Bir varmış, bir yokmuş, Anadolu'nun mistik topraklarında Süleyman Usta adında ünlü bir zanaatkâr yaşarmış. Kapadokya’nın geniş ovaları kadar büyük bir kalbi ve bir büyücününki kadar yetenekli elleri olan Süleyman, metalden harikalar yaratan eşi benzeri olmayan bir usta olarak tanınırmış. İstanbul’un büyük şehrinin kenarındaki hareketli bir köyde yaşayan Süleyman, köylülerin hayatını kolaylaştıran harikulade aletler ve karmaşık makineler yaparmış.
Bir gün, bilge ve liderliğiyle tanınan Develi köyünün saygıdeğer yaşlısı, Süleyman’a bir teklif ile gelmiş. "Süleyman," demiş, "yeteneğin eşsiz ve vatanımıza olan bağlılığın takdire şayan. Ancak uzaklarda Alman'ya adında bir diyar var, orada yeteneklerin büyük fayda sağlayabilir. Onlar, senin gibi bir zanaatkâra ihtiyaç duyuyor."
Sevdiği topraklardan ayrılma fikri Süleyman’ı hüzünle doldursa da, bu yolculuğun iki uzak dünya arasında bir bağ kurabileceğini biliyormuş. Ağır bir kalple ailesine veda etmiş ve Almanya’ya doğru yola çıkmış.
Almanya’ya vardığında Süleyman, fırsatlarla dolu ama aynı zamanda büyük zorluklar barındıran bir diyarda bulmuş kendini. Çifte vardiyalarda çalışarak, hummalı bir ilerleme enerjisiyle dolu büyük bir fabrikada ömrünü harcamış. Özverisi ve ustalığı kısa sürede onu efsane yapmış ve yarattığı eserler Almanya’nın büyümesinde vazgeçilmez olmuş.
Yıllar geçmiş ve Süleyman, uzaklarda yaşasa da kalbi hep köklerine bağlı kalmış. Sık sık anavatanına geri dönmüş, her seferinde sabah çiği gibi parlayan muazzam bir arabayla varmış. Ziyaretleri her zaman ailesi için sevinç ve hayranlıkla dolu olurmuş, özellikle genç yeğeni için. Yeğeni, ALmnaya’dan gelen hikayelere ve amcasının getirdiği hediyelere hayran kalırmış.
Bu ziyaretlerden biri özellikle unutulmazmış. Yeğeni, hevesli bir öğrenci ve dövüş sanatları meraklısı olarak, Uzak Doğu dövüş sanatları hakkında nadir bulunan kitapları arıyormuş. Büyük bir hayretle, Süleyman Almanya’dan bu nadir kitap koleksiyonuyla dönmüş ve yeğeninin bilmediği bir vaadi yerine getirmiş. Bu davranış, Süleyman’ın sözünün eri bir insan olarak imajını pekiştirmiş.
Ejderha yılı geldiğinde, yeğeni artık büyümüş ve kendi başına bir bilgin olmuş, Hamburg’da büyük bir Jeofizik Konferansı için Almanya’ya yolculuk etmiş. Süleyman, her zaman ki koruyucu olarak yeğenini Frankfurt’un büyülü şehrine davet etmiş. Orada, günlerini geçirdiği büyülü alanları, arkadaşlık ettiği fantastik varlıkları tanıtmış ve makinelerin onun büyüsü altında dans ettiği büyük fabrikayı gezdirmiş.
Zaman, kendi dokusunu örerken, Süleyman emekli olup anavatanında, Dikili'nin sakin sahil köyüne yerleşmiş. Orada, doğanın güzellikleri ve ailesinin sevgisiyle çevrili olarak huzur içinde yaşamış. Bir gün, kadim bir zeytin ağacının gölgesinde otururken, Süleyman yeğenine dönüp, "Bir gün, benim hayatımı sen yazacaksın," demiş.
Artık usta bir hikaye anlatıcısı olan yeğen, yılların bir rüya gibi uçup gittiğini fark etmiş. Süleyman Usta’nın destansı yolculuğunu yazmaya koyulmuş, dayısının mirasının gelecek nesillerin kalbinde ve zihninde yaşayacağından emin olmuş, gerçeklik ve fantastik dünyaları harmanlayarak cesaret, onur ve sevgi dolu zamansız bir hikaye yaratmış.
No comments:
Post a Comment