Monday, January 1, 2024

Depremler ve Psikolojik Sağlık: Dayanıklılığı Arttırma İpuçları

Depremler sonrası psikolojik sağlamlığı korumanın ipuçları ve uzmanlık alanlarıyla ilgili değerli bilgiler içeren bir sunumunda Profesör Doktor Demet Güleç Öyekçin, deprem sonrası psikolojik sağlamlığı korumanın önemini vurguluyor ve bu konuda faydalı ipuçları sunuyor. Okuyucularımızın da bu konuda bilgi sahibi olmalarını ve psikolojik dayanıklılıklarını artırmalarını sağlayacak bu değerli içeriği paylaşmak istedim. Detaylı bilgi için aşağıdaki linkten sunumu inceleyebilirsiniz.


Evet, öncelikle hocamıza teşekkür ediyoruz. Profesör Doktor Demet Güleç, yıllardır afetler, psikolojik dayanıklılık ve destek konularında gerçekleştirdiği çalışmalarla ayakta duruyor. Kendisini, afet haberciliği alanında moderatör Zeliha hocamızın düzenleyeceği bu derste ağırlamaktan büyük bir onur duyuyoruz. Moderasyon görevini de benzer şekilde kendi hocama devrediyorum. Buyurun hocam.

Teşekkür ederim. Ali Osman hocam, afet haberciliği dersi kapsamında yapılan bu yayından herkese merhabalar.

Konumuz deprem sonrası psikolojik sağlamlığı korumak. Konuğumuz ise Çanakkale 18/3 Üniversitesi'nden Sayın Profesör Doktor Demet Güleç Çörekçi. Araştırma alanları arasında tıp, Sağlık Bilimleri, dahili tıp bilimleri ve psikiyatri bulunan hocamıza hoş geldiniz diyoruz.

Hoş bulduk, teşekkür ediyorum. Davetiniz için gerçekten teknik anlamda birkaç sorun yaşasak da tam zamanında başlayabildik.

Aslında bugünü bir röportaj gibi planlamıştık, ancak ben daha yapılandırılmış sorular ve konuyla ilgili daha kapsamlı bir yaklaşım benimsemek istedim. Bu nedenle kısa bir sunum hazırladım. Sorularınızı dinleyebilirim veya sunum arasında da kesebilirsiniz. Nasıl ilerleyelim, siz nasıl isterseniz?

Hocam, sizin rahat ettiğiniz şekilde devam etmek isteriz. Çünkü ancak bu şekilde psikolojimizi formda tutabiliriz. Buyurun hocam.

Evet, pekala. O zaman Zeliha hocamın birtakım soruları vardı ve birlikte telefonla da görüştük. Afetlerde neler oluyor, travma nedir, travmanın etkileri neler, psikolojik dayanıklılık nedir, nelerden etkilenir, korumanın yolları neler veya nasıl sağlamlaşır, bunlar üzerine konuşmak istiyoruz.

Depremler sonrasında neler yaşandı, neler bitti ve başımıza neler geldi? Bu, deprem ülkelerinde yaşayan insanlar olarak her an kaygılı ve tedirgin olmamıza sebep oluyor.

Sunuma başlamadan önce, bu yıl yapılan 58. Ulusal Psikiyatri Kongresi'nde ana konumuzun depremler olduğunu belirtmek isterim. Bu konuşma, kongremizin ana teması ve alanda çalışan birçok meslektaşımın katkılarıyla hazırlanmış bir özet sunum olacak.

Türkiye Psikiyatri Derneği'nin Travma Çalışma Birimi, depremlerle ilgili çok kapsamlı çalışmalar yapmıştır. Travma nedir, psikolojik destek nedir, travmayla nasıl baş edilir gibi konularda doğru ve bilimsel bilgiye ulaşmak için Türkiye Psikiyatri Derneği'nin resmi sayfasına başvurabilirsiniz. Şimdi kısaca bu bilgilendirmeyi yapmak isterim.

Afetlerde psikolojik dayanıklılık nedir, bunun üzerine odaklanarak sunumumuza başlayalım, ve elimizden geldiğince sorularınızı yanıtlamaya çalışacağım.

Travma ve doğal afet tanımını, travmanın etkilerini, psikolojik dayanıklılık kavramını ve psikolojik dayanıklılığı etkileyen bazı faktörlerden bahsetmek istiyorum. Şimdi, travma çok yaygın bir yaşantı haline geldi.

Bu, pelesenk hale geldi, değil mi? Dilimizde herkes travma kelimesini kullanırken, travma olduk. Travma tik oldum. Bu kavramları sıkça duyar olduk. Peki, biz neye travma diyoruz? Burada, çocukluk çağından başlayan bir dizi olayı görebilir misiniz? Slaytlar elimizde olmayabilir ama.

Evet, birçok şey, çocukluk çağı travmaları, doğal afetler, trafik kazaları, cinsel saldırı, savaş gibi her şeyi içerir. Bunlar fiziksel saldırıya maruz kalmak, yaralanmak, ölüm. Bu olaylara travma diyoruz. Ayrıca, bizim travma ağacımız da var.

Yani, travma ağacı dediğimiz şey aslında birçok analojiyle açıklanabilir. İnsanın etkilenmesiyle ilgili bir şey. Travma işte, dalımız kırıldı, kanadımız kırıldı, türkçemizde çok sık kullanılan ifadeler, değil mi? Kalbim kırıldı, kolumu kanadımı kırdılar gibi. Bu, canlı bir varlığa atıfta bulunan bir tanımlama.

Ağaç analojisine devam edersek, burada kayıp, savaş, terör, hastalık, tecavüz ve aile içi şiddet gibi birçok olaydan bahsediyoruz. Bunlar, yaşamın köklerine yapılan saldırılar.

Doğal afetler, özellikle depremler, yaşamımızın temellerini sarsan, toprak ananın bizi kapsayan, bizi tutan yerde ortaya çıkan bir sarsıntıdır. Bu, yaşamla kurduğumuz bağları ve anlam ilişkilerini ortadan kaldırabilir, değiştirebilir ve zorlayabilir.

Şimdi, travma ağacında birçok türde travma var. Bu tür travmaların birçok belirtisi vardır. Ruhsal belirtiler, davranışsal belirtiler, tıpkı bir enfeksiyonla karşılaştığımızda ortaya çıkan ateş gibi fizyolojik tepkiler bunlar, ancak bunların ruhsal hastalık boyutu farklıdır. Bu, travmanın bütün belirtileriyle başa çıkmak ve iyileşmek için farklı ruhsal dayanıklılık tepkilerini içerir.

Travmanın bütün belirtileri sonunda iyileşme sürecine yol açar. Ancak, travmatize olduktan sonra yalnızlaşma, sessizleşme, kaçınma ve travma olayının veya toplumda ortaya çıkan diğer olayların üzerine geçme gibi özgül anlamları olan belirtiler de vardır.

Bu tür olayları anlamlandıramadığımızda, yaşamın bu bütünlüğünü bozan deneyimlerdir. Ancak, bu olayları anlamlandırdığımızda, bir hikaye yazdığımızda, sembolize ettiğimizde ve dile getirdiğimizde iyileşme sürecini başlatabiliriz.

Doğal afetler, özellikle depremler, ülkemizde yaşanan felaketler, her şeyin sorgulanmasına neden oldu ve hepimiz çaresizlik duygusuyla baş başa kaldık.

Psikolojik dayanıklılık, çok tartışılan bir kavram. Peki, psikolojik dayanıklılık nedir? Hayatları boyunca birçok insan, yaşamlarını tehdit eden durumlarla karşılaşırlar ve bu durumlar karşısında direnç gösterirler. Ancak, bazı insanlar bu tür olaylar sonrasında uzun süre acı çekerken, diğerleri daha az etkilenir veya daha hızlı iyileşir gibi görünürler.

Kayda değer bir grup var ki, her şeye rağmen başlarına gelen kaybın ya da travmatik olayların geçici sarsıntılarından sonra iyi bir şekilde bunu atabiliyorlar ve hayatlarını rahat bir biçimde devam ediyorlar. İşte tam da burada, bugün konuştuğumuz konu, bu işte röportaj derseniz, sunum derseniz, nasıl tanımlamak isterseniz bu dayanıklılık meselesini biraz konuşacağız. Neden bazıları işin içinden çıkabiliyorlar? Neden bazıları takılı kalıyor, neden ilerleyemiyor?

"Rezil yıldız" kavramına biraz kökensel bir giriş yapalım isterseniz. Latince "resilio"dan köken alır ve "zıplama" ya da "geri sıçrama" gibi çevirileri vardır. Ancak etimolojisi hâlen tam olarak bilinemiyor. Ama terimin kaynağına baktığımızda, dayanıklılığı kritik durumlar karşısında, özel bir eylem anını ve kendini ifade etme kapasitesini tanımlar. Fiziksel, biyolojik, teknik, psikolojik, pedagojik, sosyal, politik ve kültürel sistemlerdeki bir durumu ifade eder.

Bu, bir taraftan anlam ifade eder. Bu kavram, sistemin neden çöktüğünü de işaret eder. Yani, psikolojik dayanıklılığınızı belirleyen şeyler, biyolojik, fiziksel, teknik, psikolojik, pedagojik, sosyal, politik ve kültürel sistemlerdeki artan kırılganlık durumuna rağmen, neden sistem çökmedi sorusunu sorar.

Burada biyolojik, teknik, psikolojik, ruhsal yapımız, pedagojik gelişimsel, sosyal, politik ve kültürel sistemlerin belirleyici olduğu şeyler çok önemlidir. Politik sistem, kültürel sistem, sosyal sistem; bunlar dayanıklılığımızı belirleyen unsurlardır. Bu, sağlam bir karakterle ilgili bir şey değildir. Sadece kişilik yapısı vardır ve kişilik yapısı içinde kırılganlıklar vardır. Dolayısıyla, fiziksel, biyolojik, teknik, psikolojik, pedagojik, sosyal, politik ve kültürel sistemlerde artan bir kırılganlık durumuna rağmen sistem neden çökmedi? Sorusunu soruyoruz.

Tabii burada benzer bir araştırma var. Emi ve Werner'in 1955 yılında yaptığı 32 yıl süren bir izlem çalışması. Hawaii'de doğan 698 çocuğu intrauterin dönemden başlayarak yaşamlarının otuzlu yıllarına kadar takip ediyorlar. Doğum öncesi maruz kaldıkları stresten yoksulluğa, aile içi sorunlara kadar pek çok olumsuz deneyimi kaydederler ve bu çocukların üçte ikisi temelde istikrarlı, başarılı ve mutlu ailelerden gelirken, diğer üçte biri risk grubu olarak belirlenir.

Risk grubundaki çocukların üçte ikisi 10 yaşına geldiklerinde ciddi öğrenme ve davranış sorunları geliştirmiş, ancak 18 yaşına geldiklerinde suç kayıtları, ruhsal sorunlar ya da erken gebelik gibi olumsuzluklar yaşamışlar. Ancak kalan üçte biri yeterli özgüvene sahip, sevgi dolu genç yetişkinlere dönüşmüş.

Tabii o zaman soru sormak gerekiyor, değil mi? Zihnimizde uyanan sorular genetik faktörlerden ziyade çevrenin yıkıcı etkisiyle belirleniyor. Peki, bu dayanıklılığı dediğimiz şeyi ne belirliyor? Bu sunumun sonunda sizden daha çok soruyla ayrılacağınızı düşünüyorum, çünkü tek bir yanıt vermek mümkün değil.

Burada yine veriler, dayanıklılığın birkaç etkenle öngörüldüğünü gösteriyor. Bazı etkenler şansa bağlı olabilir, yani dayanıklı bir çocuğun destekleyici bir bakıcıya, ebeveyn öğretmene güçlü bir bağa sahip olması gibi. Ancak diğer bir etken son derece bireyseldir, yani çocukların çevreye nasıl tepki verdikleriyle ilgilidir. Dayanıklı çocuklar, genç yaşlardan itibaren dünya ile kendi koşullarında başa çıkan, yeteneklerini keşfeden, yeni deneyimlere açık olan, olumlu bir sosyal yönelime sahip olan ve belki de en önemlisi içsel kontrol odakları güçlü olan kişilerdir, dayanıklı olanlar.

Başarılarını koşulların değil, kendi iradelerinin belirlediğine inananlar. O zaman 'kimlere dayanıklı diyoruz' sorusunun yanıtını da kısmen olsa vermiş oluyoruz, diye düşünüyorum. Şimdi sunumda yolu yarıladık. Ben de söz verdiğim gibi en az bir 20 dakika ya da yarım saatlik bir konuşma yapabileceğimi söylemiştim. E, buraya kadar soru ya da katkı olan, sormak istediğiniz bir şey var mı? Bana devam etmemi ister misiniz? Dikkatiniz nasıl? Yoruldunuz mu?

32 Yılın Ardındaki Deprem Sonrası Dayanıklılık: 

Çocuk Psikolojisi İncelemesi

Gerçekten teşekkür ediyoruz. Çok akademik bir sunum oldu. Biz de şanslıyız, böyle bir akademik sunuma tanıklık ettiğimiz için gerçekten sorularımız sınırlıydı. Ama bu sunumdan sonra sorularımızın üstüne diğer sorular da eklenmiş oldu ve olacak dediğiniz gibi 32 yıllık o gözlem çok önemli.

Demek ki depremde o yerin altından 10 açığa çıkan betese maruz kalan çocukları bir proje dahilinde size izleme fırsatı verseler, belki size benzer şekilde üçte biri şu şekilde, üçte biri şu şekilde, üçte biri de şu şekilde hayatlarına devam etti diyeceksiniz; yani psikolojik.

Travmalar sonucunda ortaya çıkan bu dayanıklılık durumu gözlem süresi minimum 32 sene gibi geldi. O nedenle de henüz bir sene seni doldurmayınız. Bu deprem sonrası ortaya çıkan bu travma tik durumdaki gözlemleriniz nedir? Demekten artık şey olmaya başladım. Yani çekinmeye başladım çünkü gözlem süreniz 32 yıl olması göstermiş olduğunuz çalışmada onu gösteriyor ama benim merak ettiğim tabii 1500 yılda meydana gelen bir büyük depremden bahsediyoruz. Bir değil, 2 büyük depremden.

Bahsediyoruz 99 yılında meydana gelen bir İzmit depremi, 39 saat arayla 2 defa üst üste oldu. Şimdi tek büyük depreme maruz kalan çocukların durumuyla 2 büyük depreme, 9 saat arayla maruz kalan çocukların durumu 32 yıl izlenesi ne olurdu? Yani 2 büyük depreme maruz kalmak daha mı dayanıklı yapardı? Tek büyük depreme maruz kalan çocuklara göre, tabii ki bu bilimsel bir çalışmanın konusu olabilir diye merak ettim.

Dünyada 9 saat arayla olan 2 büyük deprem yok. Bunlara zaten double deprem deniyor, duble travma deniyor, duble yüklenme deniyor. Tabii ki böyle bir deprem dünyada olmadığı için bu depremin sonuçlarına maruz kalmış çocukların. Seyri yaşamda gelecekteki 32 yıl içerisindeki davranış ve psikolojik şekillenmeleri bilemiyorum. Belki de dünyada bir araştırma için ilk defa önemli bir konu olabilir. Dünyada böyle bir şey olmadı.

Hani bir araştırmacı olarak bizler bilim insanlarıyız. Tabii ki araştırma konuları ortaya bulmak zorundayız ki bu tür multidisipliner çalışmalar ortaya çıksın. Çok sayıda çocuk hâlâ bu travmayı sokaklarda yaşıyor. Şu anda hâlâ konteynerde yaşayanlar var. Hâlâ göç etmiş başka şehirlerde yaşayanlar var. Tabii ki bu yaşamış oldukları koşullar sizin de dediğiniz gibi koşullara göre değil, kendi iradelerine göre kararlarının belirlemesine dayanıklılık demiştiniz. Evet, biraz olay gerçekten sizin bu çalışmalarınızda biraz ilham verdi. Ben teşekkür ediyorum. Benim sorum değil ama belki de soru olarak kabul edebilirsiniz. Teşekkürler hocam.

O zaman bir mola vermiş gibi olalım, buradan devam edeyim isterseniz.

Daha önce belirttiğiniz konuya geri döneceğim, tam olarak dikkat ettiğiniz yere odaklanarak devam edeceğim. Şimdi, bu dayanıklılığı belirleyen birçok faktör var. Örneğin, dayanıklılık 2 depreme maruz kalmak, farklı işlerde 5 yıl sonra ne olacağını, 10 yıl sonra ne olacağını, 20 yıl sonra ne olacağını düşünmek gibi sorulara yanıt aramakla ilgili. Yanıtlar oldukça önemlidir. Ancak, daha önemli bir konu daha var.

Bu konu üzerinde durdu mu? Bir de olasılık meselesi var. Yani, bu kadar yıkıcı ve travmatik deneyimin yaşanmasını nasıl önleyebiliriz dedi mi? Dayanıklı olabiliriz, travmaya maruz kaldıkça dayanıklı hale gelebiliriz, ancak ne kadar dayanıklı olabiliriz, yani dayanıklı olmak zorunda bırakılan durumların bir kısmı önlenebilir.

Dayanılmaz olmak zorunda olmayabilir. Yani, dayanıklı binaların olması, zor durumlarla başa çıkmamızı gerektirmeyebilir. Şimdi olayın başka bir boyutu var. Tabii ki çok geniş bir perspektifi var. Bu nedenle bu konuda şunu vurgulamak isterim: Bazı dayanıklı çocuklar, özellikle dayanıklılığın zaman içinde nasıl değişebileceğini fark ediyorlar. Yani bir dönem dayanıklı olabilirsiniz, ancak başka bir dönemde aynı olaya karşı dayanıklı olmayabilirsiniz.

Ya da bazı dayanıklı çocuklar, hassas noktalarda birden fazla ağır stres yaşarlarsa, dayanıklılıkları azalabilir. Yani sürekli olarak darbeler aldığınızda, aynı noktadan daha sağlam bir tepki veremeyebilirsiniz. Bu nedenle, dayanıklılığın sürekli bir denge içinde tutulması gerektiğini düşünmek önemlidir. Dayanıklılığın hesabı sürekli olarak tutulurken, denklemde hangi tarafın daha ağır bastığı önemlidir: Dayanıklılık kaynakları mı yoksa risk faktörleri mi? Risk faktörleri o kadar yoğun hale gelebilir ki...

Ve kısacası burada şunu belirtmek önemli: Herkesin bir kırılma noktası vardır. Çocuklukta dayanıklı olmayanlar, zaman içinde dayanıklılık becerileri geliştiren kişiler olabilirler.

Çocukluktan beri çok dayanıklı olan bir kişi, bir gün bir yerde dayanamaz hale gelebilir.

Bu, bir süreçte ortaya çıkan bir kavramdır. Yani, bahsedilen tüm bu araştırmalar sayesinde herhalde.

Hukuksuz deneyimlerden sonra dayanıklılık gösterme becerisi önemli bir, sizin de belirttiğiniz gibi, araştırma alanı halini aldı. Artık karmaşık, zorlu ve umutsuz durumlarla başa çıkma yeteneğini geliştirmek için.

Bir gelişim psikolojisinden bahsettiğim bu dayanıklılık kavramının 4 ana dalgada ilerlediğini, ilk dalganın bireysel dayanıklılığa katkı sağlayan koruyucu etkenleri tanımladığını, bununla sınırlı olduğunu, yani bireyle sınırlı olduğunu söylediğinizi hatırlıyorum. Ancak şimdi geldiğimiz noktada, dayanıklılığın bir kişilik özelliği olmaktan çok daha öte bir süreç olduğunu belirtmek isterim.

Önünde bir fikir birliği var artık ve bireysel özellikler hala araştırılmaktadır. Ancak ikinci dalga dayanıklılığı, çevresel ve ekolojik sistemleri gömülü bir kavram olarak ele alıyor.

Dolayısıyla...

Dayanıklılık birçok sürecin sonucu olarak ortaya çıkan karmaşık bir olgudur. Bunu belirtmek isterim. Üçüncü dalgada ise dayanıklılığın kendiliğinden ortaya çıkmadığını ve onun oluşumunu desteklemek için bir takım müdahalelerin, bir takım eğitimlerin tasarlanmasını amaçlaması gerektiğini vurgulamak isterim.

Doğru, üçüncü dalga ise genetik, nörobiyolojik gelişim, bağlam ve diğer etkileşimleri yani tamamını birbirleriyle bütünleştiren çok düzeyli dinamiklere odaklanmış durumdadır. Özetle nedir dayanıklılık sorusuna verilecek yanıt?

Çok boyutlu.

Dinamik.

Ve zaman bağımlı bir kavramdır.

Dayanıklılık kavramı. Evet, bunları burada gördüğünüz gibi epigenetik ve genetik. Bizim çok konuştuğumuz bir mesele. Stres yanıtı, gözü peklik, öz yeterlilik gibi kişilik özellikleri.

Içsel bir kontrol odağının olması, yeniden değerlendirebilme gibi yani düşünme, yeniden

Haliyle, dayanıklılık, çevrenizin size ihtiyacınız olan kaynakları ne ölçüde sağladığıyla çok yakın ilişkilidir. Yani, dayanıklılık yalnızca içimizde saklı bir cevher değildir. Sosyal adalet ve kamu politikaları gibi toplumsal işleyişin belirleyici rolü, dayanıklılıkta yadsınamaz. Bununla ilgili hemen size, kanıta dayalı bazı araştırmalardan söz etmek isterim.

Brody ve arkadaşlarının yaptığı bir araştırmada, sürekli olarak ayrımcılığa maruz kalan Afrika kökenli Amerikalı gençlerin, ergenlik dönemlerinin 3 ayrı döneminde stres hormonları, kan basıncı değeri ve beden kitle indeksi gibi belirteçlerin örttükleri gözlemlenmiştir. Bu çalışmada, gençlerin çok yüksek seviyede stres yükü taşıdıkları, ayrımcılığın biyolojik etkileri olduğu ve ayrımcılığa maruz kalmayan, destek gören gençlerin bu tür belirtileri daha az yaşadığı kanıtlanmıştır.

İngiltere'den gelen bir başka çalışma, dayanıklılığın olağanüstü stres veya tehdit içeren durumlarla ilişkili olduğunu gösterir. Dayanıklılık kavramının, iç kaynaklar kadar dış kaynaklardan da etkilendiğini düşünürsek, İngiltere'de Margaret Thatcher ve Tony Blair hükümetleri dönemlerindeki büyüme paternlerinin dayanıklılık üzerindeki etkilerini inceleyen bir çalışmada, gençlerin dayanıklılık düzeylerinin daha yüksek olduğu sonuçlarına ulaşılmıştır.

Belirttiğiniz gibi, daha düşük ölçekli olumsuzluklar karşısında bireysel güç ve niteliklerin dayanıklılık için önemli olabileceğini kabul ediyoruz. Ancak, çocukluk çağında yaşanan olumsuz deneyimler, kültürel, etnik veya ekonomik faktörlere bağlı olarak yapısal dezavantajlarla karşılaşan bireylerde daha fazla etkili olabilir. Bu durumda, dayanıklılığı artıran etkenler arasında erişebileceğiniz kaynaklar, eğitim, sağlık, eşitlik ve adalet gibi faktörlerin önemli olduğunu söylemek mümkündür.

Ancak, dayanıklılığın bedeli olduğunu ve bu bedelin sosyal, kültürel, politik ve bireysel düzeylerde ödenen bir maliyet olduğunu kabul etmeliyiz. Tanıklıkların ve dayanıklılığın bedellerini düşünürken, tarih boyunca yaşanan kitlesel zulüm ve soykırımlarda gözlenen etkileri görmek mümkündür.

Günümüzde, Gazze Şeridi'nde yaşayan Filistinliler ile İsrail devletinin uyguladığı şiddetin etkileri de bunun bir örneğidir. Bu durumda, tanıklıklar ve dayanıklılık kavramı, bireysel ve toplumsal düzeyde nasıl anlamlandırıldığımızı belirleyebilir ve bu, dayanıklılığın bedellerini ödeyip ödemeyeceğimizi de belirleyebilir. Çeşitli araştırmalara göre, sürekli maruz kalınan stresin dayanıklılığı artırabileceği ve bunun bir örneğinin, aralıklı stresle başa çıkmanın dayanıklılığı artırabileceği yönündedir.

İddialıdır ki, strese veya olumsuzluklara maruz kalmak, kırılganlığı azaltır; demir tavında dövülür, duymuşuzdur bunu ya da beni öldürmeyen şey güçlendirir.

Fakat hayvan modelleri, aralıklı ve kısa süreli stresin deneyimlenmesinin çelik leşme etkisi sağladığını destekliyor.

Yani insanlarda ise bölge ve arkadaşlarının farklı yaş gruplarında yaptıkları izlem çalışmasında yüksek düzeyde stresin dayanıklılığı azalttığı bildirilmiş.

Boyumuzu aşan stresin, yani yineleyen yüksek düzeyde stresin, duygusal bir sosyalizasyon inkar gibi savunmalara yol açtığını düşünebiliriz, çünkü sembolizeasyonun üzerine çıktığı için.

Kırılganlık azalır; yani kırılganlık, hastalıklara, psikosomatik durumlara gibi psikopatoloji ileri hastalıklara neden oluyor.

Yine sertlik olarak adlandırılan bu nitelik, yineleyen travma, tik deneyimler, kayıplar, dayanıklılık ile karışabilen patolojik bir yapılanmaya yol açar.

Dayanıklılığın bedeline o zaman şöyle özetleyebiliriz: Çelik leşme etkisi gibi bireysel dayanıklılık kaynakları, olumlu fırsatlara karşı duyarlılığı azaltır.

Belirli genotipler dayanıklılıkla ilişkilidir. Kimi bilinçsel kaynakları güçlendirerek zorlu ortamlarda avantaj sağlar, ama aynı genotip olumlu ortamlarda da bir maliyeti olduğu bildirilmiştir. Yani başka bir yerde o bedeli ödemiş oluyorsunuz, diğer bir bedel.

Travma, tik olaylar fiziksel sağlık üzerinde de kalıcı etkiler ortaya çıkarırlar. Yani psikolojik olarak dayanıklı bireyler, travma tik olaylara maruz kalmamış bireyler kadar sağlıklı değildir. Bu da dayanıklılık gösterenler arasında bile travma tik olayların bir bedeli olduğu gösterilir.

Dolayısıyla aslında işler o kadar da basit değil, dayanıklılık meselesi.

Çocukluk çağında istismar yaşayan bireylerle yaşamayanlar kıyaslandığında da bizim bildiğimiz çalışmalardan bir tanesidir. Beyin gelişiminde birtakım değişiklikler daha kaygıya duyarlı hale gelirler. O nedenle dayanıklı bir şeyler de azalmış bağlantı sağlığın bir bedeli olduğu ve belirli alanlardaki bazı işlevlerin bozulduğunu altını çizmek istiyorum.

Evet, özetleyecek olursam:

Toplumsal bağlantısı sağlık ile dayanıklılık arasında güçlü bir ilişki vardır. İnsanlar ancak birbirleriyle doyurur. Bu ilişkiler kurabildiklerinde, kendi kimliklerini güçlü bir şekilde ortaya koyabildiklerinde kişisel, sosyal veya politik yaşamlarında etkin olabildiklerini de. Adil bir şekilde muamele gördüklerinde, temel ihtiyaçlara erişebildikleri eklerinde toplumsal bütünlük içinde bir yere ait olduklarını hissettiklerinde, kültürel ve tarihsel köklerini koruyabildi, eklerinde dayanıklı olabilirler.

Salt bireysel dayanıklılık diye bir şey yoktur ve daha da önemlisi bireysel dayanıklılığın bedelleri vardır.

Hatay'da depremin yaralarını barış ipiyle sarmaya çalıştılar, çalışıyorlar. Depremde 7 sanatçısını kaybeden Antakya, medeniyetler korusun diyor ki bir şehri tekrar ayağa kaldıracağız.

Eee bitirirken şunları vurgulamak isterim:

Dayanıklılığı ortaya çıkan koşulların yok edilmesini veya kayda değer ölçüde azaltılmasını bir çözüm gibi önermiş oluyorum ama öyle bir dünya yok. Yani insanlığın iyilik yapma kapasitesinin yanında kötülük yapma kapasitesinin de sürekli arttığını hesaba katarsak daha fazla dayanıklılık daha da iyidir kuşkusuz.

Bir de başkalarının dayanıklılığını ve onun bedelini tartışma konusu yapabiliyoruz. Bugün burada bir şekilde ama sürekli dehşetli sahnelere ve anlatılara maruz kaldığımız, kendine iş edinmiş bunu adeta sıradan ulaştırmış.

Durumda mıyız?

Kendi dayanıklılığınızı ve onun bedellerini yeterince düşünüyor muyuz?

Ve konu sadece afet sonrası dayanıklılık mı, yoksa toplumsal ve bireysel dayanıklılık birbirinden ayrılamaz parçalar mı?

Sorduğunuz siz bana bir soru sordunuz, ben size 1000 tane soru sormuş oldum.

Dinlediğiniz için teşekkür ediyorum.

Sorularınızı ve katkılarınız varsa yanıtlamaya çalışırım. Çok teşekkür ediyorum.

Biz teşekkür ederiz hocam, konuyu geniş bir perspektiften anlattınız. Yani benim kafamda olmayan birçok noktayı siz ele aldınız.

Büyük İstanbul Depremi ve Psikososyal Etkileri: 

Dayanıklılık, Farkındalık ve Kentsel Dönüşüm


Hocam, afet öncesi dayanıklılık ve afet sonrası dayanıklılık konularına değindiniz. İzmir'de yaşanan depremde sabah akdeniz'de varsa, ben kısa bir soru sormak istiyorum. Şu anda büyük İstanbul depremi beklentisi var. Bu, büyük bir Marmara depremi olacak ve bu deprem meydana geldiğinde, Kahramanmaraş'ta yaşanan deprem gibi 11 ili etkileyecek, benzer şekilde Çanakkale dahil olmak üzere tüm illeri etkileyecek.

Bu depremi hissedeceğiz. Geçenlerde Tekirdağ'da hissettiğim 4.6 büyüklüğündeki deprem, evimdeyken hissettim. Aşağı doğru kaydım gitti ve bu durum benim psikolojimi etkiledi. Şu an 4.6 büyüklüğündeki deprem aslında sıradan bir deprem ve benim hissetmem gerekiyor. 4 yaşında bir binada, 4 katlı bir binada yaşıyorum. Ancak, bu binalar Çanakkale'nin yapısından dolayı risk altında.

Sihirli rıza inancı dediğimiz, frensiz bir zemin üzerinde istediğiniz kadar dayanıklı bina yapın, ancak o bina ya çökecek ya da devrilecek, ama parça alamayacaktır. Bu farkındalığı şu anda anladım.

Bu farkındalık, büyük deprem gelmeden önce uyarı olarak kabul edilebilir ve binanın yaşına bakmaksızın, zeminin direnç durumunu, bir büyük depreme karşı baş etme kapasitesini dikkate alarak, zemin direnci iyi olan yerlerde yaşamını sürdürebilirsiniz. Geçen hafta bahsedilen sosyolog hocamızın da değindiği gibi.

Eğer yer değiştirme kapasiteniz yoksa, ki bu maliyetli bir iş, o zaman bunu yok sayarsınız, zamana bırakırsınız. İstanbul'da benzeri 7.8 büyüklüğündeki deprem için senaryolar yapılıyor. 340,000 bina, 240,000'i ağır hasarlı, 100,000'i göçecek şekilde, 340,000 binanın zarar göreceği ve bu binalardaki insanların kurtarılması için her binaya 100 acil durum ekibi gerekiyor.

Afet yardım ekibi göndersek bile, 34 milyon insanı kurtarmak mümkün olmayacak, bu da toprağın altında, Hatay ve Kahramanmaraş gibi, diri diri kalacakları anlamına geliyor.

Kurtarılmayı beklerken ölecekler ve istediğiniz kadar dayanıklı olabilirsiniz, ancak fiziksel olarak dayanamayacakları soğuklukla karşılaşabilirsiniz, bu da soğuğa karşı direncin bir adı olan hipotermiye yol açar.

Belli bir süre sonra kaybolup gideceksiniz. Şu anda İstanbul'da ufak bir sarı tehlike var.

Sıkıntı olsa annem beni arar, "Oğlum, ne oluyoruz?" der ve insanlarda korku ve çaresizlik var, özellikle bir kentsel dönüşüm durumunda. Allah vermesin. Benim evim bir kentsel dönüşüme girdiğini düşünün. 3 milyon TL isteniyor ve Türkiye'de kaç kişi bu dönüşümü sağlayacak mali güce sahip? Hepimiz diyoruz ki, aslında bir şey de diyemiyoruz. Gerçekten yapacak bir şey yok. Pek çok insan bununla nasıl baş edecek, özellikle de bu durum psikolojik olarak düşünüldüğünde?

Tabii ki, var. Dayanışma ve örgütlenme, talep etme. Kamusal alanda bununla ilgili yapılacak bir sürü sivil toplum kuruluşları bir araya geldiğinde bir şeyler yapılabilir.

Yani bireysel değil, ortak bir çaba gerekiyor, değil mi? Burada örgütlenmek, dayanışmak, birlikte hareket etmek, benzer zorluklarla başa çıkmak toplumsal bir mesele.

Yönetsel bir mesele, politik bir mesele. Siz bulunduğunuz binanın zaten orada olmaması gerektiğini seçmediniz. Siz, benim alanım değil, öyle değil mi? Siz, risk altında olmayı seçmediniz. Bunlar birçok konu; mimarlık, inşaat ve benzeri. Şu anda çok ayrı ayrı detayları söyleyecek durumda değilim. Burada bireysel bir öneri yok. Yani burada bireylerin bir araya gelip örgütlenmesi, dayanışması ve bununla ilgili çalışması gerekiyor. Yok saymayı önermiyorum, tabii ki de.

Evet, sosyoloji hocamız mecburen yok sayıyorlar diyor, ama yok saymak insanı yokluğa götürür diyorsunuz. Onun için var olmak için bu gerçeği kabul etmek ve bu gerçeği değiştirmek için mücadele gerekir. Gerektiğini söylüyorsunuz.

 Dayanışmada çare, dayanışmada.

Evet hocam, depremzede bir öğrencimiz var, Medine Kahramanmaraş'ın deprem riskinin azaltılması ile ilgili yüksek lisans çalışması yaparken Maraş'a depreme yakalandı. Maraş'ta evi yıkıldı, ailesini kaybetti. Şu anda söz istiyor, vaktiniz varsa o da bir depremzede olarak ondan bir sonra alabilir. Buyur Medine.

Hocama teşekkür ediyorum. Maalesef semineri kaçırdım. Biraz son anda dahil oldum, ama şöyle bir şey söylemek istiyorum. Bu konu çok derin gerçekten, tek taraflı bakılması çok uygun görmüyorum ben. Çünkü insanların karakteri, özellikleri, afet sırasındaki tepkileri ve afetten sonraki hareketleri, toplumsal olarak birbirini çok yansıyor ve gerçekten etkiliyor. Ben bu yüzden afet olgunluğu ve karakter olgunluğu diye.

Bir şey oluşturmak gibi bir kafamda bir durum oluşturdu. Afet olgunluğu nedir diye sorarsanız, insanların bilinçsiz zamanlarda yaptıkları, eğitim almadan herkesin o zamanlar deprem bilincini bilmiyordu. İşte zemin yapısı, mühendislik bilmiyordu ve yerleşmişler. Bugün baktığımız zaman heyelan olan bölgelerde, heyelanın tam ortasına insanlar binalarını yapıyorlar. Ama şu an bilinçliyiz ama yine de evlendi, yıkılmasını istemiyorlar işte. Çünkü bir emek, bir maddi dur.

Ama harcamışlar, onun karşılığını bekliyorlar ve bu da karşılanmadığı için insanlar çok bunu önemsemiyor. Bir de bunun manevi boyutu var. Tabii ki bu çok derin bir konu. Biraz konuyu uzatacağım ama vaktiniz varsa şunu demek istiyorum. Ben depremi yaşadığımda ve depremden sonraki olayları önceki olayları çok gözlemledim insanları.

Depremden sonra manevi inancı olan insanların farklı davrandığını, manevi inancı olmayan insanların daha farklı davrandığını, her ikisinde de olumlu ve olumsuz yönlerini gördüm. Ondan sonra depremden sonraki davranışlarda insanların birbirine zarar vereceği özelliklerin yoğunlaştığını gördüm. Bir de insan psikolojisinde galiba şöyle bir şey var, hocam sıkıntıya yıkıntısı.

Alışkın değil, hani şöyle etrafta her taraf yıkıntı ve toz, böyle olumsuz bir etki olduğunda insanlar kendi kendine strese giriyor. Ben onu gözlemledim. Hani bu buna alışkın değil zaten normal olarak da alışkın değil de hani beyin bir olumsuzluk etki veriyor. Hani bir insanda strese girip bir şeyleri bazı insanlarda yok etme gibi bir psikolojik etki gözlemledim. Hatta bazı videolarda bazı insanların zombi gibi davrandığını izledim.

Böyle bir haber kaynağında çekilmiş. Hatay'da depreminde depremden sonra yardıma gidiyorlar insanlar camları arabalarının camlarına zombi gibi yumruk atıyor böyle.

Evet.

Hani dayanışma filan demiştik ya depremden sonra insanlar bu dayanışmayı hazırlayacak psikolojide olmuyor bilir. Bunun için bunlardan bahsediyor. Bahsediyorum ama deprem öncesi afet olgunluğu diye bir şey oluşturabiliriz. Bu da karakter olgunluğu, karakter olgunluğu olduğu zaman zaten afet olgunluğu da oluyor. Nasıl bunu oluşturabiliriz, nasıl vurgulayan biliriz, eğitimle mi olur, yoksa bunu farklı boyutta insanlara.

Evet.

Nasıl anlatabilirim? Karakter olgunluğu tamamen eğitimle değil, yani bilgiyle değil de bir şeyleri insanların empati kurabilme yeteneklerini olumsuz durumlarda nasıl davranmaları gerektiğini, birbirlerine zarar vermemeleri gerektiğini, afetlerin olabileceğini, bunun bilinçli bir bilinç olarak işlenmesi mi gerekli? Ama genelde baktığım zaman tamamen rektör olgunluğunu olması gerektiğini düşünüyorum.

Evet, teşekkür ediyorum. Katkınız için toparlamak isterim. Kısaca da yanıt vermek isterim. Çünkü bir başka toplantıya katılmak durumundayım. Teşekkür ediyorum.

Dağınık bir konu tamamen tek bir noktaya odaklanmak bir konu olduğu için böyle bir genel olarak toparlayacak. O zaman şöyle, yani dayanışmadan önce afet olgunluk karakter olgunluğunu toplumlara işlememiz mi gerekli bu yönde nasıl bir çalışmamız yapmamız lazım? Bir psikolog olarak ne önerirsiniz? Hani bilmiyorum. Bense onunla da katıldım videoya da.

Teşekkür ederim. Evet, önceki afet olgunluğu ya da karakter olgunluğu gibi kavramlar mevcut değil. Yani böyle bir tanımlama yapılmamış. Bilimsel literatürde belirtmek isterim ki, karakter olgunluğu diye bir tanımlamamız da yok. Kişilik özellikleri özgündür, ancak davranışlar, düşünceler dönüştürülebilir, eğitilebilir; psikolojik ilk yardım dediğimiz bir konu var. Psikolojik ilk yardımla ilgili eğitim almak gerekiyor. Herkesin toplumsal eğitim alması gerekiyor.

Bahsettiğiniz konu içinde, psikolojik ilk yardımla ne yapmak gerektiğini, nasıl davranmak gerektiğini afet anında müdahale triyaj nedir, ruhsal belirtiler nelerdir, ne yapmak gerekiyor, bunlar yapılandırılmış bir şekilde, yurt dışında da var Türkiye'mizde.

Bunun için eğitimler mevcut. Toplumdaki tüm bireylerin öncelikle bu eğitimi alması sağlanmalı. Tabii ki, dayanışma dediğimiz nokta şu ki, tekrar altını çizmek istiyorum, bu konular son derece yönetimsel meseleler. Yani politik, yönetimsel, kurumsal meseleler. Devletin tüm kurumlarında çalışan herkesin toplumun toplanma yerlerini, örneğin İstanbul'da yapılan toplanma yerlerini, yeniden gözden geçirmesi gerekiyor. Binaların gözden geçirilmesi gibi toplumdaki her bireyin, ilk yardım eğitimi alır gibi, psikolojik ilk yardım eğitimini tamamlaması bir başlangıç olabilir. Tabii ki, bununla ilgili yapılacak çok kapsamlı çalışmalar var. Bunlar, dediğim gibi, tekrar politik ve yönetimsel, hükümetin, iktidarın yapması gereken müdahaleler, planlamalar dahilinde olması gereken yaklaşımlar. Yani bireysel düzeyde değil, toplumsal bir düzeyde yapılması gereken müdahaleler.

Teşekkür ederim. Ama tabii ki öğle.

Bilen ve öğrenilenleri yenilik getirmek lazım. Bir şey bir şeyde literatürde yok diye onun yok. Kabul etmek de uygun değil. Tabii ki genel olarak devletse gel baktığımız zaman da devletin de milleti eğitmesi lazım. O zaman burada da bir olgunluk sistemi oluşturması lazım. Ben tamamen her şeyi bir bir noktaya bağlamak da uygun değil, çok teşekkür ediyorum.

Teşekkürler. Ben de katkılarınız için teşekkür ediyorum. Evet, evet.

Hocam çok teşekkür ederiz. Gerçekten ayırdığınız zaman için Zeliha hocama da teşekkür ediyorum. O sorularını soramadı ama inşallah bu yayından sonra biz sorunlu şekilde bir sonraki ya da birkaç hafta sonra tekrarlarız. Biz de çalışmış oluruz. Bu gerçekten bizim için afet psikolojisine giriş niteliğinde bir ders gibi oldu. Emeğinize sağlık. Hocam saygılarımızı sunuyoruz, iyi günler.

Çok teşekkür ederim hocam.

No comments:

Post a Comment

Yaşam Bilimi ve İlimlerin Önemi: Geçmişten Günümüze

ARZIN YARATILIŞ SÜRESİ