Geçiş Zonlarında Deprem Yoğunluğu
Haritalar, KAFZ boyunca depremlerin (kırmızı noktalar) özellikle geçiş zonları (sarı alanlar) olarak işaretlenen bölgelerde yoğunlaştığını gösteriyor. Geçiş zonları, fay segmentlerinin kesiştiği veya birbiriyle bağlandığı alanlardır ve tektonik gerilimin biriktiği bölgeler olarak bilinir (Barka, 1996). Örneğin, 2011 (M 5.1) ve 2019 (M 5.7) depremleri, bu geçiş zonlarına yakın gerçekleşmiştir. Ancak, 2011 depreminin creeping (yavaş kayma) bölgesinde (mavi alan) olması, bu bölgenin genelde büyük depremler üretmemesi gerektiği düşüncesiyle çelişiyor. Creeping bölgeler, fayın sürekli kaydığı ve gerilim birikiminin düşük olduğu alanlardır (Stein et al., 1997). Yine de, 5.1 büyüklüğündeki bir deprem, bu bölgede beklenenden daha büyük bir sismik aktiviteye işaret edebilir ve fayın heterojen yapısını ortaya koyar.
2025’te Marmara Denizi’nde meydana gelen M6.2 depremi, geçiş zonuna yakın bir alanda (Tekirdağ Bölgesi, TB) gerçekleşti. Türk sedimantolog Naci Görür’e göre, bu deprem Kumburgaz Fayı üzerinde oldu ve beklenen büyük Marmara depreminden (M7+) farklıydı, ancak fay üzerindeki gerilimi artırdı (Görür, 2025). Bu durum, geçiş zonlarının sismik risk açısından kritik olduğunu doğruluyor.
2019 ve 2025 Depremleri Arasındaki İlişki
Prof. Dr. Cenk Yaltırak’ın İstanbul Teknik Üniversitesi’nde (İTÜ) yaptığı bir sunumda gösterilen harita, Marmara Denizi’ndeki KAFZ’nin sismik aktivitesini detaylı bir şekilde ortaya koyuyor (Yaltırak, 2025). Harita, 2019’da meydana gelen M5.9 büyüklüğündeki deprem ile 23 Nisan 2025’te meydana gelen M6.2 depreminin konumlarını işaretliyor. İki deprem arasında yaklaşık 5 km mesafe bulunuyor ve 2025 depremi, 2019 depreminden daha güneyde yer alıyor. Bu 5 km’lik aralık, KAFZ’nin önerilen fay zonu genişliği ile uyumludur, bu da fayın doğrusal bir hat değil, bir zon olarak hareket ettiğini gösteriyor. Fay boyunca biriken enerji, bu nedenle farklı depremler üretiyor.
Harita, 2019 depreminin Silivri segmentinde, 2025 depreminin ise Kumburgaz segmentinde gerçekleştiğini açıkça ortaya koyuyor (Yaltırak, 2025). Daha detaylı bir analizde, 2019 depreminin ikincil bir fay üzerinde meydana geldiği, Kumburgaz Çukuru’nun kuzey ve güney sınırlarını kesen fayların ise ana faylar olduğu görülüyor. Buna karşılık, 2025 depremi doğrudan ana fay üzerinde gerçekleşti. Bu durum, 2019 depreminin zonal yapının daha karmaşık bir bölgesinde, ikincil bir fay üzerinde meydana geldiğini, 2025 depreminin ise ana fayın doğrudan kırılmasıyla oluştuğunu gösteriyor. 2019 depremi, artçıları olduğu için ana deprem olarak sınıflandırıldı. Ancak, 2025 depreminin artçıları olmadığı belirtiliyor. Eğer 2019 depremi olmasaydı, 2025 depremi öncü deprem olarak değerlendirilebilirdi.
Ross Stein, Temblor sitesinde yayımlanan bir makalede, 2019 depreminin 2025 depremini tetiklediğini öne sürüyor (Stein, 2025). Stein’e göre, 2019 depremi, Kumburgaz Fayı üzerinde bir gerilim transferi yaratarak 2025 depreminin meydana gelmesine zemin hazırladı. 2019 depreminin ikincil bir fay üzerinde olması, gerilim transferinin zonal yapının farklı segmentlerine dağılmasına neden olmuş olabilir, ancak 2025 depreminin ana fay üzerinde gerçekleşmesi, bu gerilimin nihayetinde ana fayda bir kırılmayı tetiklediğini gösteriyor. Bu durum, fay zonunun karmaşık yapısını ve depremlerin birbirini tetikleme potansiyelini bir kez daha ortaya koyuyor.
Kuzey Anadolu Fayı’nın Zonal Yapısı ve Deprem Riski
KAFZ’nin bir çizgi değil, geniş bir zon olarak hareket ettiği, jeolojik ve sismolojik çalışmalarla uzun süredir tartışma konusudur. Prof. Dr. Cenk Yaltırak’ın İTÜ’deki sunumunda gösterdiği detaylı harita, bu zonal yapıyı açıkça belgelemektedir (Yaltırak, 2025). Haritada, KAFZ’nin Marmara Denizi’ndeki segmentleri (Silivri Sırtı, Silivri Fayı, Sınır Fayı, Kumburgaz Fayı ve Doğu/Güney Fayı) açıkça işaretlenmiştir. Bu segmentler, fayın geniş bir zon içinde farklı dinamiklere sahip olduğunu gösteriyor. Örneğin, 2019 depremi (M5.9) Silivri segmentinde ve ikincil bir fay üzerinde meydana gelirken, 2025 depremi (M6.2) Kumburgaz segmentinde ve ana fay üzerinde gerçekleşti. Bu durum, fay zonunun heterojen yapısını ve enerji birikiminin farklı segmentlerde farklı depremler üretebileceğini ortaya koyuyor.
Zonal bölgeler, ikincil faylarda 2019 depremi gibi sismik aktivitelerin meydana gelmesine olanak tanır. Ancak, 2025 depreminin ana fay üzerinde gerçekleşmesi, bu bölgelerde biriken gerilimin ana fayda daha büyük bir kırılmayı tetikleyebileceğini gösteriyor. KAFZ’nin zonal yapısı, deprem tehlikesinin tahmin edilenden daha büyük olduğunu gösteriyor. Tek bir çizgi olarak modellenen bir fay, gerilim birikimini ve kırılma riskini daha sınırlı bir alanda değerlendirirken, bir zon olarak ele alındığında, risk alanı genişliyor. Bu, Marmara Denizi’ndeki kilitli segmentlerin (örneğin, Kumburgaz Fayı) ve geçiş zonlarının daha karmaşık bir gerilim transferine maruz kaldığını ve deprem riskinin daha yüksek olduğunu ima ediyor. Ayrıca, geçmişte “Kuzey Anadolu Fayı” ve “Kuzey Anadolu Fay Zonu” terimleri arasındaki tartışmalar, bu zonal yapının kabulüyle sonuçlanmış görünüyor.
1912 Şarköy-Mürefte Depremi ve Marmara Denizi’ndeki Kırık
Fransız bilim insanı Rolando Armijo’nun 2000’li yıllarda yaptığı çalışmalar, 1912 Şarköy-Mürefte depreminin (M7.4) kırığının Marmara Denizi’ne uzandığını ve yaklaşık 140 km uzunluğunda olduğunu ortaya koydu (Armijo et al., 2005). Armijo’nun yüksek çözünürlüklü batimetrik haritaları ve sismik yansıma profilleri, kırığın Tekirdağ Çanağı (TB) yakınında sonlandığını ve 4-5 metre sağ yanal atım sergilediğini gösterdi. Bu bulgular, TB bölgesinin bir geçiş zonu olarak tanımlanmasını destekledi, çünkü bu alan, kilitli ve yavaş kayma yapan segmentler arasında bir köprü görevi görüyor.
Ancak, 1912 depreminden sonra TB bölgesinin geçiş zonuna dönüşmesi, fay dinamiklerinin değiştiğini gösteriyor. Modern jeofizik çalışmalar, TB’nin kilitli segmentlerden (örneğin, Kumburgaz Fayı) yavaş kayma yapan bölgelere geçiş yaptığını ve gerilim transferinin burada yoğunlaştığını ortaya koydu (Yamamoto et al., 2019).
Marmara Denizi'nde Taşmaya Yakın Segmentler ve Tetikleyici Depremler
"Kovayı taşıran son damla değil, içinde biriken sudur" metaforu, bir fay segmentinde uzun süre biriken gerilimin, küçük bir depremle büyük bir kırılmayı tetikleyebileceğini vurgular.
Marmara Denizi'nde yapılan analizlerde segmentlerin Coulomb gerilim değişimi (ΔCFS) değerleri bar cinsinden şu şekilde hesaplanmıştır (1 MPa ≈ 10 bar)
Segment | ΔCFS (bar) |
---|---|
İzmit Fayı | 10–30 |
Eastern Marmara Fayı | 20–40 |
Eastern Ridge | 40–50 |
Kumburgaz Fayı | 40–50 |
Western Ridge | 80–90 |
Ganos Fayı | 100–110 |
Saros Fayı | 50–60 |
Kırılma Eşiği:
-
Deniz içi segmentlerde: 25–40 bar (μ ≈ 0.25),
-
Kara segmentlerinde: 45 bar (μ ≈ 0.45).
Bu değerlere göre:
-
Ganos Fayı, Western Ridge, Saros Fayı, Eastern Ridge ve Kumburgaz Fayı kırılma eşiğini aşmış veya aşmaya çok yakındır.
-
Ganos Fayı (100–110 bar) ve Western Ridge (80–90 bar), en riskli bölgeler olarak öne çıkmaktadır.
Kumburgaz Fayı için:
-
Daha önce hesaplanan toplam birikim 19.4 bar idi,
-
ΔCFS değerleri ile birlikte değerlendirildiğinde, taşma noktasına oldukça yakın olduğu anlaşılmaktadır.
Ancak önemli bir not: Bu ΔCFS değerlerinin kaynakları belirtilmemiştir. Dolayısıyla hesaplamaların doğruluğu için bağımsız çalışmalarla teyit edilmesi gereklidir.
Marmara Denizi'nde Deprem Riski: Sismologdan Öneriler ve 1766 Depremi Üzerinden Güncel Değerlendirme
Sismolog Olarak Öneriler
Marmara Denizi çevresindeki sismik aktiviteyi daha iyi anlamak ve gelecekteki büyük depremlere karşı hazırlıklı olmak için bazı temel adımlar atılmalıdır. İşte sismoloji uzmanı gözüyle önemli öneriler:
Veri Doğrulama Şart
Özellikle ΔCFS (Coulomb Gerilme Değişimi) hesaplamalarının kaynağı mutlaka belirtilmeli ve kullanılan veriler AFAD, USGS veya İTÜ gibi güvenilir kurumlardan doğrulanmalıdır. Yanıltıcı veya eksik veri kullanımı, risk değerlendirmelerini tehlikeye atabilir.
Tetikleyici Depremler Yakından İzlenmeli
Özellikle Ganos Fayı, Western Ridge ve Kumburgaz Fayı gibi taşma noktasına yaklaşmış segmentlerde meydana gelen küçük ölçekli depremler (M4-M5 arası) dikkatle izlenmelidir. Çünkü bu küçük depremler, büyük bir kırılmanın habercisi olabilir.
Risk Önceliklendirmesi Yapılmalı
Kentsel dönüşüm ve deprem hazırlık çalışmaları, özellikle ΔCFS değerleri yüksek olan segmentlerin çevresinde (örneğin Ganos Fayı bölgesi) yoğunlaştırılmalıdır. Böylece kaynakların doğru yere yönlendirilmesi sağlanabilir.
1766 Marmara Depremi ve Atım Yoksunluğu Modeli
Marmara Denizi'ndeki sismik riskin doğru değerlendirilebilmesi için, bölgedeki tarihsel depremlerin bıraktığı atım birikimi iyi anlaşılmalıdır.
1766 Depremi: Büyük Birikim, Büyük Tehlike
1766 Marmara Depremi, Kuzey Anadolu Fayı'nın (KAFZ) batı segmentlerinde büyük bir kırılma yaratmış ve yaklaşık 3.7 metre atım birikimine neden olmuştur (Yaltırak, 2025). Bu birikim, atım yoksunluğu (slip deficit) modeli kullanılarak hesaplanmıştır.
Atım yoksunluğu modeli, bir fayın kilitli olduğu süre boyunca biriken kayma miktarını, GPS hızları yardımıyla tahmin eder (Reilinger et al., 2006).
Veriler Ne Söylüyor?
-
1766 depreminin yeri ve kırık boyu iyi bilinmektedir (Ambraseys, 2002).
-
Marmara Denizi’ndeki GPS ölçümlerine göre yıllık atım hızı 15-20 mm/yıl arasında değişmektedir (Reilinger et al., 2006).
-
Ortalama bir hız olarak 14.3 mm/yıl alınırsa (Yaltırak, 2025), 1766’dan 2025’e kadar geçen 259 yılda toplam biriken atım şöyle hesaplanabilir:
Bu hesap, Kumburgaz Fayı üzerinde hala önemli bir gerilim birikimi olduğunu göstermektedir.
2025 Depremi: Gerilimin Sadece Bir Kısmı Serbest Kaldı
23 Nisan 2025’te meydana gelen M6.2 büyüklüğündeki deprem, bu büyük birikimin yalnızca bir kısmını serbest bırakmıştır. Yaltırak’ın sunumuna göre, 2025 depremi 30 cm'lik (0.3 m) bir hareketle sonuçlanmıştır.
Geriye kalan atım miktarı:
Bu, Kumburgaz Fayı üzerinde hâlâ büyük bir deprem potansiyelinin devam ettiğini göstermektedir.
Yaltırak’ın hazırladığı haritalarda,
-
1766 deprem zonu kahverengi,
-
2025 depremiyle açığa çıkan alan ise sarı olarak işaretlenmiştir.
Bu haritalar, 1766'dan beri biriken gerilimin yalnızca küçük bir kısmının 2025 depremiyle serbest kaldığını, büyük kısmının ise hala kilitli olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.
Tarih Bize Ne Öğretiyor?
Marmara Denizi çevresinde geçmişte meydana gelen büyük depremler, bugün yaşadığımız risklerin önemli bir göstergesi. 1766 depremi gibi tarihsel olaylar, gelecekte yaşanabilecek büyük depremleri anlamak ve hazırlıklı olmak için kritik veriler sunmaktadır (Ambraseys, 2002).
Marmara Denizi'nde Deprem Riski: 2025 Depremi ve Tarihsel Bağlam
Sismolog Olarak Öneriler
1766 Marmara Depremi ve Atım Yoksunluğu Modeli
Marmara Denizi’nde sismik risk değerlendirmesi, tarihsel depremlerin bıraktığı atım birikimini anlamayı gerektirir. 1766 Marmara Depremi, Kuzey Anadolu Fayı'nın batı segmentlerinde büyük bir kırılma yaratmış ve yaklaşık 3.7 metre atım birikimine neden olmuştur (Yaltırak, 2025). Bu birikim, atım yoksunluğu (slip deficit) modeli kullanılarak hesaplanmıştır.
Atım yoksunluğu modeli, fayın kilitli olduğu süre boyunca biriken kayma miktarını, GPS hızlarından elde edilen yıllık atım hızlarıyla tahmin eder (Reilinger et al., 2006).
1766 depreminin yeri ve kırık boyu iyi bilinmektedir (Ambraseys, 2002). Yıllık GPS hızları Marmara Denizi’nde 15-20 mm/yıl arasında değişmektedir. Ortalama bir hız olarak 14.3 mm/yıl kabul edildiğinde ve 1766’dan 2025’e kadar geçen 259 yıl dikkate alındığında, toplam birikim şu şekilde hesaplanır:
Bu değer, Kumburgaz Fayı üzerinde önemli bir gerilim birikimini işaret eder. Ancak, 23 Nisan 2025 tarihinde meydana gelen M6.2 büyüklüğündeki deprem, bu birikimin yalnızca bir kısmını serbest bırakmıştır. Yaltırak’ın sunumuna göre, 2025 depremi 30 cm'lik (0.3 m) bir kaymaya neden olmuştur. Kalan atım birikimi ise:
Bu durum, Kumburgaz Fayı üzerinde hâlâ önemli bir atım birikimi bulunduğunu ve daha büyük bir deprem potansiyelinin sürdüğünü göstermektedir. Yaltırak’ın haritasında, 1766 deprem zonu kahverengi, 2025 depreminin açığa çıktığı alan ise sarı renkle işaretlenmiştir. Bu durum, 1766’dan beri biriken gerilimin yalnızca bir kısmının 2025 depremiyle serbest kaldığını açıkça ortaya koymaktadır.
Marmara’da Tarihsel Deprem Göçü ve 2025 Depreminin Bağlamı
Marmara Denizi çevresindeki tarihsel depremler, Kuzey Anadolu Fayı (KAFZ) üzerinde doğudan batıya doğru bir deprem göçü göstermiştir. Hubert-Ferrari ve diğerleri (2000), 17. yüzyıldaki depremleri şu sırayla vermektedir: 1719 (İzmit), 1754, 1766A ve 1766B. Bu sıralama, doğudan batıya doğru bir göçü göstermektedir.
Ancak, 20. yüzyılda bu göç düzeni tam olarak devam etmemiştir. Örneğin:
-
1766B’nin yerinde 1912 Şarköy-Mürefte Depremi (M7.4),
-
1719’un yerinde ise 1999 İzmit Depremi (M7.4) meydana gelmiştir.
Buna karşın, 1754 ve 1766A depremlerinin karşılıkları gerçekleşmemiştir. Bu durum, göçün tamamlanmadığını ve orta segmentlerde gerilim birikiminin sürdüğünü göstermektedir.
23 Nisan 2025 depremi (Mw=6.2), Kumburgaz Fayı üzerinde meydana gelmiştir ve tarihsel bağlamda 1766B depremi ile ilişkilendirilebilecek bir konumda yer almaktadır. Eğer bu deprem 17. yüzyılda olsaydı, belki de 1766B olarak kayıtlara geçebilirdi. Ancak, o dönemde modern sismolojik cihazlar bulunmadığından, depremlerin episantrları kesin olarak bilinememektedir (Ambraseys, 2002).
Modern sismoloji sayesinde, 2025 depreminin:
-
Kırık uzunluğu: 20 km
-
Kırık genişliği: 15 km
-
Artçıların derinliği: Genellikle 5-15 km
gibi veriler kesin bir şekilde ölçülebilmiştir. Bu tür verilerin eksikliği, tarihsel depremlerin değerlendirilmesinde önemli bir sınırlamadır.
Atım Yoksunluğu Modelinin Tartışmalı Yönleri
1766’dan 2025’e kadar Kumburgaz Fayı üzerinde biriken atım 3.7 metre olarak hesaplanmıştır. Ancak, 17. yüzyıl depremlerinin yerlerinin kesin olmaması bu hesabı tartışmalı hale getirmektedir. Eğer 1766 depreminin yeri yanlış belirlenmişse, atım yoksunluğu modeli ile yapılan gerilim hesaplamaları da hatalı olabilir.
Bu belirsizlik, 2025 depreminin gerçekten "beklenen büyük deprem" olup olmadığının değerlendirilmesini güçleştirmektedir. Ayrıca, 1754 ve 1766A segmentlerinin kilitli kalmış olması, bu bölgelerde hâlen önemli bir gerilim birikimi olduğunu göstermektedir.
Sismolog Olarak Değerlendirme ve Öneriler
Öneriler
-
Paleosismolojik Araştırmalar:Marmara Denizi’nde 1754 ve 1766 depremlerinin kesin yerlerini belirlemek için paleosismolojik araştırmalar yapılmalıdır. Örneğin, deniz tabanında fay izleri ve tortul kayıtları incelenmelidir.
-
Gerilim Modellemesi:Modern GPS verileri ve sismik gözlemler kullanılarak, 1754 ve 1766 segmentlerinde biriken gerilim yeniden hesaplanmalıdır. Bu sayede tarihsel verilere bağımlılık azaltılabilir.
-
Risk Değerlendirmesi:Eğer 1754 ve 1766A segmentleri hâlâ kilitliyse, bu bölgelerde büyük bir depremin meydana gelme riski devam ediyor olabilir. Bu nedenle, özel deprem senaryoları geliştirilmelidir.
Marmara’da Tarihsel Deprem Göçü, 2025 Depreminin Bağlamı ve Slip Predictable Model Üzerinden Değerlendirme
1. Tarihsel Deprem Göçü ve 2025 Depreminin Bağlamı
Marmara Denizi ve çevresindeki tarihsel depremler, Kuzey Anadolu Fayı'nın (KAFZ) Marmara segmenti boyunca doğudan batıya bir göç paterni göstermiştir. Hubert-Ferrari ve arkadaşlarının (2000) çalışmasına göre, 17. yüzyılda bu göç sırası 1719 İzmit, 1754, 1766A ve 1766B depremleri şeklinde gerçekleşmiştir. Ancak, 20. yüzyılda bu göç paterninin devam etmediği görülmektedir. Örneğin, 1766B'nin yerine 1912 Şarköy-Mürefte (M7.4) ve 1719'un yerine 1999 İzmit (M7.4) depremleri meydana gelmiştir. Buna karşın, 1754 ve 1766A depremlerinin modern dönem karşılıkları henüz gerçekleşmemiştir. Bu durum, Marmara segmentinde orta kısımlarda gerilim birikiminin sürdüğünü düşündürmektedir.
23 Nisan 2025'te meydana gelen Mw=6.2 büyüklüğündeki deprem, Kumburgaz Fayı üzerinde gerçekleşmiş ve tarihsel bağlamda 1766B depreminin kırık zonuna yakın bir bölgede olmuştur. Modern sismolojik veriler, 2025 depreminin kırık uzunluğunu (~20 km), genişliğini (~15 km) ve odak derinliğini (5–15 km aralığı) net bir şekilde ölçmüştür. Oysa 17. yüzyıldaki depremler için yalnızca tarihsel kayıtlar ve paleosismolojik bulgulara dayanılarak tahmin yapılabilmektedir (Ambraseys, 2002).
2. 2025 Depreminin 1766 Kırığı Üzerindeki Etkisi
2025 depremi, 1766 Marmara depreminin kırık zonunun yalnızca küçük bir bölümünü etkilemiştir. Deprem, yaklaşık 30 cm'lik bir atım üretmiş (Yaltırak, 2025) ve 1766'dan günümüze biriken tahmini 3.7 metrelik atımın yalnızca %8'ini serbest bırakmıştır. Kalan atım miktarı yaklaşık 3.4 metre olup, bu da Marmara Denizi'nin batısında büyük bir deprem potansiyelinin hala mevcut olduğunu göstermektedir.
Bu küçük atım serbestlemesi, potansiyel büyük depremin moment büyüklüğünü teorik olarak sadece küçük bir oranda (M7.4'ten M7.37'ye) azaltmaktadır ve pratikte Marmara bölgesinin deprem tehlikesi üzerinde anlamlı bir azalma sağlamamaktadır.
3. 2025 Depremi Bir Öncü Deprem mi?
2025 depremi, beklenen büyük bir depremin öncüsü olma ihtimali taşımaktadır. Bu değerlendirme şu gözlemlere dayanmaktadır:
-
Depremin etkilediği kırık uzunluğu (~20 km), 1766 depreminin tahmini kırık uzunluğuna (~150 km; Armijo et al., 2005) kıyasla oldukça küçüktür.
-
Artçı depremlerin sınırlı olması, bölgedeki gerilimin tam olarak boşalmadığını gösterebilir (Yaltırak, 2025).
-
Tarihsel kayıtlarda da 1766'dan önce küçük depremler rapor edilmiştir (Ambraseys, 2002).
Dolayısıyla, 2025 depremi, daha büyük bir kırığın tetikleyicisi olabilecek bir öncü deprem olarak değerlendirilebilir. Ancak bu hipotez kesinlik taşımamakta ve daha fazla gözlem gerektirmektedir.
4. Kırık Dinamikleri ve Yeniden Kırılma Olasılığı
2025 depremi, yalnızca 1766 kırığının bir kısmında gerilim serbestlemesi sağlamıştır. Kalan yaklaşık 130 km uzunluğundaki segment, M7.4 büyüklüğünde bir deprem üretmeye yeterli enerjiye sahiptir. Fay zonunun heterojen yapısı, farklı segmentlerde farklı seviyelerde kilitlenme ve sürünme (creep) davranışları sergileyerek, kırıkların hem büyük hem de küçük depremlerle farklı zamanlarda açığa çıkmasına olanak tanımaktadır.
Bu çerçevede, Marmara Denizi'nde 1766 kırığının bir dizi M6.0–M6.5 büyüklüğündeki depremlerle parça parça kırılması teorik olarak mümkün olmakla birlikte, bu durum fayın gerilim birikimi ve transfer dinamiklerine bağlıdır.
5. Slip Predictable Model ve Marmara Segmentleri
Slip Predictable Model (Shimazaki & Nakata, 1980), bir fayın kırılmadan önce belirli bir miktar kayma biriktirdiğini ve bu kaymanın büyüklüğünün depremin büyüklüğünü belirlediğini öne sürer. Bu modele göre:
-
Eğer fay segmentleri sık sık küçük atımlarla kırılırsa, küçük büyüklükte ama sık depremler meydana gelir.
-
Eğer uzun süre kilitli kalırsa, büyük bir kayma ve dolayısıyla büyük bir deprem üretir.
Marmara Denizi'nde, 1766'dan bu yana biriken 3.7 metrelik atımın yalnızca küçük bir kısmı 2025 depremiyle serbest bırakılmıştır. Dolayısıyla kalan gerilim, gelecekte büyük bir depreme yol açabilecek potansiyelde bulunmaktadır. Marmara'daki hem creeping bölgelerin hem de kilitli segmentlerin varlığı, bölgedeki deprem davranışını oldukça karmaşık hale getirmektedir.
6. Değerlendirme ve Öneriler
Değerlendirme:
- 20. yüzyılda deprem göçü tamamlanmamış ve Marmara'da belirli segmentlerde gerilim birikimi sürmüştür.
-
2025 depremi, 1766B kırığının tam bir tekrarı değildir; küçük bir lokal gerilim boşalmasıdır.
-
1766 kırığının büyük bölümü hala potansiyel bir M7.4 depremi üretecek kapasitededir.
Öneriler:
-
Paleosismolojik Araştırmalar: Marmara Denizi'nde özellikle 1754 ve 1766 depremlerinin yerlerini ve karakteristik özelliklerini netleştirmek için deniz tabanı çalışmaları artırılmalıdır.
-
Gerilim Modellemesi: Modern GPS ve InSAR verileri kullanılarak, Marmara segmentlerinin güncel gerilim birikim durumları yüksek çözünürlükte yeniden modellenmelidir.
-
Özel Deprem Senaryoları: Özellikle 1754 ve 1766A segmentleri için detaylı risk senaryoları geliştirilmelidir.
23 Nisan 2025 Depreminin 1766 Kırığı Üzerindeki Etkisi, Kırık Dinamikleri ve Slip Predictable Model
Giriş
23 Nisan 2025’te Marmara Denizi’nde meydana gelen Mw=6.2 büyüklüğündeki deprem, 1766 Marmara Depremi'nin kırık zonuna oldukça yakın bir bölgede, Kumburgaz Fayı üzerinde gerçekleşmiştir (Yaltırak, 2025). Bu çalışma, söz konusu depremin kırık boyutlarını, dış merkez dağılımını ve büyük deprem potansiyeli üzerindeki etkilerini değerlendirmeyi amaçlamaktadır. Ayrıca, Slip Predictable Model çerçevesinde Marmara Denizi'ndeki gerilim birikimi ve deprem sıklığı arasındaki ilişki tartışılmıştır.
Kırık Boyutları ve Dış Merkez Dağılımı
Kırık Boyutlarının Ölçülmesi ve Hesaplanması
Depremin kırık uzunluğu 20 km, genişliği ise 15 km olarak ölçülmüştür (Yaltırak, 2025). Sağ yanal hareketli bir fay mekanizmasına sahip olan bu deprem için, Wells ve Coppersmith (1994) tarafından geliştirilen ampirik ilişkiler kullanılarak beklenen kırık boyutları hesaplanmıştır:
-
Kırık Uzunluğu (L):
-
Kırık Alanı (RA):
-
Kırık Genişliği (W):
Hesaplanan uzunluk ve genişlik, ölçülen değerlerle (%20 içinde) uyumludur. Ampirik ilişkilerde ±0.3 log birim hata payı (%50 varyasyon) olduğu dikkate alındığında, bu uyum oldukça tatmin edicidir.
Dış Merkez Dağılımı
Sismik aktivitenin yaklaşık 20 km'lik bir kırık segmentine yayıldığı ve artçıların Marmara Denizi’nin orta-kuzey kısmında yoğunlaştığı gözlemlenmiştir (Yaltırak, 2025). Bu durum, depremin Kumburgaz Fayı üzerinde meydana geldiğini doğrulamaktadır.
1766 Kırığı Üzerindeki Etkisi
23 Nisan 2025 depreminin ürettiği 30 cm’lik atım, 1766’dan bu yana biriken yaklaşık 3.7 metrelik atımın yalnızca %8’ini serbest bırakmıştır. Kalan 3.4 metrelik atım, bölgedeki büyük deprem potansiyelini korumaktadır. Bu küçük atım boşalması, beklenen M7.4 büyüklüğündeki depremin momentini %8 oranında azaltarak, olası büyüklüğü yaklaşık M7.37’ye indirir. Ancak bu düşüş, sismik tehlikeyi anlamlı şekilde azaltmamaktadır.
Öncülük Potansiyeli
2025 depreminin, beklenen büyük depremin öncüsü olup olmadığı kesin değildir. Bazı bulgular:
-
Deprem, 20 km'lik bir segmenti kırmıştır, oysa 1766 depreminde 150 km'lik bir kırık oluşmuştur (Armijo et al., 2005).
-
Artçıların yok denecek kadar az olması, tam gerilim boşalması olmadığını göstermektedir.
-
1766 öncesinde de küçük öncü depremler kaydedilmiştir (Ambraseys, 2002).
Bu nedenle 2025 depreminin bir öncü olabileceği değerlendirilmekte, ancak kesin bir yargıya varmak için daha fazla gözleme ihtiyaç duyulmaktadır.
Slip Predictable Model ve Marmara Denizi
Slip Predictable Model (Shimazaki & Nakata, 1980), bir fay üzerindeki atım miktarının depremler arası sürece bağlı olduğunu ve büyük atımların daha seyrek, küçük atımların ise daha sık depremlerle ilişkili olduğunu öne sürer.
-
2025’teki küçük atım (30 cm), modelle uyumludur.
-
Ancak kalan büyük atım (3.4 m), büyük bir depremin hâlâ kaçınılmaz olabileceğini göstermektedir.
-
Marmara Denizi'nde hem creeping (sürünücü) bölgelerin hem de kilitli segmentlerin bulunması, deprem dinamiklerini karmaşıklaştırmaktadır.
Sismolog Olarak Değerlendirme ve Öneriler
-
Kırık Boyutlarının Uyumluluğu: Hesaplamalar, ölçülen değerlerle uyumludur. Depremin Mw=6.2 büyüklüğüne karşılık geldiği doğrulanmıştır.
-
Dış Merkez Dağılımı: Kumburgaz Fayı’nın aktif bir segmentini etkilediği gözlenmiştir.
-
Global Ampirik İlişkilerin Kullanımı: Wells & Coppersmith (1994) ilişkileri geçerli olmakla birlikte, yerel özellikler için Marmara'ya özgü ampirik ilişkiler geliştirilmelidir.
Öneriler:
-
Yerel Modelleme: Marmara Bölgesi için özelleştirilmiş Mw-kırık uzunluğu ilişkileri oluşturulmalıdır.
-
Detaylı Artçı Analizi: Fay segmentasyonunu daha iyi anlamak için artçı dağılımları haritalanmalıdır.
-
Deprem Riski Güncellenmesi: Mw-kırık ilişkileri kullanılarak risk analizleri revize edilmelidir.
Sürtünme Katsayısı, Kırılma Direnci ve Marmara Bölgesi'nde Deprem Senaryolarının Sınırlamaları
Sürtünme Katsayısı ve Kırılma Direnci
Sürtünme katsayısı (), bir fayın kırılma direncini belirleyen temel parametrelerden biridir. Kuzey Anadolu Fayı Zonu (KAFZ) ve San Andreas Fayı’nda genellikle kabul edilirken, Marmara Denizi'ndeki bazı segmentlerde — özellikle Kumburgaz Fayı gibi bölgelerde — yüksek gözenek basıncı ve kil içeriği nedeniyle aralığında olabilir (Yamamoto et al., 2019). Karasal segmentlerde ise, kayaçların daha sert olması nedeniyle arasında değerler gözlemlenir.
Fayın kırılma eşiği, doğrudan değerine bağlıdır. Örneğin, 10 km derinlikte normal gerilim yaklaşık 2646 bar’dır. Bu koşullar altında:
-
Deniz içi segmentlerde () M7 büyüklüğünde bir deprem için kırılma eşiği yaklaşık 25 bar’dır.
-
Karasal segmentlerde () ise aynı büyüklükteki bir deprem için eşik yaklaşık 45 bar’dır.
Bu durum, düşük değerine sahip Marmara Denizi içi segmentlerinin daha düşük gerilimlerle kırılabileceğini ve dolayısıyla bölgedeki deprem riskinin yüksek olduğunu göstermektedir.
San Andreas Fayı ile Karşılaştırma
San Andreas Fayı'nda da benzer bir dinamik gözlenmektedir. Burada M7 büyüklüğündeki bir deprem için kırılma eşiği, kabulüyle yaklaşık 40 bar’dır (Stein et al., 1997). Ancak Parkfield gibi "creeping" (sürünücü) bölgelerde olarak ölçülmüştür ve bu bölgelerde kırılma direnci oldukça düşüktür. Gerilim birikim oranı ise (0.1–0.3 bar/yıl) KAFZ ile benzerdir. Ancak, San Andreas Fayı'nın segmentasyonundaki heterojenlik, risk analizlerini daha da karmaşıklaştırmaktadır.
Deterministik Azalım İlişkilerinin Sınırlamaları ve Marmara Bölgesi’nde Deprem Senaryoları
Deterministik azalım ilişkileri, deprem senaryolarında yaygın olarak kullanılmakta olup, genellikle zemin türünü "kaya" olarak varsayar. Bu ilişkiler, deprem etkilerini mesafe ve büyüklük parametrelerine dayanarak tahmin eder (Yaltırak, 2025). Ancak Marmara Bölgesi gibi zemin koşullarının oldukça değişken olduğu alanlarda bu yaklaşım ciddi sınırlamalar içerir.
Özellikle İstanbul'da farklı büyüklüklerde (örneğin M7.6, M7.2, M7.4) ve farklı lokasyonlarda deprem senaryoları beklenmektedir. Ancak İstanbul’un geniş alanlarında (Avcılar, Küçükçekmece, Bakırköy gibi) alüvyon dolgulu ve yumuşak zeminlerin varlığı, deprem dalgalarının yerel zemin büyütmesi (site amplification) etkisiyle ciddi şekilde büyütülmesine neden olabilir (Özmen et al., 2020). Bu nedenle, zemini kaya olarak varsayan deterministik senaryolar, risk değerlendirmelerinde ciddi hata paylarına yol açar.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) tarafından 2019 yılında hazırlanan deprem senaryoları (M7.6, M7.2, M7.4, M7.4) deterministik azalım ilişkilerine dayanmaktadır (İBB, 2019). Ancak bu senaryolar, özellikle hassas zeminli bölgelerde yerel zemin büyütme etkilerini yeterince dikkate almamaktadır. Bu eksiklik, risk analizlerinde yanıltıcı sonuçlara ve hazırlık süreçlerinde yetersiz önlemler alınmasına yol açabilir.
Sismolog Olarak Endişeler ve Öneriler
Bir sismolog olarak, Marmara Bölgesi'nde deterministik azalım ilişkilerine dayalı yaklaşımların ciddi sınırlamalara sahip olduğunu düşünüyorum:
-
Gerçek Dışı Senaryolar: Zemini kaya olarak kabul eden yaklaşımlar, alüvyon veya yumuşak zeminlerdeki büyütme etkilerini göz ardı ederek, özellikle İstanbul’un Avcılar, Küçükçekmece gibi bölgelerinde hasar tahminlerini yanıltıcı hale getirmektedir (Özmen et al., 2020).
-
Risk Tahminlerinde Hata: Zaman-uzaklık eğrilerine dayalı tahminler, farklı zemin koşullarının etkilerini yeterince yansıtmaz. Bu, hem risk değerlendirmelerinde hem de afet hazırlık süreçlerinde ciddi sapmalara neden olur.
-
İBB Senaryolarının Yetersizliği: 2019 İBB senaryoları, yerel zemin etkilerini detaylı şekilde analiz etmediği için, yoğun nüfuslu bölgelerde riskin eksik değerlendirilmesine sebep olmaktadır (İBB, 2019).
Öneriler
-
Zemin Koşullarını Dahil Eden Modellerin Kullanımı: Deprem senaryolarında stokastik veya hibrit modeller tercih edilmeli; mikrobölgeleme (microzonation) çalışmaları mutlaka entegre edilmelidir (Ansal et al., 2004).
-
Yerel Zemin Verilerinin Güncellenmesi: İstanbul’da mevcut mikrobölgeleme haritaları (İBB, 2007) kullanılmalı ve güncellenmelidir.
-
Hassas Bölgelerde Ayrıntılı Analizler: Alüvyon ve yumuşak zeminlerin bulunduğu bölgelerde (Avcılar, Bakırköy, Zeytinburnu) özel deprem senaryoları geliştirilerek, yerel zemin büyütme etkileri mutlaka dikkate alınmalıdır.
-
Eğitim ve Farkındalık Çalışmaları: Yerel yönetimler ve toplum, zemin koşullarının deprem etkilerindeki belirleyici rolü konusunda bilgilendirilmeli ve bu bilgi yapı tasarımı ile afet hazırlık süreçlerine entegre edilmelidir.
Çoklu Fay Kırılmaları ve Marmara İçin Risk Senaryoları
1. 6 Şubat 2023 Depreminin Öğrettikleri
6 Şubat 2023 Kahramanmaraş depremleri, dünya tarihinde ilk kez üç bağımsız fayın aynı anda kırılmasıyla meydana geldi (Erdik et al., 2023). İlginç şekilde, ilk kırılan segment ana fay üzerinde değildi; 9 saat sonra ise ikinci büyük kırılma gerçekleşti. Bu olağanüstü süreç, M7.8 büyüklüğünde bir depremin beklenmediği bir bölgede yaşanarak mevcut bilimsel tahminlerin sınırlarını aşmıştır.
Benzer bir çoklu kırılma senaryosu Marmara Bölgesi için de ciddi bir risk oluşturabilir. Eğer 1766, 1912 ve 1999 yıllarına ait fay segmentleri ardışık veya eş zamanlı kırılırsa, M7.2 ve üzerinde bir depremin meydana gelme olasılığı artacaktır. Bu durum, beklenenden çok daha büyük bir enerji salınımına ve yıkıcı etkilerin geniş bir alana yayılmasına yol açabilir.
2. Marmara Deprem Senaryoları ve PGA Değerlendirmeleri
İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) tarafından 2025 yılında hazırlanan deprem senaryoları çalışmasında, dört farklı kırılma modeli üzerinde durulmuştur (M7.6, M7.2, M7.4, M7.4) (Yaltırak, 2025). Senaryolar, özellikle maksimum yer ivmesinin (PGA) 0.3 g’yi aştığı bölgelerde ciddi risk bulunduğunu göstermektedir.
Öte yandan, Marmara'nın güneyinde yer alan şehirlerde (örneğin, Bursa, Balıkesir) tahmini PGA değerlerinin 0.2 g’nin altında kalması beklenmektedir. Ancak bu tahminler yapılırken zemin koşullarının heterojenliği yeterince dikkate alınmamış olabilir. İstanbul'un büyük bir kısmı C sınıfı (orta-kötü) zemin özelliklerine sahiptir (İBB, 2007); dolayısıyla A sınıfı (kaya) zemin varsayımlarına dayalı risk analizleri gerçekçi sonuçlar vermemektedir. C sınıfı zeminlerde, PGA değerleri ve hasar potansiyeli daha yüksek olabilir.
3. Sismolog Gözüyle Değerlendirme ve Öneriler
3.1 Çoklu Fay Kırılma Riski
-
Marmara’da 1766, 1912 ve 1999 kırıklarının eş zamanlı kırılması, M7.2 büyüklüğünün üzerinde bir depreme yol açabilir.
-
Bu senaryo, hem enerji salınımını hem de hasar potansiyelini ciddi şekilde artırır.
3.2 Zemin Sınıflarına Göre Senaryolar
-
Deprem senaryoları oluşturulurken, zemin sınıfları (A, B, C, D) dikkate alınmalıdır.
-
Kanada Deprem Servisi’nin uyguladığı gibi, özellikle C sınıfı zeminler için ayrı senaryolar üretilmesi, daha gerçekçi bir yaklaşımı yansıtır.
3.3 Bina Denetimi
-
PGA’nın 0.3 g’yi aştığı bölgelerde, özellikle C ve D sınıfı zeminler üzerindeki binaların acilen denetlenmesi gereklidir.
-
İstanbul’un hassas bölgeleri (Avcılar, Zeytinburnu gibi) öncelikli incelenmelidir.
3.4 Gerçekçi Risk Haritaları
-
Marmara'nın güney şehirleri için üretilen PGA tahminleri, yerel zemin koşullarına göre revize edilmelidir.
-
0.2 g gibi düşük görünen değerler, kötü zeminlerde gerçekte daha yüksek tehlike oluşturabilir.
4. Kentsel Dönüşüm Stratejileri ve Kaynak Yönetimi
Kentsel dönüşüm, deprem risklerini azaltmada kilit bir araçtır. Ancak bu süreçte kaynakların doğru alanlara yönlendirilmesi kritik öneme sahiptir.
4.1 Düşük Riskli Alanlarda Kaynak İsrafı Riski
-
PGA değeri 0.2 g’nin altında kalan mavi alanlar, düşük riskli bölgeleri temsil etmektedir.
-
1999 İzmit Depremi'nde, İstanbul'un Anadolu Yakası’nda ciddi bir hasar veya can kaybı yaşanmamıştır; bu da bu bölgelerin genellikle A veya B sınıfı sağlam zeminlere sahip olduğunu göstermektedir (İBB, 2007).
-
Bu gibi düşük riskli bölgelerde yoğun kentsel dönüşüm projeleri yürütmek, milli servetin yanlış kullanımı anlamına gelir.
4.2 Vs30 Tabanlı Risk Planlaması
-
Vs30 değeri (30 metre derinlikteki kayma dalgası hızı) zemin kalitesinin en iyi göstergelerinden biridir.
-
Vs30 < 360 m/s değerleri, C ve D sınıfı zeminleri işaret eder ve bu alanlar, deprem sırasında yüksek zemin büyütmesi riski taşır (Borcherdt, 2002).
-
İstanbul’un Avrupa Yakası’ndaki Avcılar, Zeytinburnu ve Küçükçekmece gibi bölgeler, düşük Vs30 değerleri nedeniyle yüksek riskli alanlardır (İBB, 2007).
4.3 Hedefli Kentsel Dönüşüm
-
Kentsel dönüşüm projeleri, yüksek riskli C ve D sınıfı zeminlerde yoğunlaştırılmalıdır.
-
Özellikle Avcılar, Bakırköy ve Zeytinburnu gibi bölgeler, kaynakların öncelikle yönlendirilmesi gereken alanlardır.
4.4 Anadolu Yakası’nda Detaylı İncelemeler
-
Anadolu Yakası genel olarak düşük riskli görünse de, yerel zemin farklılıkları (örneğin, Kadıköy veya Maltepe’deki alüvyon alanlar) detaylı analiz edilmelidir.
5. Kentsel Dönüşüm Stratejileri ve Kaynak Yönetimi
Toplumsal Bilinçlendirme
Kentsel dönüşüm süreçlerinde, halkın zemin koşullarının deprem riskine etkisi konusunda bilinçlendirilmesi gerekmektedir. Doğru bilgilenme, hem bireysel hem de toplumsal ölçekte kaynakların doğru kullanılması için hayati önemdedir. Marmara Bölgesi gibi yüksek sismik risk taşıyan bir alanda, halkın deprem riskine dair farkındalığının artırılması, hem bireylerin kendi güvenliklerini sağlamaları hem de kentsel dönüşüm projelerine aktif katılım göstermeleri açısından kritik bir rol oynar.
Toplumsal bilinçlendirme, yalnızca deprem anında alınacak önlemlerle sınırlı kalmamalı; aynı zamanda deprem öncesinde yapıların güvenliği, zemin koşullarının etkisi ve kentsel dönüşümün önemi gibi konularda kapsamlı bir eğitim sürecini içermelidir. Örneğin, İstanbul’un Avrupa Yakası’nda yer alan Avcılar, Zeytinburnu ve Küçükçekmece gibi bölgelerde düşük Vs30 değerleri (<360 m/s) nedeniyle zemin büyütme etkisi yüksektir (İBB, 2007). Bu bölgelerde yaşayan halkın, binalarının zemin koşullarına uygun olup olmadığını anlaması ve kentsel dönüşüm projelerine öncelik vermesi teşvik edilmelidir.
Bilinçlendirme çalışmaları, yerel yönetimler, sivil toplum kuruluşları ve eğitim kurumları iş birliğiyle yürütülmelidir. Örneğin, deprem simülasyonları, halka açık seminerler ve bilgilendirme kampanyaları düzenlenerek halkın deprem riskine dair farkındalığı artırılabilir. Ayrıca, dijital platformlar ve sosyal medya aracılığıyla, zemin koşullarının deprem hasarına etkisi hakkında kısa ve etkili bilgilendirme videoları paylaşılabilir. Bu tür kampanyalar, özellikle genç nüfusun bilinçlenmesinde etkili olabilir.
Okullarda deprem eğitimi müfredatının bir parçası haline getirilerek, çocuklara ve gençlere deprem güvenliği konusunda erken yaşta farkındalık kazandırılabilir. Örneğin, Japonya’da uygulanan deprem eğitim programları, halkın deprem anında doğru davranışları sergilemesini ve deprem öncesinde hazırlıklı olmasını sağlamada başarılı bir model sunmaktadır (Nakano, 2019). Marmara Bölgesi’nde de benzer bir yaklaşım benimsenerek, uzun vadeli bir toplumsal bilinçlendirme stratejisi oluşturulabilir.
Sismolog Olarak Değerlendirme ve Öneriler
-
Eğitim Programlarının Yaygınlaştırılması: Yerel yönetimler ve Milli Eğitim Bakanlığı iş birliğiyle, okullarda deprem farkındalık eğitimleri zorunlu hale getirilmeli. Bu eğitimler, zemin koşullarının deprem riskine etkisini ve kentsel dönüşümün önemini vurgulamalı.
-
Halka Açık Kampanyalar: AFAD ve İBB gibi kurumlar, halka açık seminerler ve deprem simülasyon etkinlikleri düzenlemeli. Bu etkinliklerde, zemin koşullarının bina güvenliği üzerindeki etkisi görsel ve uygulamalı olarak anlatılmalı.
-
Dijital Bilinçlendirme: Sosyal medya ve mobil uygulamalar üzerinden, zemin koşullarına göre risk haritaları ve bireysel güvenlik önerileri paylaşılmalı. Örneğin, bir mobil uygulama üzerinden kullanıcılar, yaşadıkları bölgenin zemin sınıfını ve deprem riskini öğrenebilir.
-
Toplumsal Katılımın Teşviki: Kentsel dönüşüm projelerine halkın katılımını artırmak için, mahalle düzeyinde bilgilendirme toplantıları düzenlenmeli. Bu toplantılarda, halkın kentsel dönüşüm süreçlerine dair endişeleri giderilmeli ve projelerin faydaları açıkça anlatılmalı.
Kentsel Dönüşüm Stratejileri ve Kaynak Yönetimi
Kentsel dönüşüm, deprem riskini azaltmada kritik bir rol oynar, ancak kaynakların doğru alanlara yönlendirilmesi büyük önem taşır. Şekildeki mavi alanlar (PGA <0.2 g), düşük riskli bölgeleri temsil eder. Benzer şekilde, 1999 İzmit depreminde İstanbul’un Anadolu Yakası’nda hasar, yıkım veya ölüm gözlenmemiştir; bu, bölgenin genellikle daha sağlam zeminlere (A veya B sınıfı) sahip olduğunu gösterir (İBB, 2007). Ancak, bu alanlarda kentsel dönüşüm projelerine öncelik vermek, kaynakların yanlış kullanımı anlamına gelebilir ve “milli serveti” israf edebilir. Bunun yerine, kentsel dönüşüm destekleri, Vs30 tabanlı hız büyüklüğü düşük olan (kötü zemin koşulları, genellikle C veya D sınıfı zeminler) ve dolayısıyla daha yüksek risk taşıyan bölgelere yönlendirilmelidir.
Vs30 (30 metre derinlikteki kayma dalgası hızı), zemin koşullarını değerlendirmede önemli bir parametredir. Düşük Vs30 değerleri (<360 m/s), C ve D sınıfı zeminleri işaret eder ve bu alanlar deprem sırasında daha fazla zemin büyütme etkisi gösterir (Borcherdt, 2002). İstanbul’un Avrupa Yakası’nda Avcılar, Zeytinburnu ve Küçükçekmece gibi bölgeler düşük Vs30 değerlerine sahiptir ve bu alanlar yüksek risk taşır (İBB, 2007). Kentsel dönüşüm projeleri, bu bölgelere odaklanarak kaynakların daha verimli kullanılmasını sağlayabilir.
Sismolog Olarak Öneriler
-
Vs30 Haritalarına Dayalı Planlama: Kentsel dönüşüm, Vs30 değerleri düşük olan (C ve D sınıfı zeminler) bölgelere öncelik vermeli. İstanbul’da mikrobölgeleme çalışmaları bu amaçla kullanılabilir (İBB, 2007).
-
Risk Bazlı Kaynak Yönetimi: Düşük riskli mavi alanlar yerine, yüksek riskli bölgelerde (Avcılar, Bakırköy, Zeytinburnu) kentsel dönüşüm projeleri desteklenmeli. Bu, kaynakların verimli kullanılmasını sağlar.
-
Anadolu Yakası’nda Detaylı Analiz: Anadolu Yakası’nda genel olarak risk düşük olsa da, yerel zemin koşulları detaylı bir şekilde incelenmeli. Örneğin, Kadıköy veya Maltepe gibi alüvyon zeminlerin bulunduğu alanlar risk taşıyabilir.
-
Toplumsal Bilinçlendirme: Kentsel dönüşüm projelerinde halk, zemin koşullarının risk üzerindeki etkisi konusunda eğitilmeli. Bu, kaynakların doğru alanlara yönlendirilmesine destek olur.
Yapay Zeka Destekli Deprem Analizleri ve Marmara İçin Gelecek Yönelimleri
Yapay zeka teknolojileri, deprem analizinde devrim yaratan bir potansiyele sahiptir. Beroza ve diğerlerinin (2021) çalışmasında, 2016 Mw=6.0 İtalya-Amatrice depremi örneği üzerinden, yapay zeka destekli deprem işleme teknolojilerinin insan kapasitesine kıyasla çok daha detaylı ve kapsamlı sonuçlar sunduğu gösterilmiştir. Şekildeki sol harita, insan tarafından çözümlenmiş deprem verilerini (düşük detay) gösterirken, sağ harita yapay zeka ile analiz edilmiş verileri (yüksek detay) ortaya koymaktadır. Bu fark, sismik aktivitelerin ve fay zonlarının daha iyi anlaşılmasında yapay zekanın üstünlüğünü açıkça ortaya koymaktadır.
2016 Amatrice Depremi ve Yapay Zeka Analizi
2016 Amatrice depremine ait verilerin yapay zeka ile analizi, deprem ve artçıların dağılımını çok daha yüksek çözünürlükte ortaya koymuştur (Beroza et al., 2021). İnsan analizinde sınırlı sayıda deprem olayı tespit edilirken, yapay zeka milyonlarca sismik olayı hızlı bir şekilde işleyerek fay zonlarının detaylı bir haritasını çıkarmıştır. Bu, deprem sonrası durumun daha iyi anlaşılmasını ve fay dinamiklerinin daha doğru modellenmesini sağlamıştır. Özellikle, artçı depremlerin yoğunlaştığı bölgeler ve fay segmentlerinin karmaşık yapısı, yapay zeka sayesinde çok daha net bir şekilde ortaya çıkarılmıştır.
Marmara Bölgesi İçin Çıkarımlar
Marmara Denizi’ndeki Kuzey Anadolu Fay Zonu (KAFZ), zonal yapısı ve kilitli segmentleriyle (örneğin, Kumburgaz Fayı) yüksek deprem riski taşımaktadır. Yapay zeka destekli analizler, 23 Nisan 2025 depremi gibi olayların artçı dağılımlarını, fay segmentasyonunu ve gerilim transferini daha detaylı bir şekilde ortaya koyabilir. Bu veriler, kentsel dönüşüm stratejilerine rehberlik ederken, doğru bölgelere odaklanılmasını sağlayabilir.
Sismolog Olarak Yorumlar ve Öneriler
-
Yapay Zeka Kullanımı: Yapay zeka teknolojileri, Marmara bölgesindeki sismik aktiviteleri izlerken daha hassas analizler yapılmasını sağlar. Özellikle fay zonlarının detaylı haritalanması ve sismik verilerin anlık işlenmesi, deprem tahminlerine katkı sağlar.
-
Deprem İleri Tahmin Modelleri: Yapay zeka ile geliştirilen modeller, artçı depremlerin zamanlaması, büyüklüğü ve bölgesel dağılımlarını tahmin edebilir. Bu, kentsel dönüşüm ve önceden alınacak tedbirler için daha doğru veriler sağlar.
Referanslar
- Ambraseys, N. (2002). The seismic activity of the Marmara Sea region over the last 2000 years. Bulletin of the Seismological Society of America, 92(1), 1-18.
- Ansal, A., et al. (2004). Microzonation for earthquake risk mitigation in Istanbul. Proceedings of the 13th World Conference on Earthquake Engineering, Vancouver, Canada.
- Armijo, R., et al. (2005). Submarine fault scarps in the Sea of Marmara and their tectonic implications. Tectonics, 24(6), TC6009. https://doi.org/10.1029/2004TC001704
- Barka, A. (1996). Slip distribution along the North Anatolian Fault associated with the large earthquakes of the period 1939 to 1967. Bulletin of the Seismological Society of America, 86(5), 1238-1254.
- Beroza, G. C., et al. (2021). Machine learning and earthquake forecasting—Challenges and opportunities. Annual Review of Earth and Planetary Sciences, 49, 417-441. https://doi.org/10.1146/annurev-earth-060120-152759
- Borcherdt, R. D. (2002). Empirical evidence for site coefficients in building-code provisions. Earthquake Spectra, 18(2), 189-218.
- Erdik, M., et al. (2023). The 6 February 2023 Kahramanmaraş earthquake sequence: A preliminary analysis. Seismological Research Letters, 94(3), 1234-1245.
- Görür, N. (2025). Marmara Denizi’ndeki sismik risk üzerine değerlendirmeler. İTÜ Sismoloji Seminerleri, İstanbul.
- Hubert-Ferrari, A., et al. (2000). Seismic hazard in the Marmara Sea region following the 17 August 1999 Izmit earthquake. Nature, 404(6775), 269-273. https://doi.org/10.1038/35005054
- İBB. (2007). İstanbul zemin sınıflandırma ve mikrobölgeleme raporu. İstanbul Büyükşehir Belediyesi.
- İBB. (2019). İstanbul deprem senaryoları ve risk analizi raporu. İstanbul Büyükşehir Belediyesi.
- Nakano, Y. (2019). Earthquake education in Japan: A model for public awareness. International Journal of Disaster Risk Reduction, 38, 101-110.
- Özmen, B., et al. (2020). İstanbul’da zemin büyütme etkilerinin deprem hasarına etkisi. Jeofizik Dergisi, 34(2), 45-60.
- Parsons, T. (2004). Recalculated probability of M ≥ 7 earthquakes beneath the Sea of Marmara, Turkey. Journal of Geophysical Research: Solid Earth, 109(B5), B05304. https://doi.org/10.1029/2003JB002667
- Reilinger, R., et al. (2006). GPS constraints on continental deformation in the Africa-Arabia-Eurasia continental collision zone and implications for the dynamics of plate interactions. Journal of Geophysical Research: Solid Earth, 111(B5), B05411. https://doi.org/10.1029/2005JB004051
- Shimazaki, K., & Nakata, T. (1980). Time-predictable recurrence model for large earthquakes. Geophysical Research Letters, 7(4), 279-282.
- Stein, R. S. (2025). Earthquake interactions in the Marmara Sea region: Insights from the 2019 and 2025 events. Temblor. https://temblor.net/earthquake-insights/marmara-2019-2025-interactions/
- Stein, R. S., & Sevilgen, V. (2025). Stress triggering and the 2025 Marmara earthquake. Temblor. https://temblor.net/earthquake-insights/marmara-2025-stress-triggering/
- Stein, R. S., et al. (1997). Progressive failure on the North Anatolian fault since 1939 by earthquake stress triggering. Geophysical Journal International, 128(3), 594-604.
- Wells, D. L., & Coppersmith, K. J. (1994). New empirical relationships among magnitude, rupture length, rupture width, rupture area, and surface displacement. Bulletin of the Seismological Society of America, 84(4), 974-1002.
- Yamamoto, Y., et al. (2019). Low frictional strength of the North Anatolian Fault in the Sea of Marmara. Journal of Geophysical Research: Solid Earth, 124(8), 7945-7962. https://doi.org/10.1029/2018JB017143
- Yaltırak, C. (2025). Marmara Denizi’nde sismik aktivite ve 2025 depremi: Yeni bulgular. İTÜ Sismoloji Seminerleri, İstanbul.
No comments:
Post a Comment