, eğime uygun olarak tasarlanması gerekir.
Kayalık Alanlarda Yerleşim ve İklimsel Avantajlar
Kayalık arazilerde, atalarımız verimli tarım arazileri ve dere yataklarını tarım için kullanırlardı. Bu arazilere yerleşmezlerdi, çünkü bu araziler gıda üretimi için gerekliydi.
Ancak, kayalık arazilerde de yerleşim yapmak gerekiyordu. Bu nedenle, vadilerin bittiği, kenarlarının düzgün olduğu, dağların başladığı ve yamaçların başladığı yerleri seçerlerdi. Bu alanlar, hem kontrol edilebilir hem de 300-500 metre yüksekliğe kadar iyi yerleşmeye uygundur.
Bu alanlarda evler yan yana yapıldığında, eğim nedeniyle kimsenin kimsenin manzarasını ve görüşünü engellemez. Ayrıca, eğim nedeniyle rüzgarlar kesilmez ve vadilerden geçen rüzgarlar binalar arasında rahatça dolaşabilir. Bu nedenle, bu alanlarda rutubet sorunu da yaşanmaz.
Bursa, Amasya, Safranbolu ve Ürgüp gibi geleneksel Osmanlı şehirleri, bu tür alanlarda yapılan yerleşimlerin çok iyi örnekleridir.
Heyelan Riski ve İstanbul Örneği
Bu soru çok iyi. Elbette, eğim ve heyelan potansiyeli arasında bir korelasyon var. Ancak, bu korelasyon her zaman doğru değildir. Örneğin, heyelan oluşma riski olmayan bir alanda, eğimin heyelan riskini artırmadığını söyleyebiliriz.
Ancak, özellikle İstanbul'da Beylikdüzü ve Büyükçekmece gibi büyük eğimli arazilerde, heyelan riski oldukça yüksektir. Bu alanlarda, eğim heyelan riskini artıran en önemli faktörlerden biridir.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB), bu riski azaltmak için TÜBİTAK'a bir proje yaptırmıştır. Bu projede, heyelan riski olan alanlar belirlenmiş ve bu alanlarda yapılaşmanın yasaklanması önerilmiştir.
Ancak, son zamanlarda bu projenin değiştirilmek istendiği iddiaları ortaya atılmıştır. İddialara göre, heyelan riski olan bazı alanlar heyelan riski olmayan alanlar olarak gösterilmek istenmektedir.
Bu durum, heyelan riskinin artmasına ve olası bir heyelan felaketinin daha da büyük olmasına neden olabilir.
Kentsel Dönüşüm ve Yapılaşma Sorunları
Kentsel dönüşüm, yıkılan yapıların yerine yenilerinin yapılmasıdır. Bu dönüşümün bilinçli bir şekilde yapılması gerekir. Örneğin, dere yatağında yıkılan bir evin yerine yine dere yatağında bir ev yapılması, kentsel dönüşüm değildir.
Bu nedenle, kentsel dönüşümün, heyelan riski olan alanlarda dikkatli bir şekilde yapılması gerekir. Aksi takdirde, dönüşümün amacına ulaşamaması ve hatta yeni risklerin ortaya çıkması mümkündür.
Kentsel dönüşüm, bir parseldeki binayı yıkıp yerine yenisini yapmaktır. Ancak, kentsel dönüşümün amacı sadece binaları yenilemek değil, aynı zamanda şehri daha yaşanabilir hale getirmektir. Bu nedenle, kentsel dönüşümde imar planları da dikkate alınmalıdır.
İmar planları, şehrin nasıl planlanacağını gösteren belgelerdir. Bu planlar, şehrin yoğunluğunu azaltmaya, mevcut kaçak yapıları planlı hale getirmeye ve çevresel sorunları çözmeye yöneliktir.
Ancak, Türkiye'de kentsel dönüşümde imar planları genellikle dikkate alınmamaktadır. Bunun yerine, parsel bazında binalar yıkılıp yerine yenileri yapılmaktadır. Bu durum, kentsel dönüşümün amacına ulaşmasını engellemektedir.
Parsel bazında yapılan kentsel dönüşümün bir diğer problemi, bilinçsizce yapılmasıdır. İnsanlar, sadece yıkılmama garantisi almak için evlerini betonarme olarak yeniden inşa etmektedir. Bu durum, diğer tüm yanlışları aynen devam ettirmektedir.
Parsel bazında yapılan kentsel dönüşüm, sorunların kırk yıl sonraki torunlarımıza bırakılmasıdır. Bu dönüşümün sonucunda, sorunlar daha da büyüyecektir.
Sonuç olarak, Türkiye'de yapılan kentsel dönüşüm, bir parsel bazlı bina yerleşimidir. Bu dönüşüm, şehri daha yaşanabilir hale getirmemektedir. Aksine, sorunların daha da büyümesine neden olmaktadır.
Taşıyıcı Sistemler ve Yapıların Dayanıklılığı
Esma Betül, bu binaları taşıyan özellikleri nedir, neleri kapsamaktadır, dediği deminden beri söyledik ama anlatalım. Bir binanın bir planı, ilk görünüşü, bir kesiti vardır. Diyelim ki siz, konumuz bina değilse, o yapının hangi malzemelerle inşa edildiğini, nasıl taşındığını, işlendiğini bilemezsiniz. Taş, İstanbul'da binayı ayakta tutan ana taşıyıcı sistemdir. Dolayısıyla en temel taşıyıcı sistemler şunlardır:
- Ahşap yapılar: Çatı, kiremitler veya tuğlalar üst üste örülerek yapıldığı yapılar.
- Ahşap karkas yapılar: Ahşap taşıyıcılarla çaprazlarla bağlanan yapılar.
- Ahşap dolgu sistemleri: Farklı dolgu sistemleri içeren yapılar, örneğin düşey dolgu sistem veya kerpiç sistem.
- Çelik yapılar: Çelik malzemelerle yapılmış taşıyıcı sistemler.
- Betonarme yapılar: Beton ve çelik kombinasyonuyla yapılmış ağırlıklı olarak kullanılan yapılar.
Bizim büyüklerimiz bu toplam inşaatın yüzde 95'inden fazlasının betonarme yapılar olduğu bir sistemde büyüdüler. Bu yapılar, taşıyıcı sistemle birlikte binayı taşıyan ana inşaat sistemini ifade eder. Bu yapılaşmalar aynı zamanda depreme karşı koruyucudur. Ancak hiçbir soru, bu tür soruları açık uçlu cevaplamayı doğru bulmamakla birlikte şunu söyleyebilirim:
Taşıyıcı sistem, binanın ağırlığını taşıyan yapısal elemanların oluşturduğu sistemdir.
Taşıyıcı sistemler, binanın malzemesine, kullanım amacına ve bulunduğu yere göre değişebilir. Ancak, temel olarak şu tür taşıyıcı sistemler vardır:
- Ahşap taşıyıcı sistemler: Ahşap, İstanbul'da binayı ayakta tutan en eski taşıyıcı sistemdir. Ahşap taşıyıcı sistemler, çatı, kiremitler veya tuğlalar üst üste örülerek yapıldığı yapılardır.
- Karkas taşıyıcı sistemler: Karkas taşıyıcı sistemler, metal veya ahşap malzemelerden yapılan taşıyıcı elemanların oluşturduğu sistemlerdir. Karkas taşıyıcı sistemler, çelik karkas yapılar ve ahşap karkas yapılar olmak üzere iki gruba ayrılabilir.
- Dolgu taşıyıcı sistemler: Dolgu taşıyıcı sistemler, farklı dolgu malzemeleri içeren yapılardır. Dolgu taşıyıcı sistemler, düşey dolgu sistemler ve yatay dolgu sistemler olmak üzere iki gruba ayrılabilir.
- Betonarme taşıyıcı sistemler: Betonarme taşıyıcı sistemler, beton ve çelik malzemelerin kombinasyonuyla yapılan taşıyıcı sistemlerdir. Betonarme taşıyıcı sistemler, günümüzde en yaygın olarak kullanılan taşıyıcı sistemlerdir.
Taşıyıcı sistemlerin seçimi, binanın malzemesine, kullanım amacına ve bulunduğu yere göre değişir. Örneğin, ahşap taşıyıcı sistemler, hafif ve küçük yapılar için uygundur. Çelik taşıyıcı sistemler, yüksek ve dayanıklı yapılar için uygundur. Betonarme taşıyıcı sistemler, her türlü yapı için uygundur.
Taşıyıcı sistemlerin depreme karşı dayanıklılığı, taşıyıcı sistemin malzemesine ve tasarımına göre değişir.
Ahşap taşıyıcı sistemler, çelik taşıyıcı sistemlere göre daha az depreme dayanıklıdır. Betonarme taşıyıcı sistemler ise, ahşap ve çelik taşıyıcı sistemlere göre daha fazla depreme dayanıklıdır.
Taşıyıcı sistemler, binanın güvenliğini ve dayanıklılığını sağlayan en önemli yapısal elemanlardır.
Bu nedenle, taşıyıcı sistemlerin tasarımı ve yapımında dikkatli olunmalıdır.
Mevzuata, yönetmeliklere ve tecrübeye uygun şekilde yapılan her yapı depreme karşı dayanıklı bir yapıdır. Ancak, Türkiye'deki yapılarda bu durum genellikle sağlanamamaktadır. Bunun temel nedeni, Türkiye'deki yapılaşma oranlarının yüksek olması ve bu yapıların büyük bir kısmının kaçak olmasıdır.
Kaçak yapılar, mevzuata, yönetmeliklere ve tecrübeye uygun şekilde yapılmadığından depreme karşı dayanıklı değildir. Bunun yanı sıra, betonarme yapılar depreme karşı diğer yapılara göre daha dayanıksızdır. Ancak, Türkiye'de betonarme yapılar, diğer yapılara göre daha yaygın olarak kullanılmaktadır.
Betonarme lobisinin etkisi de, Türkiye'de betonarme yapıların yaygınlaşmasında önemli bir rol oynamaktadır. Üniversitelerde betonarme yapı tasarımı ve inşası ağırlıklı olarak öğretilmektedir. İhale mevzuatı da betonarme yapıları özendirmektedir. Bu nedenlerle, Türkiye'de alternatif malzemelerin kullanılması, özellikle önemli yapılarda, oldukça zordur.
Örneğin, hastane binaları gibi önemli yapılarda, alternatif malzemelerin kullanılması neredeyse imkansızdır. Bunun nedeni, çimento, beton ve inşaat lobisinin baskın olmasıdır. Bu lobinin etkisiyle, alternatif malzeme kullanımı konusunda önemli bir değişiklik yapmak zordur.
Türkiye'de, Fransa'da olduğu gibi, yapıların en azından dış cephe kaplamalarının doğal malzemelerle yapılmasını öngörecek bir yönetmelik değişikliğinin yapılması için en az 20 yıl geçmesi gerekebilir.
Sismik İzolatör Sistemleri ve Dayanıklılık
Sultanahmet'teki Dikilitaş, 2500 yıldır depreme karşı direnerek ayakta kalabilmiştir. Japonya'da ise sismik izolatör sistemleri uzun yıllardır kullanılmaktadır. Türkiye'de ise bu sistemler henüz yaygın olarak bilinmemektedir. Ancak, büyük şehir hastanelerinde ses izolasyon sistemleri kullanılmaya başlanmıştır.
Sismik izolatör sistemleri, Japonya'da geliştirilmiş ve depremin etkisini azaltmak için kullanılan bir teknolojidir. Mimar Sinan'ın eserleri gibi Türkiye'de de bu sistemlere ait örnekler bulunmaktadır. Ancak, bu sistemlerin maliyeti önemli bir faktördür. Örneğin, Sultanahmet'teki bir modelde mavi kat başına yüzde 11 maliyet getirmektedir. Bu da 100.000 dolarlık bir projede 11.000 dolarlık ek maliyet demektir. Ancak, bu maliyetin riski yüzde 40 azaltabileceği belirtilmektedir.
Peki, bu sistemler neden tercih edilmiyor? Türkiye'de birçok mimarın sismik izolatör sistemini neden pek uygulamak istemediğini sordum. Bir gayrimenkul danışmanıyla konuştuğumda, bu konuda bilgili olan mimarların sayısının az olduğunu belirtti. Türkiye'deki mimarların çoğunun geleneksel inşaat tekniklerine alışkın olduğunu ve değişiklik yapmaya isteksiz olduklarını ifade etti.
Geleneksel tekniklerin hafif ve depreme dayanıklı olduğunu vurgulayan bir örnek verdi. Kendisinin inşa ettiği geleneksel Türk evinin, aynı büyüklükteki bir betonarme binadan beş kat daha hafif olduğunu ve depremlere karşı dayanıklı olduğunu belirtti. Maliyet açısından da geleneksel tekniklerin avantajlı olduğunu ifade etti.
Ancak, sismik izolatör sistemlerinin de avantajları olduğunu söyledi. Bu sistemlerin deprem riskini azaltabileceğini, ancak maliyetinin daha yüksek olduğunu belirtti. Maliyetin insan hayatını kurtarmak için ödenen bir bedel olduğunu, bu nedenle yapıların önüne uzatılması gereken bir yatırım olduğunu dile getirdi.
Son olarak, geleneksel Türk evinin maliyetini örnekleyerek, temelde kullanılan malzemelerin maliyetine odaklandı. Bu malzemelerin maliyetinin yüzde 3 olduğunu ve bu nedenle maliyetin ana sorun olmadığını belirtti. Gerçeklerle yüzleştikçe, bilgiyle uçmanın kolay olmadığını ve gerçeklerin önemli olduğunu vurguladı.
Hitit kalıntılarında kesme taştan oluşan temellerin altında yuvarlak moloz kaşlarına rastlıyoruz. Bu temellerde temel tahkimatı, yani toprağın üzerine yapılan takviyeyi görüyoruz. Bu, yuvarlak kaşların yatay yükleri de sismik izolatör sistemini gösterdiğini gösteriyor. Aslında, bu sistemlerin maliyeti bile yüzde 10'a bile ulaşmaz. Topladığınız taşı önce dereye koyuyorsunuz, ardından üzerine kesme taştan temeller yapıyorsunuz ve işi çözmüş oluyorsunuz. Dolayısıyla, betonarme içindeki yüzde 10 önerisi, kendi içinde radikal bir şekilde geleneksel işlere dönüşü ifade ediyor.
Ancak, Japon bir mimar, Türkiye ile Japonya'yı karşılaştırdığında, Türkiye'nin çelik kullanımında farklı olduğunu ifade etti. Türkiye'de betonun içine çelik eklenirken, Japonya'da çelik, betonun etrafına sarılır. Türkiye'nin çelik maliyetinin yüksek olduğunu söyledi. Çelik koyduğunuzda, demir koymuş oluyorsunuz. Bu da evin maliyetini artırıyor. Fiyatları örnekleyerek, demirin kilosunun bir yıl önce 3,75 lira iken şu an 12 lira olduğunu belirtti. Betonun kilosunun bir yıl önce 300 lira iken şu an 800 lira olduğunu ifade etti. Bu yüksek maliyetlerin ekonomik yönetim, teknolojik esaret ve döviz atakları gibi faktörlerden kaynaklandığını vurguladı.
Yani çelik kullanımının Türkiye'de yaygın olmasının nedeni maliyet. Aynen öyle, şöyle düşün; etkiyi düşün. Çok iyi bilirsin Ali Osman Hoca etriye. Aslında betonarmede boyuna demirlerden daha önemli olan etriyelerdir. Ancak, eskiden etriyeler, demirleri bir arada tutmak için döşenen bir demir parçası gibi muamele görüyordu. Yani, yatay demirler, yanındaki yatay saran demir ne işe yarar diye düşünülmüyordu. Etriye sıkıştırması meselesi çok az düşünülüyordu.
Son 15-20 yıl öncesine kadar etriyeler, demirleri bir arada tutmak için döşenen bir demir parçası gibi muamele görüyordu. Yani, yatay demirler, yanındaki yatay saran demir ne işe yarar diye düşünülmüyordu. Etriye sıkıştırması meselesi çok az düşünülüyordu. Ancak, artık etriyelerin önemi anlaşılmış ve daha fazla önem verilmeye başlanmıştır.
Evet, üçüncü çözüm olarak da Japon mimarı, izolatör sisteminin bitmiş betonarme hastane, okul gibi kamu binalarının da daha sonradan eklenebilir olduğunu söyledi. Bununla ilgili olarak, yıl sonuna kadar kısa bir sürede kamu binalarının güçlendirilmesi için bu izolatör sistemine geçilmesi için yetkililer tarafından talimat verilmesi gerektiğini belirtti.
Ocak ayındaki bir programda, bitmiş betonarme binalara izolatör sistemi eklenip eklenemeyeceği tartışıldı. Bu konuda uzman olan bir mühendis, hidrolik vinçler veya özel çelik yapılar kullanılarak bu işlemin gerçekleştirilebileceğini belirtti. Ancak, bu işlem oldukça maliyetli ve karmaşık olduğu için her binada uygulanması mümkün olmayabilir.
Bir başka uzman ise, Mecidiyeköy'deki üst geçit köprülerinin altını daha sonradan izolatör sistemiyle donatıldığını hatırlattı. Bu örnekten yola çıkarak, bitmiş betonarme binaların da benzer bir sistemle güçlendirilebileceğini söyledi.
Bu öneri, depreme karşı daha dayanıklı yapılar inşa edilmesine yardımcı olabilir. Ancak, betonarme yapıların tamamen ortadan kaldırılması şu anda mümkün görünmüyor. Bu nedenle, izolatör sistemi gibi güçlendirme yöntemlerinin yaygınlaştırılması önem taşıyor.
Programda ayrıca, ahşap Osmanlı tipi yapılaşmanın depreme karşı daha dayanıklı olduğu belirtildi. Bu tür yapılarda, depremin etkisini azaltan doğal malzemeler kullanılıyor. Ancak, bu tür yapıların inşası da betonarme yapılara göre daha maliyetli ve zaman alıcı olabilir.
Sonuç olarak, depreme karşı daha dayanıklı yapılar inşa etmek için farklı çözümler üzerinde çalışılması gerekiyor. Bu çözümler arasında, izolatör sistemi gibi güçlendirme yöntemlerinin yanı sıra, geleneksel ahşap yapılaşmanın da yer alması önemli.
Kanada'da, her insan müstakil bir evde yaşama fırsatına sahiptir. Devlet, müstakil ev satın almak isteyenlere mortgage kredisi verir ve ilk ev için 20 bin dolarlık bir destek sağlar. İnsanlar bu krediyi ömür boyu öderler, kira öderler gibi. Ancak, işçiler ve göçmenler genellikle betonarme binalarda yaşarlar.
Umarım, geleneksel Osmanlı ev tipini yeniden benimseyerek, depreme karşı daha dayanıklı ve insan fıtratına uygun evlerde yaşama şansımız olur. Belki de büyük bir deprem, bu dönüşümü sağlayacaktır.
Bu dönüşümün ardından, yeniden yapılaşma nasıl olacak? En büyük alternatiflerden biri müstakil yapılaşma modeli, diğeri izolatör yapılaşma modeli, üçüncüsü de çelik yapılaşma modeli olarak öne çıkıyor.
Sayın hocam, gerçekten çok teşekkür ederim. Bu etkinliği başlattığımız ofisimiz zayıf aydınlıktı ve hava kararmaya başlamıştı. Ben de teşekkür ediyorum ve kaydı burada durduruyorum. Gerçekten iyi bir ders oldu arkadaşlarımız için.
Teşekkür ederiz, görüşmek üzere, kolay gelsin. Arkadaşlar, işler sağolun, ağlayacağım. İyi günler, teşekkür ederiz, kolay gelsin. İyi günler.
No comments:
Post a Comment