Teşekkür ederim. Ali Osman hocam, afet haberciliği dersi kapsamında yapılan bu yayından herkese merhabalar.
Konumuz deprem sonrası psikolojik sağlamlığı korumak. Konuğumuz ise Çanakkale 18/3 Üniversitesi'nden Sayın Profesör Doktor Demet Güleç Çörekçi. Araştırma alanları arasında tıp, Sağlık Bilimleri, dahili tıp bilimleri ve psikiyatri bulunan hocamıza hoş geldiniz diyoruz.
Hoş bulduk, teşekkür ediyorum. Davetiniz için gerçekten teknik anlamda birkaç sorun yaşasak da tam zamanında başlayabildik.
Aslında bugünü bir röportaj gibi planlamıştık, ancak ben daha yapılandırılmış sorular ve konuyla ilgili daha kapsamlı bir yaklaşım benimsemek istedim. Bu nedenle kısa bir sunum hazırladım. Sorularınızı dinleyebilirim veya sunum arasında da kesebilirsiniz. Nasıl ilerleyelim, siz nasıl isterseniz?
Hocam, sizin rahat ettiğiniz şekilde devam etmek isteriz. Çünkü ancak bu şekilde psikolojimizi formda tutabiliriz. Buyurun hocam.
Evet, pekala. O zaman Zeliha hocamın birtakım soruları vardı ve birlikte telefonla da görüştük. Afetlerde neler oluyor, travma nedir, travmanın etkileri neler, psikolojik dayanıklılık nedir, nelerden etkilenir, korumanın yolları neler veya nasıl sağlamlaşır, bunlar üzerine konuşmak istiyoruz.
Depremler sonrasında neler yaşandı, neler bitti ve başımıza neler geldi? Bu, deprem ülkelerinde yaşayan insanlar olarak her an kaygılı ve tedirgin olmamıza sebep oluyor.
Sunuma başlamadan önce, bu yıl yapılan 58. Ulusal Psikiyatri Kongresi'nde ana konumuzun depremler olduğunu belirtmek isterim. Bu konuşma, kongremizin ana teması ve alanda çalışan birçok meslektaşımın katkılarıyla hazırlanmış bir özet sunum olacak.
Türkiye Psikiyatri Derneği'nin Travma Çalışma Birimi, depremlerle ilgili çok kapsamlı çalışmalar yapmıştır. Travma nedir, psikolojik destek nedir, travmayla nasıl baş edilir gibi konularda doğru ve bilimsel bilgiye ulaşmak için Türkiye Psikiyatri Derneği'nin resmi sayfasına başvurabilirsiniz. Şimdi kısaca bu bilgilendirmeyi yapmak isterim.
Afetlerde psikolojik dayanıklılık nedir, bunun üzerine odaklanarak sunumumuza başlayalım, ve elimizden geldiğince sorularınızı yanıtlamaya çalışacağım.
Travma ve doğal afet tanımını, travmanın etkilerini, psikolojik dayanıklılık kavramını ve psikolojik dayanıklılığı etkileyen bazı faktörlerden bahsetmek istiyorum. Şimdi, travma çok yaygın bir yaşantı haline geldi.
Bu, pelesenk hale geldi, değil mi? Dilimizde herkes travma kelimesini kullanırken, travma olduk. Travma tik oldum. Bu kavramları sıkça duyar olduk. Peki, biz neye travma diyoruz? Burada, çocukluk çağından başlayan bir dizi olayı görebilir misiniz? Slaytlar elimizde olmayabilir ama.
Evet, birçok şey, çocukluk çağı travmaları, doğal afetler, trafik kazaları, cinsel saldırı, savaş gibi her şeyi içerir. Bunlar fiziksel saldırıya maruz kalmak, yaralanmak, ölüm. Bu olaylara travma diyoruz. Ayrıca, bizim travma ağacımız da var.
Yani, travma ağacı dediğimiz şey aslında birçok analojiyle açıklanabilir. İnsanın etkilenmesiyle ilgili bir şey. Travma işte, dalımız kırıldı, kanadımız kırıldı, türkçemizde çok sık kullanılan ifadeler, değil mi? Kalbim kırıldı, kolumu kanadımı kırdılar gibi. Bu, canlı bir varlığa atıfta bulunan bir tanımlama.
Ağaç analojisine devam edersek, burada kayıp, savaş, terör, hastalık, tecavüz ve aile içi şiddet gibi birçok olaydan bahsediyoruz. Bunlar, yaşamın köklerine yapılan saldırılar.
Doğal afetler, özellikle depremler, yaşamımızın temellerini sarsan, toprak ananın bizi kapsayan, bizi tutan yerde ortaya çıkan bir sarsıntıdır. Bu, yaşamla kurduğumuz bağları ve anlam ilişkilerini ortadan kaldırabilir, değiştirebilir ve zorlayabilir.
Şimdi, travma ağacında birçok türde travma var. Bu tür travmaların birçok belirtisi vardır. Ruhsal belirtiler, davranışsal belirtiler, tıpkı bir enfeksiyonla karşılaştığımızda ortaya çıkan ateş gibi fizyolojik tepkiler bunlar, ancak bunların ruhsal hastalık boyutu farklıdır. Bu, travmanın bütün belirtileriyle başa çıkmak ve iyileşmek için farklı ruhsal dayanıklılık tepkilerini içerir.
Travmanın bütün belirtileri sonunda iyileşme sürecine yol açar. Ancak, travmatize olduktan sonra yalnızlaşma, sessizleşme, kaçınma ve travma olayının veya toplumda ortaya çıkan diğer olayların üzerine geçme gibi özgül anlamları olan belirtiler de vardır.
Bu tür olayları anlamlandıramadığımızda, yaşamın bu bütünlüğünü bozan deneyimlerdir. Ancak, bu olayları anlamlandırdığımızda, bir hikaye yazdığımızda, sembolize ettiğimizde ve dile getirdiğimizde iyileşme sürecini başlatabiliriz.
Doğal afetler, özellikle depremler, ülkemizde yaşanan felaketler, her şeyin sorgulanmasına neden oldu ve hepimiz çaresizlik duygusuyla baş başa kaldık.
Psikolojik dayanıklılık, çok tartışılan bir kavram. Peki, psikolojik dayanıklılık nedir? Hayatları boyunca birçok insan, yaşamlarını tehdit eden durumlarla karşılaşırlar ve bu durumlar karşısında direnç gösterirler. Ancak, bazı insanlar bu tür olaylar sonrasında uzun süre acı çekerken, diğerleri daha az etkilenir veya daha hızlı iyileşir gibi görünürler.
Kayda değer bir grup var ki, her şeye rağmen başlarına gelen kaybın ya da travmatik olayların geçici sarsıntılarından sonra iyi bir şekilde bunu atabiliyorlar ve hayatlarını rahat bir biçimde devam ediyorlar. İşte tam da burada, bugün konuştuğumuz konu, bu işte röportaj derseniz, sunum derseniz, nasıl tanımlamak isterseniz bu dayanıklılık meselesini biraz konuşacağız. Neden bazıları işin içinden çıkabiliyorlar? Neden bazıları takılı kalıyor, neden ilerleyemiyor?
"Rezil yıldız" kavramına biraz kökensel bir giriş yapalım isterseniz. Latince "resilio"dan köken alır ve "zıplama" ya da "geri sıçrama" gibi çevirileri vardır. Ancak etimolojisi hâlen tam olarak bilinemiyor. Ama terimin kaynağına baktığımızda, dayanıklılığı kritik durumlar karşısında, özel bir eylem anını ve kendini ifade etme kapasitesini tanımlar. Fiziksel, biyolojik, teknik, psikolojik, pedagojik, sosyal, politik ve kültürel sistemlerdeki bir durumu ifade eder.
Bu, bir taraftan anlam ifade eder. Bu kavram, sistemin neden çöktüğünü de işaret eder. Yani, psikolojik dayanıklılığınızı belirleyen şeyler, biyolojik, fiziksel, teknik, psikolojik, pedagojik, sosyal, politik ve kültürel sistemlerdeki artan kırılganlık durumuna rağmen, neden sistem çökmedi sorusunu sorar.
Burada biyolojik, teknik, psikolojik, ruhsal yapımız, pedagojik gelişimsel, sosyal, politik ve kültürel sistemlerin belirleyici olduğu şeyler çok önemlidir. Politik sistem, kültürel sistem, sosyal sistem; bunlar dayanıklılığımızı belirleyen unsurlardır. Bu, sağlam bir karakterle ilgili bir şey değildir. Sadece kişilik yapısı vardır ve kişilik yapısı içinde kırılganlıklar vardır. Dolayısıyla, fiziksel, biyolojik, teknik, psikolojik, pedagojik, sosyal, politik ve kültürel sistemlerde artan bir kırılganlık durumuna rağmen sistem neden çökmedi? Sorusunu soruyoruz.
Tabii burada benzer bir araştırma var. Emi ve Werner'in 1955 yılında yaptığı 32 yıl süren bir izlem çalışması. Hawaii'de doğan 698 çocuğu intrauterin dönemden başlayarak yaşamlarının otuzlu yıllarına kadar takip ediyorlar. Doğum öncesi maruz kaldıkları stresten yoksulluğa, aile içi sorunlara kadar pek çok olumsuz deneyimi kaydederler ve bu çocukların üçte ikisi temelde istikrarlı, başarılı ve mutlu ailelerden gelirken, diğer üçte biri risk grubu olarak belirlenir.
Risk grubundaki çocukların üçte ikisi 10 yaşına geldiklerinde ciddi öğrenme ve davranış sorunları geliştirmiş, ancak 18 yaşına geldiklerinde suç kayıtları, ruhsal sorunlar ya da erken gebelik gibi olumsuzluklar yaşamışlar. Ancak kalan üçte biri yeterli özgüvene sahip, sevgi dolu genç yetişkinlere dönüşmüş.
Tabii o zaman soru sormak gerekiyor, değil mi? Zihnimizde uyanan sorular genetik faktörlerden ziyade çevrenin yıkıcı etkisiyle belirleniyor. Peki, bu dayanıklılığı dediğimiz şeyi ne belirliyor? Bu sunumun sonunda sizden daha çok soruyla ayrılacağınızı düşünüyorum, çünkü tek bir yanıt vermek mümkün değil.
Burada yine veriler, dayanıklılığın birkaç etkenle öngörüldüğünü gösteriyor. Bazı etkenler şansa bağlı olabilir, yani dayanıklı bir çocuğun destekleyici bir bakıcıya, ebeveyn öğretmene güçlü bir bağa sahip olması gibi. Ancak diğer bir etken son derece bireyseldir, yani çocukların çevreye nasıl tepki verdikleriyle ilgilidir. Dayanıklı çocuklar, genç yaşlardan itibaren dünya ile kendi koşullarında başa çıkan, yeteneklerini keşfeden, yeni deneyimlere açık olan, olumlu bir sosyal yönelime sahip olan ve belki de en önemlisi içsel kontrol odakları güçlü olan kişilerdir, dayanıklı olanlar.
Başarılarını koşulların değil, kendi iradelerinin belirlediğine inananlar. O zaman 'kimlere dayanıklı diyoruz' sorusunun yanıtını da kısmen olsa vermiş oluyoruz, diye düşünüyorum. Şimdi sunumda yolu yarıladık. Ben de söz verdiğim gibi en az bir 20 dakika ya da yarım saatlik bir konuşma yapabileceğimi söylemiştim. E, buraya kadar soru ya da katkı olan, sormak istediğiniz bir şey var mı? Bana devam etmemi ister misiniz? Dikkatiniz nasıl? Yoruldunuz mu?
32 Yılın Ardındaki Deprem Sonrası Dayanıklılık:
Çocuk Psikolojisi İncelemesi
Gerçekten teşekkür ediyoruz. Çok akademik bir sunum oldu. Biz de şanslıyız, böyle bir akademik sunuma tanıklık ettiğimiz için gerçekten sorularımız sınırlıydı. Ama bu sunumdan sonra sorularımızın üstüne diğer sorular da eklenmiş oldu ve olacak dediğiniz gibi 32 yıllık o gözlem çok önemli.
Demek ki depremde o yerin altından 10 açığa çıkan betese maruz kalan çocukları bir proje dahilinde size izleme fırsatı verseler, belki size benzer şekilde üçte biri şu şekilde, üçte biri şu şekilde, üçte biri de şu şekilde hayatlarına devam etti diyeceksiniz; yani psikolojik.
Travmalar sonucunda ortaya çıkan bu dayanıklılık durumu gözlem süresi minimum 32 sene gibi geldi. O nedenle de henüz bir sene seni doldurmayınız. Bu deprem sonrası ortaya çıkan bu travma tik durumdaki gözlemleriniz nedir? Demekten artık şey olmaya başladım. Yani çekinmeye başladım çünkü gözlem süreniz 32 yıl olması göstermiş olduğunuz çalışmada onu gösteriyor ama benim merak ettiğim tabii 1500 yılda meydana gelen bir büyük depremden bahsediyoruz. Bir değil, 2 büyük depremden.
Bahsediyoruz 99 yılında meydana gelen bir İzmit depremi, 39 saat arayla 2 defa üst üste oldu. Şimdi tek büyük depreme maruz kalan çocukların durumuyla 2 büyük depreme, 9 saat arayla maruz kalan çocukların durumu 32 yıl izlenesi ne olurdu? Yani 2 büyük depreme maruz kalmak daha mı dayanıklı yapardı? Tek büyük depreme maruz kalan çocuklara göre, tabii ki bu bilimsel bir çalışmanın konusu olabilir diye merak ettim.
Dünyada 9 saat arayla olan 2 büyük deprem yok. Bunlara zaten double deprem deniyor, duble travma deniyor, duble yüklenme deniyor. Tabii ki böyle bir deprem dünyada olmadığı için bu depremin sonuçlarına maruz kalmış çocukların. Seyri yaşamda gelecekteki 32 yıl içerisindeki davranış ve psikolojik şekillenmeleri bilemiyorum. Belki de dünyada bir araştırma için ilk defa önemli bir konu olabilir. Dünyada böyle bir şey olmadı.
Hani bir araştırmacı olarak bizler bilim insanlarıyız. Tabii ki araştırma konuları ortaya bulmak zorundayız ki bu tür multidisipliner çalışmalar ortaya çıksın. Çok sayıda çocuk hâlâ bu travmayı sokaklarda yaşıyor. Şu anda hâlâ konteynerde yaşayanlar var. Hâlâ göç etmiş başka şehirlerde yaşayanlar var. Tabii ki bu yaşamış oldukları koşullar sizin de dediğiniz gibi koşullara göre değil, kendi iradelerine göre kararlarının belirlemesine dayanıklılık demiştiniz. Evet, biraz olay gerçekten sizin bu çalışmalarınızda biraz ilham verdi. Ben teşekkür ediyorum. Benim sorum değil ama belki de soru olarak kabul edebilirsiniz. Teşekkürler hocam.
O zaman bir mola vermiş gibi olalım, buradan devam edeyim isterseniz.
Daha önce belirttiğiniz konuya geri döneceğim, tam olarak dikkat ettiğiniz yere odaklanarak devam edeceğim. Şimdi, bu dayanıklılığı belirleyen birçok faktör var. Örneğin, dayanıklılık 2 depreme maruz kalmak, farklı işlerde 5 yıl sonra ne olacağını, 10 yıl sonra ne olacağını, 20 yıl sonra ne olacağını düşünmek gibi sorulara yanıt aramakla ilgili. Yanıtlar oldukça önemlidir. Ancak, daha önemli bir konu daha var.
Bu konu üzerinde durdu mu? Bir de olasılık meselesi var. Yani, bu kadar yıkıcı ve travmatik deneyimin yaşanmasını nasıl önleyebiliriz dedi mi? Dayanıklı olabiliriz, travmaya maruz kaldıkça dayanıklı hale gelebiliriz, ancak ne kadar dayanıklı olabiliriz, yani dayanıklı olmak zorunda bırakılan durumların bir kısmı önlenebilir.
Dayanılmaz olmak zorunda olmayabilir. Yani, dayanıklı binaların olması, zor durumlarla başa çıkmamızı gerektirmeyebilir. Şimdi olayın başka bir boyutu var. Tabii ki çok geniş bir perspektifi var. Bu nedenle bu konuda şunu vurgulamak isterim: Bazı dayanıklı çocuklar, özellikle dayanıklılığın zaman içinde nasıl değişebileceğini fark ediyorlar. Yani bir dönem dayanıklı olabilirsiniz, ancak başka bir dönemde aynı olaya karşı dayanıklı olmayabilirsiniz.
Ya da bazı dayanıklı çocuklar, hassas noktalarda birden fazla ağır stres yaşarlarsa, dayanıklılıkları azalabilir. Yani sürekli olarak darbeler aldığınızda, aynı noktadan daha sağlam bir tepki veremeyebilirsiniz. Bu nedenle, dayanıklılığın sürekli bir denge içinde tutulması gerektiğini düşünmek önemlidir. Dayanıklılığın hesabı sürekli olarak tutulurken, denklemde hangi tarafın daha ağır bastığı önemlidir: Dayanıklılık kaynakları mı yoksa risk faktörleri mi? Risk faktörleri o kadar yoğun hale gelebilir ki...
Ve kısacası burada şunu belirtmek önemli: Herkesin bir kırılma noktası vardır. Çocuklukta dayanıklı olmayanlar, zaman içinde dayanıklılık becerileri geliştiren kişiler olabilirler.
Çocukluktan beri çok dayanıklı olan bir kişi, bir gün bir yerde dayanamaz hale gelebilir.
Bu, bir süreçte ortaya çıkan bir kavramdır. Yani, bahsedilen tüm bu araştırmalar sayesinde herhalde.
Hukuksuz deneyimlerden sonra dayanıklılık gösterme becerisi önemli bir, sizin de belirttiğiniz gibi, araştırma alanı halini aldı. Artık karmaşık, zorlu ve umutsuz durumlarla başa çıkma yeteneğini geliştirmek için.
Bir gelişim psikolojisinden bahsettiğim bu dayanıklılık kavramının 4 ana dalgada ilerlediğini, ilk dalganın bireysel dayanıklılığa katkı sağlayan koruyucu etkenleri tanımladığını, bununla sınırlı olduğunu, yani bireyle sınırlı olduğunu söylediğinizi hatırlıyorum. Ancak şimdi geldiğimiz noktada, dayanıklılığın bir kişilik özelliği olmaktan çok daha öte bir süreç olduğunu belirtmek isterim.
Önünde bir fikir birliği var artık ve bireysel özellikler hala araştırılmaktadır. Ancak ikinci dalga dayanıklılığı, çevresel ve ekolojik sistemleri gömülü bir kavram olarak ele alıyor.
Dolayısıyla...
Dayanıklılık birçok sürecin sonucu olarak ortaya çıkan karmaşık bir olgudur. Bunu belirtmek isterim. Üçüncü dalgada ise dayanıklılığın kendiliğinden ortaya çıkmadığını ve onun oluşumunu desteklemek için bir takım müdahalelerin, bir takım eğitimlerin tasarlanmasını amaçlaması gerektiğini vurgulamak isterim.
Doğru, üçüncü dalga ise genetik, nörobiyolojik gelişim, bağlam ve diğer etkileşimleri yani tamamını birbirleriyle bütünleştiren çok düzeyli dinamiklere odaklanmış durumdadır. Özetle nedir dayanıklılık sorusuna verilecek yanıt?
Çok boyutlu.
Dinamik.
Ve zaman bağımlı bir kavramdır.
Dayanıklılık kavramı. Evet, bunları burada gördüğünüz gibi epigenetik ve genetik. Bizim çok konuştuğumuz bir mesele. Stres yanıtı, gözü peklik, öz yeterlilik gibi kişilik özellikleri.
Içsel bir kontrol odağının olması, yeniden değerlendirebilme gibi yani düşünme, yeniden
Haliyle, dayanıklılık, çevrenizin size ihtiyacınız olan kaynakları ne ölçüde sağladığıyla çok yakın ilişkilidir. Yani, dayanıklılık yalnızca içimizde saklı bir cevher değildir. Sosyal adalet ve kamu politikaları gibi toplumsal işleyişin belirleyici rolü, dayanıklılıkta yadsınamaz. Bununla ilgili hemen size, kanıta dayalı bazı araştırmalardan söz etmek isterim.
Brody ve arkadaşlarının yaptığı bir araştırmada, sürekli olarak ayrımcılığa maruz kalan Afrika kökenli Amerikalı gençlerin, ergenlik dönemlerinin 3 ayrı döneminde stres hormonları, kan basıncı değeri ve beden kitle indeksi gibi belirteçlerin örttükleri gözlemlenmiştir. Bu çalışmada, gençlerin çok yüksek seviyede stres yükü taşıdıkları, ayrımcılığın biyolojik etkileri olduğu ve ayrımcılığa maruz kalmayan, destek gören gençlerin bu tür belirtileri daha az yaşadığı kanıtlanmıştır.
İngiltere'den gelen bir başka çalışma, dayanıklılığın olağanüstü stres veya tehdit içeren durumlarla ilişkili olduğunu gösterir. Dayanıklılık kavramının, iç kaynaklar kadar dış kaynaklardan da etkilendiğini düşünürsek, İngiltere'de Margaret Thatcher ve Tony Blair hükümetleri dönemlerindeki büyüme paternlerinin dayanıklılık üzerindeki etkilerini inceleyen bir çalışmada, gençlerin dayanıklılık düzeylerinin daha yüksek olduğu sonuçlarına ulaşılmıştır.
Belirttiğiniz gibi, daha düşük ölçekli olumsuzluklar karşısında bireysel güç ve niteliklerin dayanıklılık için önemli olabileceğini kabul ediyoruz. Ancak, çocukluk çağında yaşanan olumsuz deneyimler, kültürel, etnik veya ekonomik faktörlere bağlı olarak yapısal dezavantajlarla karşılaşan bireylerde daha fazla etkili olabilir. Bu durumda, dayanıklılığı artıran etkenler arasında erişebileceğiniz kaynaklar, eğitim, sağlık, eşitlik ve adalet gibi faktörlerin önemli olduğunu söylemek mümkündür.
Ancak, dayanıklılığın bedeli olduğunu ve bu bedelin sosyal, kültürel, politik ve bireysel düzeylerde ödenen bir maliyet olduğunu kabul etmeliyiz. Tanıklıkların ve dayanıklılığın bedellerini düşünürken, tarih boyunca yaşanan kitlesel zulüm ve soykırımlarda gözlenen etkileri görmek mümkündür.
Günümüzde, Gazze Şeridi'nde yaşayan Filistinliler ile İsrail devletinin uyguladığı şiddetin etkileri de bunun bir örneğidir. Bu durumda, tanıklıklar ve dayanıklılık kavramı, bireysel ve toplumsal düzeyde nasıl anlamlandırıldığımızı belirleyebilir ve bu, dayanıklılığın bedellerini ödeyip ödemeyeceğimizi de belirleyebilir. Çeşitli araştırmalara göre, sürekli maruz kalınan stresin dayanıklılığı artırabileceği ve bunun bir örneğinin, aralıklı stresle başa çıkmanın dayanıklılığı artırabileceği yönündedir.
No comments:
Post a Comment