Bazen hayat, sizi hiç
beklemediğiniz bir sınavın içine sürükler. Zamanın durduğu, dört duvar arasında
sıkışıp kaldığınız bir yer düşünün. Gelenlerin ve gidenlerin kim olduğunu
bilemezsiniz, ne zaman dışarı çıkacağınızı kestiremezsiniz. İşte o anlarda, dünya
parmaklıklar arasından görünen küçük bir pencereye dönüşür.
Her sabah kapınıza bırakılan bir kaç kutu meyve suyu ve yanındaki yiyecek, size yaşadığınız durumun gerçekliğini
hatırlatır. Zaman kavramını kaybedersiniz, çünkü orada saat yoktur. Günler
birbiri ardına akarken, bazen evden gelen bir tas sıcak çorba, ruhunuza dokunan
en değerli şey olur. O çorbanın ilk yudumunda, “Ne güzelmiş sıcak çorba içmek,”
diye düşünürsünüz.
Tuvalete gitmek gibi basit bir
ihtiyaç bile artık bir lüks haline gelir. Elinizi sallarsınız, kameradan birisi
görürse gelir ve size izin verir. Bulunduğunuz alan çoğu zaman dolup taşar,
bazen yere oturacak bir yer bile bulamazsınız. O dar alanda uyumaya çalışır,
gelenlerin ve gidenlerin kim olduğunu anlamadan bir belirsizlik içinde
kaybolursunuz.
10 gün... Belki de bir ömür gibi
gelen o süre boyunca, yaşananlar zihninizde flu bir film şeridi gibi akar.
Direnciniz düşer. Bir gün, parmaklıkların arkasına bir Libyalı gelir. Hep
yüzünde bir gülümseme vardır. Oturum izni bittiği için buraya düştüğünü anlatır.
Ama bu adamın yüzündeki umut, herkese ışık olur. Gerçek miydi, yoksa kul
sıkışmayınca hızır yetişir misali, insan suretinde bir hızır mıydı bilemiyorum.
O geldikten sonra birlikte namaz
kılmaya başladık. Gülümsemesi hiç eksik olmadı. Bir gün bize Yunus peygamberin,
balığın karnında ettiği bir duayı öğretti:
“Lâ ilâhe illâ ente subhâneke
innî kuntu minez zâlimîn.”
Durumumuz gerçekten Yunus
peygamberinki gibiydi. Dört duvar arasında sıkışıp kalmıştık. Bu duayı tekrar
tekrar okudum. Bu dua, o zor günlerde ruhuma bir nefes, bir umut oldu. Ama o da
diğerleri gibi birkaç gün sonra gitti.
Nihayet onuncu gün... İfadem
alındı ve hâkim karşısına çıkarıldım. Serbest bırakıldığımda, kapıda ailem
bekliyordu. O an içimden geçen duygular kelimelere sığmaz. Ama ağzımdan çıkan
tek bir cümle vardı:
“Özgürlük Sen Ne Güzelsin!”
Bu söz, yaşanan tüm karanlık
günlerin ardından bir sabahın habercisiydi. Çünkü her karanlığın bir sabahı
vardı...
No comments:
Post a Comment