Geçmişte Kare Dünya Grubu olarak düzenlediğimiz pek çok webinarda koordinatörlük yapma fırsatım olmuştu. O webinarlarda moderatörlüğümüzü, kıymetli Nazif Gürdoğan hocamız yapardı. Hocamızın vefatından sonra, onun hatırasını yaşatmak için koordinasyonunda bulunduğum bu webinarları deşifre etmeye başladım. Ancak kolay bir süreç değil. 🎙️ Ses kalitesi bazen yeterince iyi olmadığı için ya da Türkçe diline özgü sorunlardan dolayı düzeltme süreci oldukça zahmetli oluyor.
Bu süreçte, beş dakikalık parçaları tek tek alıyorum. Kendi yazdığım basit bir yapay zeka koduyla zaman formatını düz yazıya çeviriyorum. Sonrasında o metinleri tekrar okuyup düzenliyorum. Küçük parçalardan büyük bir bütüne doğru ilerleyen bu yolculuğu tamamlamak zaman alıyor ama sonuçta başardım. 🙌
Belki gelecekte bu işler çok daha kolay olacak, ancak şu anda öğrenme açısından da faydalı bir yöntem olduğunu düşünüyorum. Özellikle Türkçe ya da İngilizce öğrenmek isteyenler için listening becerisini geliştiren en etkili yollardan biri transcription yapmak. Kanada'da aldığım bir listening kursunda da bu yöntem uygulanıyordu ve çok faydasını görmüştüm.
Webinarların yazılı hale dönüşmesi, onları okumayı ve arşivlemeyi çok daha kolay hale getiriyor. Hatta yazılı metinler üzerinden otomatik çeviri yaparak farklı dillere çevirmek bile mümkün oluyor. Bu şekilde, bilgi sadece arşivlenmiş olmuyor, aynı zamanda daha erişilebilir hale geliyor.
Evet, transcription yaparak metin oluşturmak zor ve sabır isteyen bir iş. Kitap editörlüğüne kıyasla daha farklı bir süreç çünkü önce konuşmaları düz yazıya çevirmek, sonra bu metni düzenlemek gerekiyor. Ama sonuçta elde edilen yazılı arşiv, geleceğe bırakılan bir emanet gibi. 🌟
Şimdi o webinarlar elimizin altında bir hazine gibi duruyor. Hem tarihsel bir arşiv, hem de hocamızın hatırasını yaşatan kıymetli bir çalışma… ❤️
TAKDİM
Prof.Dr. Ali Osman ÖNCEL
Değerli katılımcılar,
Hepiniz hoş geldiniz. Bugün burada çok kıymetli bir konuğu ağırlıyoruz. Öncelikle, hocamıza takdim etmek istiyorum. Kendisinin çok değerli çalışmalarını ve eserlerini sizlere kısaca tanıtmak istiyorum.
Hocamız, popüler araştırma, inceleme ve başvuru kitaplarının yazarı, eserleri çok satan ve geniş kitlelere ulaşan bir akademisyendir. Kitaplarına göz attığımızda, "Medreseye Modernizm ve Gelenekselcilik Arasında", "Molla Cami'de Varlık", "Türk Düşünce Tarihi", "İslam Düşüncesinde Felsefe ve Kelam İlişkisi" gibi önemli eserleri buluyoruz. Bu eserler, aynı zamanda İslam felsefesi ders kitabı olarak da sayılabilir.
Hocamız aynı zamanda Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü'nde İslami İlimler Merkezi müdürü olarak görev yapmaktadır. Kendisine ve başarılarına olan saygımızı ifade ederken, bugünkü konuşmada gelenekselcilik ve evrim gibi önemli konulara değineceğiz. Bu bağlamda hocamız, 70'li yıllarda Londra'da tanıştığı önemli eserlerle ilgili anılarını da bizimle paylaşacak.
GİRİŞ
Prof.Dr. Nazif GÜRDOĞAN
Hocamız ayrıca "Yazma Eserler Uzmanı" olarak çalıştığı dönemde birçok akademisyenin eserlerini Türkiye'ye kazandırmıştır. Bütün kitaplarını Göynük'e getirdiğini ve Mabela dergisinde bu eserlerin tanıtımını yaptığını dile getirdi. "İslam ve Bilim" kitabı, "Kozmonot Flört Öğretileri Giriş" gibi önemli eserlerin Türkçeye çevrilmesini sağlamıştır. Bu eserlerin Türkiye'de büyük bir ilgiyle karşılandığını görmekteyiz. İslam ve Bilim kitabı, İlhan Kutluer tarafından çevrilmiş ve Kozmonot Flört Öğretileri kitabı da Nazife Şişman tarafından Türkçeye kazandırılmıştır. Geçen yıl kaybettiğimiz Mahmut Kanık tarafından çevrilen eserler de önemli bir açılım yaratmıştır.
Bütün bu gelişmeleri değerlendirirken, hocamız şunu belirtiyor: "Artık bizim her programda vurguladığımız gibi, yeni bir dünya var. Farklı bir dünya var. Uzaklık ve yakınlık farkında olmadığı, merkez ve çevre farkında olmadığı bir dünya" diyor. Küresel değişimleri çok iyi gözlemlemekte ve bu dönüşümün bizim için ne kadar önemli olduğunu ifade etmektedir.
Hocamız, 22 yaşında ilk kez yurtdışına çıktığını ve "Şimdi bizim çocuklarımız yurtdışında doğuyor, farklı ülkelerde okuyorlar" şeklinde bir gözlemde bulunuyor. Ayrıca "İran'ı çok yakından tanıyor" diyerek küresel kültürel ve akademik etkileşimlere dikkat çekiyor.
Bugün çok kıymetli bir hocamızı ağırlıyoruz. Muhammet Şevki hocam aramıza katıldı, hoş geldiniz. Geçen oturumda çok güzel bir konuşma yapmıştı. Hocamızla birlikte çalıştığımızda, Mehmet Görmez hocayı da hatırlatmak istiyorum. Kendisiyle, Sezai Karakoç'un cenazesinde çok anlamlı bir konuşma yapmıştık. Hep birlikte dostlarımızın başı sağ olsun. Sezai Karakoç'u 88 yaşında kaybettik ve onu ana yurduna, baba evine yolcu ettik. Hepimiz er ya da geç, bu dünyadan ayrılacağız, ama inşallah Sezai Karakoç’un yeğenleriyle arkadaşlarımız çalışmalarına devam ediyorlar. Vakıf kurma çalışmaları var, eğer kurulur, Vakfın iktisadi işletmesi olarak birleşik yayın olarak devam edecektir.
Sezai Karakoç, gerçekten şiirde ve düşüncede çığır atmış çok önemli bir şair ve düşünürdür. Bizden biridir. Geçtiğimiz günlerde Kamil hocamın üniversitesinde, eski bir programda konuştum. Şahin hocam ve araştırma görevlileri de oradaydı. Ayşenur’un moderatörlüğünde, edebiyat ve düşünceyi tartıştık. Muhammed hocamız da çok güzel bir katkıda bulundu. Necip Fazıl’ın rahmet defterini ve "Çile" şiirini ele aldık. Necip Fazıl, Türkiye'de sadece şair olarak tanınan bir isimdi, ancak "Çile" şiiri, Türkiye’nin dönüşümünü anlatan müthiş bir eserdir. Diğer bir önemli eseri olan "Adam Yaratmak" ise çilenin oyunlaştırılmış halidir.
Sezai Karakoç, son yıllarda çoğu kişi tarafından "Mona Roza'nın şairi" olarak biliniyor, ama aslında Sezai’nin şiirlerinde çok daha derin anlamlar var. Birçok kişi bu şiirlerin gerçek olmayan çevresindeki olayları anlatıldığını düşünüyor. Oysa Sezai Karakoç, şiirlerinde insanın ruhunu derinlemesine işler. Son yıllarda değişiklikler oldu, ama şiirindeki o derin "Hızırla Kırk Saat" kitabının ruhunu asla unutmamıştı.
Bugün Şahin hocam, çok önemli bir "peygamberler tarihi" üzerine de konuştu. İtikadî konular üzerinden yaptığımız tartışmalar, çok çağdaş bir perspektiften değerlendirilmelidir. Ayşenur’un moderatörlüğünde, bu konuya dair önemli bilgiler paylaşıldı. Sezai Karakoç’un "Amentü" üzerine çalışmaları, Çağdaş Erdemli Devlet projeleriyle karşılaştırılabilir. Üst düzey İslam dünyasında bu konular çokça tartışılmaktadır.
Maalesef, Türkiye'nin, Malezya'nın, Endonezya'nın dışında, demokratik kültürün işlediği çok fazla ülke yok. Bizim de bu demokratik kültürü nasıl geliştireceğimiz, nasıl dönüştüreceğimiz konusunda çok büyük görevlerimiz var. Siyaset bilimciler bu konuda çok önemli görevler üstleniyor.
Muhammed Hamidullah Hoca, Erzurum'da yaptığı doktora seminerlerinde uzun uzun dört halifenin seçiminde dikkat edilmesi gereken demokratik kültür üzerine konuşmuştu. Hz. Ömer'in sürekli istişare meclisi kurarak Medine’yi dolaşıp halkın görüşlerini alması, aslında İslam'ın ilk yıllarında demokratik kültürün temellerinin atıldığını gösterir. Bu tartışmalar, biz Müslümanlar için çok önemli. Bu demokratik kültürün özümsenmesi gerektiğini hocamız uzun uzun anlatmıştı.
Bugünkü tartışmalar, demokrasinin 200 yıllık geçmişine dayandığını gösteriyor. Avrupalı ülkeler, demokrasilerini Atina'dan almışlardır, ancak Atina'daki demokrasi, toplumun yüzde sekseninin dışında bırakıldığı bir sistemdi. Kadınlar oy kullanamıyordu ve oy hakkı olanların sayısı yalnızca yüzde yirmiye ulaşabiliyordu. Bu yüzden, demokrasiyle dünyayı anlatmak mümkün değildir. Bu bağlamda, akademisyenlere yeni sorumluluklar düşmektedir.
Bu tartışmalar, demokrasinin gelişimindeki zorlukları ele almak amacıyla çeşitli bakış açılarını içermektedir. Fazlur Rahman, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde verdiği konferanslarda, İslam dünyasının demokrasiye nasıl yaklaşması gerektiği konusunda önemli noktalar belirtmiştir. Rahman, İslam dünyasının ekonomik ve sosyal yapılarının, demokrasiyi benimsemeden önce, ana kaynaklara dönerek bugüne taşınması gerektiğini vurgulamıştır.
İslam dünyasının demokratik bir kültür oluşturabilmesi için, kendi köklerine inerek geçmişteki erdemli devlet anlayışını günümüze taşıması gerekmektedir. Aksi takdirde, bu dünya değişimi yakalayamayacaktır. Bugün İslam dünyası, çok önemli bir kültürel dönüşüm sürecinden geçiyor. Ancak, İslam dünyası her alanda olduğu gibi, yönetim, ekonomi ve üretim gibi konularda güçlü örnekler sunamamıştır. 20. yüzyılın başında, Afganistan, İran ve Türkiye dışında bağımsız bir İslam devleti yoktu. Ancak bugün, İslam devleti sayısı artmış ve bu sayı 60-70'e ulaşmıştır.
Türkiye, bu bağlamda önemli bir örnektir. Türkiye, çeşitli dönemlerde darbeler yaşamış ve demokrasisini pekiştirme çabaları sürekli engellenmiştir. Bu nedenle, akademik çalışmalarımızda, dinlerin özünü bugüne taşımak için önemli adımlar atmamız gerekmektedir. Kamil Hoca'nın ele aldığı konu, çok önemli bir tartışma alanıdır. Geleneksel düşünceyi nasıl modern dünyaya entegre edebiliriz? Bugün mahalleler birbirine karışmış ve kültürel çeşitlilik daha fazla öne çıkmıştır. Türkiye’de yabancılarla pek karşılaşmasak da, Avrupa’da durum farklıdır. Avrupa'da, Müslüman nüfus hızla artmaktadır ve önümüzdeki 5-10 yıl içinde, Avrupa'nın birçok şehrinde Müslüman belediye başkanları göreve gelecektir.
Bugün, akademisyenler olarak büyük bir sorumluluğumuz vardır. Bu bağlamda, sadece filozofların değil, mühendislerin, iktisatçıların, psikologların, sosyologların ve en önemlisi hukukçuların katkıları çok değerli olacaktır. Kelamcılar ve tasavvufçulara da ihtiyacımız var. Toplumun her kesiminden katkı alarak bu sorunları çözmek mümkün olacaktır. Hepimizin birlikte çalışma gerekliliği her zamankinden daha açık bir şekilde ortaya çıkmaktadır.
KONUŞMA
Prof.Dr. Şamil ÖÇAL
Değerli hocalarım, Ali Osman hocam ve Ahmet Bey'in de aramızda olduğunu görmek çok güzel. Hepinizi saygıyla selamlıyorum. Ancak, izin verirseniz, gelenekselci düşünce üzerine bir şiirden bahsetmek istiyorum. Bu şiir, tercih ettiğim bir kitabın girişine konulmuştu. Kitap, gelenekselciler ile modern dünya arasındaki farkları ele alıyordu.
Gelenekselciler, modern dünyaya karşı olan bir düşünce yapısına sahipti. Bu düşünceler bazen kabul görmedi, hatta gelenekselci bir şahsiyet olarak pek sevilmeyen bir yazar da vardı. Ancak, onun yazdığı şiirler çok önemliydi. Şiirlerinden birinde, "Güvene döne genişleyen bu çemberden ne Şahin ne de Doğan Duyar avcıyım, ayrı düşer eşya kayar durur yeri" gibi derin anlamlar vardı. Bu şiir, gerçekten de önemli bir düşünceyi yansıtıyordu.
Gençliğimde, öğrencilik yıllarımda, bu tür gelenekselci yazarların kitaplarını okurdum. Ancak, onları okurken, bu düşüncelerin aslında bir organize yapı oluşturduğunun farkında değildim. Zamanla, gelenekselci düşüncelerin bir araya gelip bir tarikat gibi yapılandığını fark ettim. Bu yapılar arasında ilk başlarda farklı tarikatlara katılanlar vardı. Özellikle Meryemiye tarikatı dikkatimi çekti. Bu tarikat, özellikle ilk zamanlarda başka bir tarikatla ilişkiliydi.
Tarikatın ismi çok dikkat çekiciydi, çünkü Hazreti Meryem'e atıfta bulunuluyordu. Hazreti Meryem'in sembolik ismi, bu düşüncenin önemini daha da artırıyordu. Hazreti Meryem’in heykelleri, özellikle evlerinde önemli bir yer tutuyordu ve bu sembolizmin anlamı büyüktü. Hazreti Meryem, bu düşüncenin temsili olarak sıkça anılırdı ve kitaplarda da onun sembolik rolü çokça işlenirdi.
Bu düşünceler, gelenekselci akımların ne kadar derin ve etkili olduğunu gösteriyor. Bu yolda, tarikatlar ve sembolik figürler önemli bir rol oynuyor.
Gelenekselci düşüncenin bir sembol olarak önemi hoş bir konudur. Ancak, bu düşünceyi sadece bir fotoğraf ya da bir şey olarak görmek yetersizdir. Gelenekselci düşüncenin toplumsal ve bireysel düzeyde ne kadar derin etkiler yarattığını anlamak gerekir. Müslümanlar da bu düşünceyi benimsemişlerdir. Bu düşüncenin tarihsel sürecine bakmak, nasıl geliştiğini ve yaygınlaştığını anlamak önemlidir.
Genç erkekler, gelenekselci düşünceyle ilgili çok fazla yazı kaleme almamışlardır. Bugün elimizde gelenekselci düşünceyi anlatan bazı kitaplar bulunsa da, bu kitaplar genellikle düşünceyi anlatan eserlerdir. Örneğin, Seyyid Hüseyin ve başka gelenekselci şahsiyetler hakkında yazılmış eserler, onların düşüncelerini daha çok işler. Bu kitaplar, genelde tarihsel bir kişiliğin anlatımını yapmaz; bunun yerine düşüncelerini açıklarlar.
Gelenekselcilerin yaşamları hakkında çok fazla bilgi bulunmaz. Nerede yaşamışlar, nasıl bir şehirde yaşamışlar ya da günlük hayatlarını nasıl geçirmişlerdi, bunlarla ilgili pek fazla yazılı kaynak yoktur. Bunun yerine, sanat anlayışları öne çıkar. Tarihi anlayışlarının bir yansıması olarak, şahsiyetleri değil, düşünceleri daha fazla önemlidir. Çünkü, önemli olan şahıslar değil, onların düşünceleridir. Dolayısıyla bizim isimlerimizin değil, düşüncelerimizin ön plana çıkması gerektiği kanaatindeyim.
Ben de, bu kitabı yazarken benzer zorluklarla karşılaştım. Yazdığımız metinler teklif edildiği zaman kabul edilmedi. Bir sırrın fark edilmesini istemediklerini gördüm. Ancak yine de, bu insanların hayatlarının ve düşüncelerinin bilinmesi gerektiğini düşünüyorum. Çünkü onların fikirleri, tarihteki etkilerini çok açık bir şekilde hissettirmiştir.
Günümüzde, gelenekselcilerin hayatlarını, ne yaptıklarını ve kim olduklarını merak edenler var. Bu nedenle, bahsettiğim kitabın şu anda tek bir kaynak olarak kabul edilebileceğini düşünüyorum. Kitap, geçmişte yazılmış tek kaynak olarak önemli bir işlev görüyor. Bu metinler, aslında geçmişin önemli figürlerini daha iyi anlamamıza yardımcı olur.
Gelenekselci hareketin tarihsel bir yolculuğu vardır. Bu yolculuk, birçok farklı dönem ve kültür içinde şekillenmiştir. Örneğin, 1920'lerde başlayan hareket, Mısır'da sonlanmıştır. Ancak, Mısır'a yerleşen gelenekselcilerin çok fazla kimseyle görüşmediği ve daha izole bir yaşam sürdükleri de bir gerçektir. Hatta, tarikat içerisindeki bazı ilişkilerde soğukluk olduğu da söylenmektedir.
Sonuç olarak, gelenekselci düşüncenin yayılma süreci, hem tarihsel hem de kişisel ilişkilerle şekillenmiştir. Bu düşünceyi anlamak için sadece şahsiyetlere odaklanmak yeterli değildir; onların düşüncelerinin ve etkilerinin üzerinde durmak gerekir.
Çünkü şu an hayatının sonuna doğru geliyor. Bu süreçte tarikat, özellikle Amerika'da farklı bir yönde evrilmiş durumda. İnternette de bu konuya dair çeşitli bilgiler yer almakta. Ancak, ben bunların çoğunu doğrulanabilir olarak görmüyorum ve genellikle dedikodudan ibaret olduğunu düşünüyorum. Müritleriyle ilişkisi, özellikle kadın müritleriyle olan ilişkisi hakkında duyulanlar, benim için inandırıcı değil.
Bunlar dışında, gelenekselci grupta sanatla ilgilenen önemli isimler var. Örneğin, Şeyh Hüseyin gibi figürler çok önemli. Onun Müslüman olması ve geleneksel İslami düşüncelerle ilgisi, hem gelenekselcilik hem de İslamî ilimlerle olan bağını güçlendirmiştir. Bu bağlamda, Müslümanlarla gelenek arasındaki irtibatı sağlaması da önemlidir.
Bugün, özellikle sosyal medyada geleneksel düşüncelerle ilgili kitaplar ve makaleler hızla Türkçeye çevriliyor. Neredeyse çevrilmeyen hiç kitap yok gibi. Bu tür içerikler, Türkiye'deki çeşitli gruplarla ilişkilere dair önemli bilgiler sunmaktadır. Örneğin, 15 Temmuz darbe girişimi sonrası, bazı isimlerin önceden bu durumu haber verdikleri söyleniyor.
Aleksandr Dugin ve Pușkin'in danışmanı gibi isimler, Avrasya düşüncesiyle ilişkilidir. Dugin, geleneksel düşüncelerin çok önemli olduğunu savunuyor. Katolikliği ve Protestanlığı, geleneksel yapılarından sapmış olarak değerlendiriyor. Ancak, Ortodoks ve Katolik inançlarının hala geleneğin izlerini taşıdığı görüşünü savunuyor.
Bu bağlamda, gelenekselci düşünceler ile Avrasya düşüncesi arasında bir paralellik bulunmaktadır. Geleneksel düşünceyi ön plana çıkaran dinlerin özü, birliğini savunur. Bu konuda yapılan tartışmalar da, aslında bugün Avrasya düşüncesinin temellerine dayanır.
Diğer yandan, bazı akademik isimler geleneksel düşünceleri pek dışa vurmamış olsa da, gençlik dönemlerinde bu düşüncelerle ilgilenmişlerdir. Daha sonra akademiye girdiklerinde, bu görüşleri yazılarında ve teorilerinde sıkça işlemeye çalışmışlardır. Ancak, akademik ortamda daha organik bir ilişki kuramamışlardır. Yine de, yazdıklarında gelenekselci etkiler rahatlıkla görülebilmektedir.
Bu hareket, özellikle İslam ülkeleri dışında çok fazla yayıldığını söylemek mümkün değil. Türkiye’de çok fazla taraftarı bulunmadığı gibi, bu yapının etkisi de oldukça sınırlıdır. Türkçe kitaplar çok okunmasına rağmen, bu yapıya mensup olan insanlar zayıf bir şekilde varlığını sürdürüyor. Bunların çok büyük bir etki oluşturduğunu düşünmüyorum, bu sadece benim tahminim.
Şehit Hüseyin Nas gibi isimler, 1979'daki İran Devrimi'ne çok etki etmişti. Hüseyin Nas, İran’daki Şah yönetimi zamanında, Şah’ın eşinin özel kalem müdürüydü. Ancak İran’daki Devrimde bu kişiler oldukça önemli bir rol oynamışlardı. İslam düşüncesi, felsefe ve tasavvuf üzerine kitaplar yayınlamışlardı. Onlar da Kanada'dan Nikon ile işbirliği yaparak önemli çalışmalar gerçekleştirdiler.
Hüseyin Nas, İran Devrimi'nin nasıl geliştiği hakkında eleştirilerde bulunmuş, ancak aynı zamanda devrimle ilgili bazı katkılarda da bulunmuştur. Ancak burada önemli bir nokta var: Şehit Hüseyin Nas, İran Devrimi'nin demokratik olmayan yönlerini eleştirse de, geleneksel düşünceye göre monarşiyi savunmuştur. Nas’a göre, hakikatin ve geleneğin doğru taşıyıcısı monarşi sistemiydi. Bu, Nas’ın gelenekselci bir bakış açısına sahip olduğunu gösteriyor. Demokrasiye karşı değildi, ama gelenekselci bir yönetim tarzını, özellikle monarşiyi savunuyordu.
Bunun dışındaki sistemler bizim sahip olduğumuz sistemler değildir. Bu yüzden Osmanlı'nın yıkılmasına karşı çıkıyordu. Osmanlı'nın yıkılmasına karşı çıkarken, annesi vefat etmeden Müslümanlığını açıklamıyor. Müslüman olduğu halde, annesinin üzülmemesi için onun ölümünü bekliyor ve annesi öldükten sonra Müslümanlığını deklare ediyor. Şimdi temel düşüncelerini özetleyecek olursak, geleneksel düşünce ile modern dünyanın, özellikle modernleşme ile ortaya çıkan yaşam biçimlerine karşı bir itiraz söz konusu. İnsanların gelenek ve dinlere karşı bağlarının gevşemesiyle birlikte, buna karşı bir muhalefet modeli gelişiyor. Ancak bu, Batı karşıtlığı veya Batı düşmanlığı değildir. Irkçılık anlamında da bir karşıtlık yoktur. Bu düşünce daha çok, modernizmin getirdiği yıkımlara karşı bir itiraz olarak ortaya çıkmıştır.
Bu düşünceler, Batı'nın yıkıcı etkilerinden geri dönmeyi ve hakikate ulaşmayı amaçlar. Ancak Batı'da bunun mümkün olmadığını savunurlar. Hakikat, Doğuda bulunmaktadır ve bu geleneksel düşünceyi savunurlar. Geleneği tanımlarken, sadece gündelik alışkanlıklar veya geçmişten gelen unsurlardan bahsetmezler. Burada kastedilen şey, Aşkın olanla ilişkidir; Allah'tan gelen hakikat, vahiy yoluyla elde edilen bilgidir. Gerçeklik, evrensel bir boyut taşır çünkü bütün dinler, hakikatin özünü ifade eder.
Bu düşünceye göre, dinlerin kabuk kısmı bir kenara bırakıldığında, tüm dinler aslında aynı hakikati ifade eder. Gelenek dediğimiz şey, gündelik yaşamdan öte, insanın manevi boyutuyla ilgilidir. İnsanların Allah ile ilişkisini ve hakikati anlamlandırmalarını içerir. Tanrı ile ilişki devamlılık arz eder ve bu bağlamda dünya gerçekliği, Tanrı tarafından gönderilmiş bir hakikattir.
Sonrasında, özellikle 14. ve 15. yüzyılın kanlı yıllarında, hakikate dair teoriler ortaya çıkmıştır. Gerçeklik ve doğru, insanın deneyiminden gelir. Deneyim edemediğimiz bir şeyde hakikat üretemeyiz. Hakikat, bizim deneyimlediğimiz gerçekliktir. Bu dışındaki her şey, gerçeklik değildir.
Bunu açıkça söylemek gerekirse, o zamanlar söylemese de aslında bu yola girdiğini anlamıştık. Özellikle öğretmenlere yönelik eleştirileri vardı, "bunların gerçekleri olmadığını" söylüyordu. Diğer dinler hakkında da birkaç şey söyledi. Aslında dinlerin ortak bir özü olduğunu, yani her dinin hakikati bir şekilde barındırmış olabileceğini belirtti. Ama buna rağmen, İslamiyetin özüne dair düşüncelerini gizlemeye çalışmadı.
İslam’ın özünü anlamanın, geleneksel sanatta olduğunu söyledi. Kutsal sanat dediğimiz şeyin, İslam’ın özünü ifade ettiğini ve bu sanatın bir kutsallık yansıması olduğunu savundu. Geleneksel bakış açısının kendine nasıl hitap ettiğinden de bahsetti. Ancak modernizm, kapitalizm ve bilimsel paradigmalara karşı duyduğu eleştiriler de vardı. Geleneksel anlayışla nerelerde uyumsuzluklar olduğunu anlamanın önemli olduğunu belirtti.
Sonra Batı tarzı hayatı bırakmakla ilgili konuştu. Batılı yaşam tarzını terk etmenin artık geç olduğunu düşündüğünü söyledi. “Yaşım geçti,” diyerek, bu tarz bir değişimi artık yapmak için çok geç kaldığını ifade etti. Modernizm ve kapitalizme karşı olan eleştirileri giderek daha da keskinleşti.
Dinler arası birlik ve aşk düşüncesi üzerine de birkaç şey söyledi. Dinlerin özde birleştiğini ve hakikatin evrensel olduğunu vurguladı. Modern sanat anlayışını eleştirirken, İslam sanatının kutsallığı ile ilgili şüphelerini dile getirdi. Sanatın kutsal bir amacı olup olmadığını sorguladı. Müslümanlar sanat yaparken, o sanatın gerçekten kutsal bir işlevi olup olmadığını ya da sadece ibadet amacı taşıyıp taşımadığını sorguladı.
Son olarak, sanatla ibadet arasındaki ilişkiyi ele aldı. Sanat eserlerinin kutsal bir işlevi olup olmadığını sorguladı. Müslümanlar sanat yaparken, bu eserlerin gerçekten kutsal bir amacı yerine getirdiği bir işlevi olup olmadığını değerlendirdi. Tüm bu soruları ve düşünceleriyle sonlandırdı.
No comments:
Post a Comment