2014'te Adalar'da Yapılan Konuşma, 10 Yıl Sonra da Güncelliğini Koruyor
Prof. Dr. Ali Osman ÖNCEL tarafından 4 Haziran 2014'te İstanbul Adalar Deprem Çalıştayı'nın açılışında, İstanbul Büyükada Belediyesi Meclis Odası'nda yapılan bu konuşmada, Türkiye'deki deprem riski ve buna karşı alınması gereken önlemler ele alınıyor. Konuşmada, 2023 Kahramanmaraş depremlerinden önce bile büyük bir depremin beklendiğine dair uyarılar yer alıyor.
METNİ OKU
Sayın Belediye Başkanımızın değerli konuşmasından ve açılış törenine ev sahipliği yapmasından dolayı kendisine şükranlarımı sunuyorum. Gerçekten önemli konulara değindi ve hassasiyet gösterdi. Ülkemizin deprem odaklı yapılaşma konusunda eksik kaldığını üzülerek görmekteyiz. Son deprem de depreme hazırlıksız olduğumuzu açıkça gösterdi. İstanbul'da bile sarsıntı hissettik, binalar sallandı ve insanlar korku yaşadı. Bu durumun tekrarlanmaması için hepimize görev düşüyor.
İstanbul Üniversitesi ve Adalar Belediyesi İşbirliği:
İstanbul Üniversitesi olarak, deprem odaklı ve sektör odaklı sağlamlaştırma çalışmaları yürütmekteyiz. İlk defa bu tür bir çalışma ile İstanbul Adaları'nda deprem araştırmaları yapma imkanı bulduk. Bu çalışmanın gerçekleşmesinin temel sebebi, Adalar Belediyesi'nde Jeofizik Mühendisi olan öğrencimizin bu konudaki çalışmaları ve Adalar Belediyesi ile kurduğu sıcak ve direkt ilişkidir. Umuyorum ki bu çalışmalar her sene tekrarlanarak, gelecekte uluslararası bir çalışmaya dönüşecektir.
Adalar, uluslararası konferans turizmi için oldukça uygun bir yerdir. Türkiye'de konferansların yapılabileceği en güzel yerlerden biri olarak Adaları görüyorum.
Adalar'da Uluslararası Konferanslar:
Niye burada konferanslar yapılmıyor diye kendime sormadan edemiyorum. Adalar'ın bu konudaki potansiyelini harekete geçirmek ve uluslararası konferanslara ev sahipliği yapmasını sağlamak için hepimiz elimizi taşın altına koymalıyız. Bu sayede hem Adalar'ın tanıtımına katkıda bulunuruz hem de bu güzel coğrafyada bilgi alışverişinin ve bilimsel tartışmaların yapılmasına öncülük ederiz.
Deprem Riski ve Yönetim Eksikliği:
Adalar fayı, dünyada bilinmeyen bir fay değil; dünya bu fayı takip ediyor. Bizler, bu takip edilen fay üzerinde neden daha fazla çalışma yapmıyoruz diye düşündüm. Bu düşüncemiz burada ilk olarak başlıyor ve devam ediyor. Adalar ve İstanbul'da deprem riski altında yaşayan benzer kentlerde bir risk yönetim eksikliği var. Risk yerine afet odaklı bir yönetim ile vakit kaybediyoruz.
Bir depremden sonra 24 saat ve 72 saat içerisinde yapılacak müdahale ne olmalıdır ile vakit kaybediyoruz. Bizler riski azaltırsak, riski azalmış bir Japonya veya Şili gibi olursak, 24 saat veya 72 saat içinde yapılacak müdahalenin fazla bir önemi kalmayacak.
Deprem Bilinçlendirme ve Eğitim Modeli:
Deprem bilinci oluşturmak ve deprem şiddetini rapor edecek sosyal katılımı (DYFI) harekete geçirmek gerekir. TMMOB İstanbul odası şube başkanı olarak geliştirdiğim belediye-üniversite işbirliği kapsamında uyguladığım bir model var. Bu modeli anlatmaya çalışıyoruz.
Amerikan Deprem Servisi'nin Hatalarından Ders Almak:
Amerikan Deprem Servisi, 6.4 olarak belirlediği büyüklüğü 34 saat sonra 6.9 olarak düzeltti. Amerika hata yaptığını kabul ediyor ve düzeltiyor. Peki ya biz?
Hataları Kabul Etmenin Önemi:
Bizde ise bazı insanlar depremi küçültmeye ve ihmalleri örtmeye çalışıyor. Bu çok yanlış bir şey. Düzeltme noktasında her türlü ihmal bir an önce telafi edilmeli. Amerika bunu yaptı, biz de yapmalıyız.
Deprem Tehlikesi Haritasının Güncellenmesi:
Türkiye'deki deprem tehlikesi haritası maalesef 1996 yılından beri güncellenemiyor. Batı Anadolu'da 1975 ve 1982 depremleri arasında boşluk vardı ve bu boşluk doldu. Faylar boşluk kabul etmez, doldururlar.
Sonuç:
Adalar fay hattı ve deprem riski yönetimi, hepimizi ilgilendiren hayati bir konu. Bu konuda bilinçli ve proaktif bir şekilde hareket etmeli, riskleri azaltmak için çalışmalıyız. Birlikte hareket ederek daha güvenli bir gelecek inşa edebiliriz.
VİDEOYU İZLE
Deprem Odaklı Kentsel Dönüşüm:
Kentsel Riskin Değerlendirilmesi ve Yönetimi
ÖZET
Adalar Belediyesi ve İstanbul Üniversitesi işbirliği ile 3 Haziran 2014 Salı günü Adalar Belediye Meclis Salonu'nda; kentsel dönüşümde öncelik olarak, deprem riskinin değerlendirilmesi ve yönetilmesi gerçeğinin göz ardı edilmemesi adına bir çalıştay düzenlendi. Düzenlenen 1. Adalar Çalıştayı’ndan yola çıkılarak, bu rapor hazırlanmıştır.
Depremlerin önlenmesi belki imkânsız olabilir; ancak deprem öncesi etkili yöntemler vasıtasıyla gerçekleştirilecek önlemler, deprem hasarlarının özellikle de can kaybının azaltılmasını mümkün kılar. 17 Ağustos 1999 depreminde büyük acılar yaşamış olan ülkemizde, maalesef aynı acıların yaşanmaması konusunda gerekli önlemler hala yeterince alınabilmiş değil.
Deprem konusunda ülkemizde, özellikle deprem sonrası ilk 24, 48 veya 72 saat içerisinde gerçekleştirilecek afet yönetimi üzerinde durulmaktadır. Ancak; tüm enerji ve kaynakların afet yönetime aktarılması, can kayıpları konusunda zaman kaybedilmesine neden olmaktadır. Bu nedenle, önemle üzerinde durulması gereken konu; “deprem riskinin azaltılması” yani daha deprem olmadan önlem(ler)in alınmasıdır. Bu konuda da en önemli görevler; ülke yönetiminin temel taşları olan belediyelere düşmektedir.
Öncelikle belediyelerin deprem konusunda risk odaklı yönetimi benimsemeleri gerekir. Deprem konusunda belediyelerin bir diğer önemli fonksiyonu da; halkı deprem konusunda bilinçlendirmeleridir. Deprem öncesinde halkın, risk azaltma üzerine bilgilendirilmesi büyük önem arz etmektedir. Bu bilgilendirme sürecinde, binaların depreme dayanıklılığının artırılması, acil durum planlarının oluşturulması ve tatbikatların yapılması gibi somut adımlar atılmalıdır.
Ayrıca, jeofizik ve sismoloji alanında yapılacak araştırmaların desteklenmesi ve elde edilen verilerin belediyeler ve halk ile paylaşılması da önemlidir. Bu şekilde, olası bir deprem öncesinde alınacak önlemler daha bilinçli ve etkili olacaktır.
Özetle, deprem riskinin azaltılması için belediyelerin risk odaklı yönetim benimsemeleri ve halkı bilinçlendirmeleri hayati öneme sahiptir. Bu yaklaşım, deprem sonrası afet yönetimine değil, deprem öncesi risk azaltmaya odaklanarak can kayıplarını ve hasarları minimize etmeyi hedeflemelidir.
GİRİŞ
İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Jeofizik Mühendisleri Odası XII. Dönem İstanbul Şube Başkanı Prof. Dr. Ali Osman Öncel, deprem riskini azaltmak ve depreme dayanıklı güvenli kentler inşa edilmesi için çıkarılan “Kentsel Dönüşüm” yasasının isabetli bir karar olduğunu vurguladı. Ülkemizin deprem bölgesinde olduğunu belirterek, kentsel dönüşüm çalışmalarının usulüne uygun olarak gerçekleştirilmesi gerektiğini belirtti. Ayrıca, deprem konusunda halkı bilinçlendirmenin önemine de değindi.
Türk halkı olarak deprem konusunda çok büyük acılar yaşadık ve en son 24 Mayıs’ta olan depremde de, depremlere karşı hala hazırlıksız olduğumuzu gördük. Bu depremde İstanbul, depremin merkezi olan Ege Denizi’ne 300 km uzaklıkta olmasına rağmen, İstanbul’da sarsılmadık ya da depremin hissedilmediği bina kalmadı. 24 Mayıs Ege depreminde telefonlar dahi çalışmadı. Böyle bir afet durumunda telefonlar çalışmayacaksa, diğer normal durumlarda telefon ya da teknolojinin hiçbir önemi yoktur. Telefonla iletişim yapılamadığı bir depremde, nereye müdahale edeceksiniz? Çok açık görülüyor ki; Türkiye depremlere karşı hala hazır değil.
Adalarına (Büyükada’ya yaklaşık 8 km, Heybeliada’ya 9 km ve Kınalıada’ya 11 km uzaklıktan geçen) ve 8 ila 11 km uzaklıkta güneyinden geçen Kuzey Anadolu Fay Hattı, dünya tarafından bilinen ve takip edilen bir faydır. Bu nedenle Adalar, hem deprem üreten büyük faylara yakınlığı açısından hem de turizm açısından önemli bir konuma sahiptir. Buna karşın; Adalar ve İstanbul gibi deprem riski altında yaşayan kentlerde, bir deprem odaklı risk yönetimi eksikliği vardır. Ülkemizde deprem öncesi risk yönetimi yerine, deprem sonrası afet yönetimi uygulamaları gerçekleşmektedir; fakat bu da can kayıpları konusunda zaman kaybına neden olmaktadır. İstanbul’da ve Türkiye’nin birçok yerinde yaklaşık 1.000.000 kişiye Afet Yönetimi eğitimi verildi ve daha da fazla kişiye bu eğitimler verilmeye devam ediliyor. Afet yönetimine karşın; risk yönetimini benimseyip riski azaltırsak, aynen riski azalmış bir Japonya ya da bir Şili gibi olursak, o zaman deprem sonrası ilk 24 ya da 72 saatin pek bir önemi kalmayacaktır.
Deprem odaklı risk yönetimi konusuna geçmeden önce, örnek teşkil etmesi amacıyla en son 24 Mayıs’ta gerçekleşen Ege depremini (M6.9) değerlendirip analiz etmek doğru olacaktır.
VAKA: 24 Mayıs 2014 Ege Depreminin (M6.9) Değerlendirilmesi ve Analizi
24 Mayıs'ta Ege Denizi'nde yaşanan depremi değerlendirerek, bu depremin merkezinden 1.000 km uzaklıkta dahi hissedildiğini ve bu anlamda önemli ve üzerinde durulması gereken bir deprem olduğunu vurguladım (Öncel, A.O. 2014).
Depremle ilgili olarak basına yansıyan ilk açıklamalarda deprem büyüklüğü M6.5 olarak açıklandı; ancak ABD Deprem Araştırma Merkezi tarafından bu depremin posteri hazırlandıktan sonra, depremin M6.9 büyüklüğünde olduğu netleşti. Deprem büyüklükleri konusunda, ABD Deprem Araştırma Merkezi tarafından ilksel tahminden sonra düzeltilmiş veya derinleştirilmiş incelemeli tahmin çalışmaları depremi takip eden saatlerde yapılmakta ve en güvenilir sonuç verilmektedir.
Bu değerlendirmeler, ülkemizin depreme karşı ne kadar hazırlıklı olması gerektiğini ve risk yönetiminin önemini bir kez daha ortaya koymaktadır. Deprem öncesi alınacak tedbirlerin ve halkın bilinçlendirilmesinin, depremlerin yıkıcı etkilerini azaltmada hayati öneme sahip olduğu unutulmamalıdır.
Şekil-1: 24 Mayıs 2014 Ege Depreminin Posteri |
Amerika, her büyük depremin ardından deprem bilgilerinin yer aldığı bir Deprem Posteri yayınlıyor. Örneğin, Amerika Deprem Merkezi bu deprem için ilk olarak büyüklüğü M6.4 olarak yayınlamış, ancak 3-4 saat sonra depremin gerçek büyüklüğünü M6.9 olarak düzeltmiştir. Ülkemizde ise, depremlerin gerçek büyüklükleri konusunda ilksel demeçler verilmekte, fakat global deprem merkezlerince düzeltilmiş en doğru bilgilerle güncellemelere gidilmesinde sorunlar yaşanmaktadır. USGS gibi Global Deprem Merkezleriyle eşgüdümlü olarak düzeltmelerin yapılması doğru olanıdır.
Bilindiği gibi, deprem fayı boşluk kabul etmez, bu boşlukları doldurur. 1975-1982 yılları arasındaki boş bir alan vardı; bu deprem de fay üzerindeki bu boşluğu doldurmuş oldu. Nasıl dolduruldu? Normal yatay gerilme sistemiyle dolduruldu. Türkiye’nin en doğusundaki Van Gölü’nden başlayan, en batısındaki Ege Denizi’ne kadar devam eden Kuzey Anadolu Fay sistemi içerisinde bir boşluk daha doldurulmuş oldu. Daha öncesinde bu boşluk tespit edilmeliydi. 1979 yılında saygıdeğer Nafi TOKSÖZ hocamızın uluslararası bir dergide İzmit depreminin olduğu yerde bir boşluk olduğuna dair tespiti yayımlanmış olmasına rağmen, hiçbir önlem alınmadı ve bu depreme de önlem almadan yakalanmış olduk.
24 Mayıs Ege depreminin altında yatan sebep nedir? Temelde yatan sebep, yeraltı katmanlarında meydana gelen stres yani gerilmedir. Bir depremden sonra, stres dağılımı meydana gelir. Bir deprem meydana geldiğinde, o bölgenin gerilme düzeyini değiştirir. Depremler meydana geldikten sonra, belirli alanlarda gerilme artar. Bu, orada olacak olası depremin oluş zamanını öne çeker. Diğer taraftan, oluşan depremler belirli alanlarda gerilmeyi düşürür ve orada oluşacak olan olası depremin oluş zamanını öteleyebilir.
Deprem riskinin azaltılması ve daha güvenli kentler inşa edilmesi için bilimsel verilerin doğru ve güncel bir şekilde takip edilmesi büyük önem taşımaktadır. Bu nedenle, ülkemizdeki deprem yönetimi süreçlerinin global standartlarla uyumlu hale getirilmesi ve halkın bilinçlendirilmesi hayati önem taşır.
Şekil-2: M6.9 Ege Depremi SONRASI Artçışoklar Bölgesel Gerilme Haritası (Nalbant ve diğ., 1999) üzerine işaretlendi. |
Genel olarak, oluşan depremlerin değerlerini doğru tespit ederek ve bu değerleri kullanarak; depremlerin kırık geometrisini çizebiliriz. Çünkü depremin artçı şoklarını harita üzerinde işaretlediğiniz zaman, bir kırık sisteminin geometrisi ortaya çıkar. Kırık sisteminin yanı sıra, depremin gerilme biçimini ve bölgesel gerilmeleri doğru olarak tespit edebilirsek ve son olarak da bunları jeofizikte bir gerilme modellemesi yardımıyla analiz edebilirsek; o bölgenin gerilme haritasını çıkarabiliriz.
Şekil-2’de Nalbant ve arkadaşları (1999) tarafından hazırlanan gerilme haritasından görüldüğü gibi; Ege depremi sonrasında bölgesel gerilme haritası üzerine artçı şoklar işaretlenerek güncel deprem ve gerilme ilişkisi gösterilmektedir. Haritada kırmızı ile gösterilen yerler, gerilimi yüksek olan yerlerdir. Gerilme haritasından; Nereler çok gerilmiş? Nerelerin gerilimi düşük? Nereler kırılmaya yakın yerler ya da nereler kırılmadan uzak? şeklinde tespitler yapabiliriz.
Marmara ve civarı için hazırlanmış harita ile verilen gerilmelere bakarak olası depremlerin nerelerde olabileceğini tahmin edebiliriz. Haritalarda nerelerin Gerilme Yükselim Alanları (Stress Increased Zone) etkisiyle ilave yüklerle çok gerildiğine ya da Gerilme Düşüm Alanları (Stress Shadow Zone) etkisi altında kalarak nerelerin çok gerilmediğine bakmamız gerekir. Oluşan depremler, yaklaşık olarak iki buçuk (2,5) yıl öncesinden, gelecek olası depremler için bir nevi sinyal veriyorlar (bkz. Öncel ve Wilson, 2007).
Bu nedenle, depremlerin kırık geometrisi, gerilme biçimi ve bölgesel gerilme dağılımı konusundaki verilerin doğru bir şekilde analiz edilmesi, deprem riskinin azaltılması ve gelecekteki depremlerin öngörülmesi açısından hayati öneme sahiptir. Deprem biliminde, doğru verilerin toplanması ve bu verilerin jeofizik modellemelerle analiz edilmesi, güvenli kentler inşa etmenin temel taşlarından biridir.
Şekil-3: M6.9 Ege Depremi ÖNCESİ Gerilme Haritası (Nalbant ve diğ., 1999) üzerine son beş yılda meydana gelen depremler işaretlendi. |
Meydana gelen bu Ege Depreminden önce; acaba bu bölgede aktivite var mıydı? Bu deprem, adalar depremidir. Deprem merkezinin güneyinde Gökçeada ve kuzeyinde ise Samothraki adaları bulunmaktadır. Deprem, iki adanın tam ortasında gerçekleşmiştir. 2014 depreminden geriye doğru 2008 yılına kadar gittiğimizde; bu depremin meydana geldiği yer sismik etkinlik açısından düşük veya boş değilmiş; Şekil-3'te görüldüğü gibi, haritada depremin olduğu yerde oldukça yoğun, yüksek dereceli deprem yığılması var. Demek ki depremin olduğu bölge çok aktifmiş; gerilmiş, gerilmiş ve sonucunda da deprem meydana gelmiştir. Bir nevi burası, Ege depremi olmadan önce küçük depremlerle veya önceleyen deprem etkinliğiyle alarm vermiş, sinyal vermiştir. Burada ve büyük deprem potansiyeli olan diğer alanlarda olması gerektiği gibi zamanında ve yerinde fiziksel parametrelere dayalı detaylı bir çalışma yapılmış olsaydı, belki bu çalışma bu Ege depremini haber verebilirdi.
Orta dönemli depremlerin 2,5 yıl öncesinden belirlenebileceğini gösteren birçok çalışma günümüzde yapılmaktadır. Deprem belirlenmesi üç şekilde yapılmaktadır: Birincisi; uzak dönemli, genellikle 25-30 yıl şeklinde. İkincisi; yakın dönemli (orta dönemli), 2,5 – 5 yıl ve üçüncüsü ise; çok yakın zamanlı, yani 2 – 5 günlük şeklinde. Çok yakın zamanlı depremlerin, yani gün mertebesindeki depremlerin belirlenmesi şu an için yapılamıyor fakat büyük deprem sonrasında 24 saat içerisinde olacak artçışokların yerleri gösteriliyor. 2,5 yıl öncesinden depremlerin büyük depremlerden önce öncü anomaliler verdiği yapılan çalışmalarda belirlenebileceğini göstermiştir. Fakat sorun, büyük deprem olacak alanlarda özel deprem izleme ağlarının ve takip merkezlerinin oluşturulmasını zorunlu kılıyor. İzmit depreminden sonra şunu görmüş olduk; 2,5 yıl öncesinden depremler sinyal verebiliyor (örn., Öncel ve Wilson, 2007).
24 Mayıs Ege depreminin şiddet dağılımına bakacak olursak; vatandaşlar ne kadar uzaklıktan telefona sarılmaya başlamışlar? “Alo Deprem” hattından gelen bilgiler doğrultusunda; vatandaşlarımızın rapor ettiği yerler Şekil-4’te görülmektedir. Vatandaşlarımızın rapor verdiği yerler, depremin hissediliş yeri olarak Google Earth üzerinde toplanıyor ve buna göre de, depremin şiddet haritası ortaya çıkarılıyor. Şekil-4'te görüldüğü gibi; bu depremin meydana getirmiş olduğu deprem yığılmasının uzunluğu 120 km'dir ve arada 45 km'lik bir boşluk var; 45 km'lik boşluktan sonra da yine bir deprem yığılması var. Demek ki bu depremden sonra 45 km uzaklıkta olan bu yerler tetiklenmiş; yani bu depremin 45 km'de artçı tetiklemesi var. Bu depremin büyüklüğüne (M6.9) bakılarak, geçmişte yaşanmış büyük depremlerin matematik ve istatistik bilgileri ile ilişkilendirildiğinde, bu depremin 50 km’den fazla bir kırılmaya neden olmaması gerekir. Bu bilgiyi doğru kabul edersek; demek ki 70 km'lik (120 km - 50 km = 70 km) fay hattı tetiklendi diyebiliriz ya da önceki deprem düzenini sürdürüyor diyebiliriz. Sonuç olarak; bu deprem sonucunda açıkça görülen şu ki; risk ve tehlike büyüyerek Marmara’ya doğru bir yakınlaşma var.
Şekil-4: 24 Mayıs Ege Depreminin Bütünleşik Deprem Şiddet Haritası |
Büyüklüğü M6’dan fazla olan depremler kırılma yaratır. Büyük depremler, büyük kırılmalar oluşturur. Ayrıca, büyük depremlerin oluşum süreleri de uzundur. Son deprem olan 24 Mayıs Ege Depremi, 42 saniye sürdü. Bu süre, büyüklük olarak ortalama M7.3 - M7.5 gibi depremlerin sürebileceği bir süredir. M6.9 büyüklüğündeki Ege depreminin normalde 20 saniye veya daha az sürmesi gerekirdi. Bu nedenle, bu Ege depremi, olağandışı bir depremdir ve uyarıcı niteliktedir. Bu deprem, fay hattını tetikler mi diye sormak yersizdir. Çünkü bu depremin bazı alanları tetikleyeceği aşikârdır ve zaten böyle depremlerde Kuzey Anadolu Fay Hattının tetiklendiği kanıtlanmıştır. Bu yüzden, "Bu deprem acaba hangi alanı, nereyi tetikleyecek?" sorusuna odaklanmalıyız. Uzmanlığı ile tetikleme alanını bulacak araştırma veya çalışma gruplarının olması gerekir; fakat günümüzde büyük depremlerden 24 saat sonra deprem gerilme haritasının güncellemesini yapacak böylesine lüzumlu ulusal araştırma grupları ülkemizde maalesef yoktur.
24 Mayıs Depremi (M6.9) için, en önemli konulardan biri de; depremin hissedilme derecesidir. Bu deprem; daha önce belirtildiği gibi depremin merkezinden 1000 km’ye kadar uzak olan yerlerde bile hissedilmiştir; çünkü bu deprem büyük bir depremdir. Bu deprem, çok yakın yerlerde yani depremin merkezinden 20 - 50 km uzak olan yerlerde büyüklüğü 7 - 8; 50-200 km uzaklıkta olan yerlerde ise şiddet büyüklüğü (I) 4 ile 6 arasında hissedilmiştir. Depremin merkezinden 300 km uzaklıkta olan İstanbul’da bu depremin büyüklüğü sağlam zeminde veya sağlam binalarda oturanlar tarafından I=4 olarak; sağlam olmayan zeminde veya sağlam olmayan binalarda oturanlar tarafından ise büyüklüğü I=6 şeklinde hissedilmiştir. Farklı hissedilmesinin nedeni; İstanbul’daki binaların homojen olmaması; yani İstanbul’da sağlam olan ve sağlam olmayan binalar vardır. Ayrıca İstanbul’da zemin homojenliği de yoktur; İstanbul’da sağlam zemin de var, sağlam olmayan zemin de var.
Sağlam zeminde oturanlar bu depremi rahat olarak atlatmışlardır. Ancak; sağlam zeminde veya sağlam binalarda olmayıp kentsel dönüşüm gerektiren yerlerde veya yapılarda oturan vatandaşlar, "Acaba yıkılıyor muyuz, göçüyor muyuz?" şeklinde şiddetli korku ile bu depremi geçirmişlerdir. Çünkü sağlam olmayan zayıf yapı veya zeminlerde depremin şiddeti daha çok hissedilir ve verdiği hasar da daha büyük olur. Şiddeti büyüten faktörlerden yer ve yapı arasında hangisinin öncelikli olduğu ancak yerinde Yer ve Yapı İnceleme Mühendisliği çalışmalarıyla anlaşılabilir.
Son olarak, deprem konusunda birçok değişik senaryo yazılmaktadır. Mevcut senaryo; 1966 yılından beri, Adalara çok yakın ve önünden başlayarak, Adaları da içine alan Marmara içerisinde büyüklüğü M7’nin üzerinde depremler bekleniyor. Dünya’daki bilim adamları, 22 Mayıs 1766 M6.9 ve 5 Ağustos 1766 M7.4 depremlerinden günümüze yaklaşık 250 yıldan beri beklenen bu depremlerin neden olmadığını tartışıyorlar ve araştırıyorlar; bizler ise hala olacak mı diye soruyoruz. Beklenen bu depremlerin olmaması bizim için avantajdır; ama bu zamana kadar olmadı, bundan sonra da olmayacak anlamına gelmez. Bu nedenle, deprem odaklı kentsel dönüşüm büyük önem arz ediyor ve bu tür projelerin desteklenmesi gerekir.
YAKLAŞIM VE YÖNTEM
Yaklaşım ve yöntem olarak, "Afet Yönetimi" değil, "Deprem Odaklı Risk Yönetimi" benimsenmelidir.
DEPREM ODAKLI KENTSEL RİSK YÖNETİMİ
Deprem riskinin azaltılmasını amaçlayan en önemli yasalardan biri, Kentsel Dönüşüm Yasasıdır. Bu yasanın, "Deprem Odaklı Kentsel Risk Yönetimi" çerçevesinde yürütülmesi gerekmektedir. Bu yönetimin öneminde yatan gerçek, deprem odaklı ranta karşı, bilim odaklı yönetim olmasıdır. Peki, bu risk yönetimi nedir?
Deprem Odaklı Kentsel Risk Yönetimi, Türkiye genelinde özellikle de Marmara Bölgesi’nde, deprem riskinin belirlenerek ve jeofizik bilim dalı sayesinde yer bilimi ile ilgili ölçümlerin yapılarak (jeofizik uygulamalar), kentsel dönüşümün gerçekleştirilmesini ve bu şekilde kentlerin depreme hazırlanmasını amaçlayan bir yönetimdir. Buradan da anlaşılacağı gibi, deprem odaklı kentsel risk yönetiminin iki fonksiyonu vardır:
- Kentsel riski belirlemek
- Yapılaşmanın Jeolojisi ve Jeofizik Uygulamalarını gerçekleştirmek
İnternet üzerinden yapılan bir araştırmaya göre, çalışmaya cevap verenlerin ortalama %70’i depreme karşı hiçbir hazırlıklarının olmadığını söylemişlerdir. Peki, depreme karşı vatandaşları kim hazırlayacaktır? Kanunlar kimi zorunlu tutuyor bunu bilmemiz lazım.
5393 Sayılı Belediye Kanunu
MADDE 53.- Belediye; yangın, sanayi kazaları, deprem ve diğer doğal afetlerden korunmak veya bunların zararlarını azaltmak amacıyla beldenin özelliklerini de dikkate alarak gerekli afet ve acil durum plânlarını yapar, ekip ve donanımı hazırlar.
Bu kanuna göre, vatandaşları depreme hazırlayacak olan birim belediyelerdir. Dolayısıyla, vatandaşları doğal afetlerden koruma ya da zararlarını azaltma konusunda belediyelere önemli görevler düşmektedir. İstanbul’da bulunan tüm belediyelere, "Belediyenizde jeofizik mühendisi çalışıyor mu?" şeklinde sorulmuştur. Verilen cevaplara göre, İstanbul’daki tüm belediyelerin %56’sında en az bir jeofizik mühendisi çalışmaktadır. Jeofizik mühendisleri aslında, afet zararlarını azaltma mühendisleridir. Çünkü jeofizik mühendisi demek, jeofizik mühendisliğinin sismoloji anabilim dalının öğretim üyesi bulunduran bölüm demektir. Sismoloji de, deprem bilimi demektir. Amacımız depremi anlamak ve afet zararını azaltmaktır.
1- Kentsel Risk
Belediye Kanununda belirtildiği gibi, öncelikli olarak ilk amaç, vatandaşların depremi güven içerisinde rahatlıkla geçirebilmesini sağlamaktır. Depremlerin hissedilmeden ya da uyuyarak geçirilebilmesi için, riskin tespit edilerek azaltılması gerekmektedir.
Şekil-5: Kentsel Risk Modeli |
YAKLAŞIM VE YÖNTEM
Yaklaşım ve yöntem olarak, "Afet Yönetimi" değil, "Deprem Odaklı Risk Yönetimi" benimsenmelidir.
DEPREM ODAKLI KENTSEL RİSK YÖNETİMİ
Deprem riskinin azaltılmasını amaçlayan en önemli yasalardan biri, Kentsel Dönüşüm Yasasıdır. Bu yasanın, "Deprem Odaklı Kentsel Risk Yönetimi" çerçevesinde yürütülmesi gerekmektedir. Bu yönetimin öneminde yatan gerçek, deprem odaklı ranta karşı, bilim odaklı yönetim olmasıdır. Peki, bu risk yönetimi nedir?
Deprem Odaklı Kentsel Risk Yönetimi, Türkiye genelinde özellikle de Marmara Bölgesi’nde, deprem riskinin belirlenerek ve jeofizik bilim dalı sayesinde yer bilimi ile ilgili ölçümlerin yapılarak (jeofizik uygulamalar), kentsel dönüşümün gerçekleştirilmesini ve bu şekilde kentlerin depreme hazırlanmasını amaçlayan bir yönetimdir. Buradan da anlaşılacağı gibi, deprem odaklı kentsel risk yönetiminin iki fonksiyonu vardır:
- Kentsel riski belirlemek
- Yapılaşmanın Jeolojisi ve Jeofizik Uygulamalarını gerçekleştirmek
İnternet üzerinden yapılan bir araştırmaya göre, çalışmaya cevap verenlerin ortalama %70’i depreme karşı hiçbir hazırlıklarının olmadığını söylemişlerdir. Peki, depreme karşı vatandaşları kim hazırlayacaktır? Kanunlar kimi zorunlu tutuyor bunu bilmemiz lazım.
5393 Sayılı Belediye Kanunu
MADDE 53.- Belediye; yangın, sanayi kazaları, deprem ve diğer doğal afetlerden korunmak veya bunların zararlarını azaltmak amacıyla beldenin özelliklerini de dikkate alarak gerekli afet ve acil durum plânlarını yapar, ekip ve donanımı hazırlar.
Bu kanuna göre, vatandaşları depreme hazırlayacak olan birim belediyelerdir. Dolayısıyla, vatandaşları doğal afetlerden koruma ya da zararlarını azaltma konusunda belediyelere önemli görevler düşmektedir. İstanbul’da bulunan tüm belediyelere, "Belediyenizde jeofizik mühendisi çalışıyor mu?" şeklinde sorulmuştur. Verilen cevaplara göre, İstanbul’daki tüm belediyelerin %56’sında en az bir jeofizik mühendisi çalışmaktadır. Jeofizik mühendisleri aslında, afet zararlarını azaltma mühendisleridir. Çünkü jeofizik mühendisi demek, jeofizik mühendisliğinin sismoloji anabilim dalının öğretim üyesi bulunduran bölüm demektir. Sismoloji de, deprem bilimi demektir. Amacımız depremi anlamak ve afet zararını azaltmaktır.
1- Kentsel Risk
Belediye Kanununda belirtildiği gibi, öncelikli olarak ilk amaç, vatandaşların depremi güven içerisinde rahatlıkla geçirebilmesini sağlamaktır. Depremlerin hissedilmeden ya da uyuyarak geçirilebilmesi için, riskin tespit edilerek azaltılması gerekmektedir.
Şekil-5'den anlaşılacağı gibi, riski etkileyen faktörlerden biri zemindir. Fay hattının yerinin değişmeyeceğine göre, örneğin Kuzey Anadolu Fay Hattı’nı kaldıramayız, fay orada kalacaktır; demek ki tehlike (sismik tehlike) sabit kalır, değişmez. Ancak, etkilenme değişebiliyor; örneğin deprem odaklı kentsel dönüşüm projeleri ile yapılaşmayı zayıf zeminden sağlam zemine doğru kaydırarak, depremden etkilenmeyi değiştirebiliriz; yani etkilenmeyi azaltabilirsiniz. Etkilenmeyi azalttığınızda maliyet ve kayıplar da azalacaktır. En önemlisi de, etkilenmeyi azalttığınızda otomatik olarak hasar görebilirlik de azalacaktır. Sonuç olarak, risk kontrol edilebilir. Riski üç parametre ile kontrol edebiliriz. Bu parametreler:
- Büyüklük:Depremin büyüklüğü, aslında açığa çıkan enerjidir. Son Ege depreminde açığa çıkan enerjinin karşılığı 6.9’dur. Açığa çıkan enerji her yerde aynıdır; yani 6.9 her yerde 6.9’dur.
- Mesafe:Fay hattına olan uzaklıktır. Öyleyse, sarsıntı/deprem mesafeyle azalabilir ve sarsıntı değişimi de şiddeti belirler.
- Yer Yapısı:Zayıf zeminde sarsıntı büyük, sağlam zeminde ise sarsıntı az olacaktır.
- Bina Yapısı:Yapı mühendisliği standartlarına göre yer yapısına uygun yapılmış binalarda sarsıntı düşük olacaktır.
Sonuç olarak, fay hattından uzak kalarak ve sağlam yer/bina yapı özelliklerine uygun yapılaşmayla riski kontrol edebiliriz.
2- Yapılaşma Jeolojisi ve Yapılaşma Jeofiziği Uygulamaları
Kentsel dönüşüm çalışmalarının amacına uygun gerçekleştirilebilmesi için, Yapılaşma Jeolojisi ve Yapılaşma Jeofiziği'ne ihtiyaç duyulmaktadır; çünkü yer yapısının hasarsız bir şekilde incelenmesi ancak bu bilim dalları sayesinde yapılabilmektedir. Yapılaşma Jeolojisi, zeminlerden alınan numuneleri laboratuvar ortamında inceleyerek ve çeşitli zemin testlerine tabi tutarak zeminlere ait çeşitli parametreleri ortaya koymaktadır. Yapılaşma Jeofiziği ise, yer altı tabakalarının jeolojik yapılarını, kalınlıklarını, durumlarını, konumlarını, derinliklerini, yoğunluklarını, yeraltı su hareketlerini, ivmesini vb. parametreleri ve herhangi bir doğal afet durumunda bu tabakaların nasıl davranış sergileyeceklerini araştırıp tespit etmektedir. Bu nedenle kentsel dönüşüm projelerinde Yer İnceleme Projeleri için, hem Yapılaşma Jeolojisi hem de Yapılaşma Jeofiziği konusunda uzmanlaşmış profesyonel mühendislere ihtiyaç vardır.
TARTIŞMA / ÖNERİLER
24 Mayıs Ege depremi vakası ele alındıktan ve yöntem bilgisi verildikten sonra, ülkemiz için alınması gereken önlemlerden bazılarını öneri olarak şu şekilde özetleyebiliriz:
Deprem Dinleyen İstasyonlar
Londra’da olası bir deprem beklentisi olmamasına rağmen, okullarda deprem dinleyen istasyonlar bulunmaktadır; yani okullar deprem istasyonu gibi çalışmaktadır. Bu okullar; beklenen olası büyük depremlerin meydana geleceği yerlerde (Tokyo, Los Angeles, İstanbul gibi), okulların nasıl olması gerektiğine örnek teşkil etmektedirler. Aynı şekilde, Amerika’daki ve Avrupa’daki okullarda da deprem istasyonları vardır. Türkiye’nin fay hattı üzerinde olmasına ve beklenen olası depremlerin yüksek ihtimaline karşılık, maalesef Türkiye’de toplam 4 tane okulda deprem dinleyen istasyon bulunmaktadır. Bunlardan ikisi Sakarya Üniversitesi’nde, diğer ikisi ise özel okullarda/kolejlerdedir. Okullarımızı bir an önce bilimsel ve fiziksel olarak depremleri ölçen istasyonlara dönüştürmemiz gerek. Bunun için, okullarımıza deprem istasyonları yerleştirebiliriz. Bu işi, bir pilot bölgede örneğin fay hattına en yakın yerleşim merkezi olan Adalar’da gerçekleştirmeye başlayabiliriz.
Türkiye’de depremlere ait kayıtlar ilk olarak 1800’lü yıllarda tutulabilmiştir. Depremler yeryüzünün içi hakkında bilgi vermektedir. Yeryüzü içinde seyahat, depremler vasıtasıyla olmaktadır. Ayrıca depremler, ihtiyacımız olan enerjiyi (jeotermal, petrol, altın, bakır vb. gibi maden yatakları) bulmamız için bize ışık tutmaktadırlar. Bu nedenle depremlerden ışık niteliğinde bilgi alabilmek için deprem dinleyen istasyonların olması ve sayılarının arttırılması gerekmektedir.
Jeofizik Tabanlı Gizli ve Gömülü Fay Arama Hattı
Doğru gizli fay (hidden fault) araştırma sistemi, jeofizik tabanlı yapılan araştırmalardır. Amerika’daki USArray fay arama işlemi bu şekilde yapılmaktadır; yani jeofizik izleme ile fay arama hattı kurmuşlardır. Bu fay arama hattında, 400 tane deprem sismometresi sayesinde, ülkenin en doğusundan en batısına kadar, 4 ay süreyle 500 metrelik ya da 1 km’lik aralıklarla haritalarda güncellemeler yapılmaktadır. Bu şekilde yerin altında kaçak ya da görülmemiş fay hattı büyük olasılıkla kalmamış oluyor.
Ülkemizde ise, jeofizik izleme ile gizli deprem faylarının araştırması yapılmamaktadır. Ülkemizde fay arama işlemi, göze dayalı jeolojik olarak yapılmaktadır ve bu işlem de ancak 20 yıldan sonra jeolojik tabanlı araştırmayla güncelleme tamamlanmaktadır. Çünkü jeolojik inceleme, yüzeylenmiş fayların gözlemlenmesine dayanıyor. Fakat yüzeylenmemiş ve ancak olan depremlerle farkındalık sağlayan gizli fayların belirlenmesinde yetersiz olduğu çok açık olarak anlaşılıyor. Bütüncül ve hızlı fay araştırmasında Jeofizik İzlemeli Taşınabilir Sisteme geçilmediği sürece ülkemizdeki fay güncellemeleri hep tartışmalı olacaktır.
Derinden Deprem İzleme Sistemi / Küçük Depremlerin İzlenmesi
Yerin altına kulak vermek ve yerin sesini duymak lazım. Bu nedenle, deprem kayıtlarına dayanan bir izleme sisteminin oluşturulması gerekir.
Depremler izlendiği zaman:
- Yapılaşma için doğru yerler tespit ediliyor.
- Enerji ve kaynak üretecek yerler belirlenebiliyor.
Japonya’nın nüfusu (127.6 milyon), Türkiye nüfusunun (74 milyon) yaklaşık 2 katı ve Japonya (377.800 km²) yüzölçümü olarak Türkiye’nin (783.562 km²) yaklaşık yarısı kadardır. Bu bilgilere karşın, Japonya’da oldukça yoğun bir deprem izleme ağı mevcuttur; her bir noktada deprem istasyonu vardır. Türkiye’de ise AFAD (715) ve Kandilli (215) dahil toplam 930 tane deprem istasyonu vardır. Japonya deprem izlemeyi sadece yüzeysel yapmıyor; ayrıca derinden izleme yapıyor. Japonya’da sadece 800 tane derinden kuyu sismometre ağı var. Türkiye’de ise derin kuyu sismometre ağı yok; fakat 1 tane derinden kuyu izleme istasyonu var. Türkiye’deki GONAF adı verilen bu derinden izleme istasyonu da geçen sene, yani 2013 yılında kuruldu. Türkiye’de depremler konusunda yüzeysel incelemeler var. Ancak ülkemizin de bir an önce depremleri derinden kuyu sismometre izleme ağı kurması gerekir ve Türkiye’de bu derinden kuyu izleme istasyonlarının sayısı arttırılmalıdır. GONAF dışında başka istasyonların kurulması için finansal desteğin sağlanmasına rağmen, katı bürokrasiden dolayı yeni istasyonlar yapılamamaktadır. Bu katı bürokrasinin bir an önce kaldırılması lazım ve network ağı kurularak Türkiye’de her yerin, derinden kuyu sismometre ağlarıyla izlenmesi gerekmektedir.
Derinden kuyu sismometre izleme sistemi dışında, Japonya’da her üniversitede deprem izleme merkezleri kuruluyor (Tokyo, Tohoku, Kyushu, Nagoya, Hirosaki gibi). Ülkemizde ise sadece Boğaziçi Üniversitesi’nde deprem merkezi kurulmuştur. Sadece Tokyo Üniversitesi’nde yaklaşık 100 tane deprem uzmanı (sismolog) vardır. Türkiye’de ise toplam sismolog sayısı en fazla 50’dir. Japonya’da depreme karşın oldukça yatırım yapılıyor ve bu yüzden de depremde yıkılmıyorlar.
Şekil-6’da görüldüğü gibi, deprem büyüklüğünde 1 birimlik değişim, ortaya çıkan enerji miktarlarında çok büyük farklılıklara neden olmaktadır. Deprem büyüklüğünün M5 mi, yoksa M6 mı olması aslında çok önemlidir. Çünkü Şekil-6’da görüldüğü gibi, deprem büyüklüğü M6 olduğunda ortaya çıkan enerji, büyüklüğü M5 olan depreme oranla 30 kat ve büyüklüğü M7 olduğunda ise ortaya çıkan enerji miktarı 900 kat artıyor. Dolayısıyla M7 büyüklüğünde beklenen depremin ya da depremlerin olmamasından önce, M5 ve daha küçük büyüklükteki depremlerin izlenmesi ve bu deprem bilgilerinin kullanılması gerekir. Bu nedenle, büyük depremler oluşmadan küçük depremlerin izlenmesi son derece önemlidir. Yılda 1.000.000 tane küçük depremler (büyüklükleri M2 ile M3 arasında olanlar) oluşuyor. Buna karşın, senede büyüklüğü ortalama M8 olan 1 tane deprem oluşuyor. Küçük depremlerin kaydedilmesi ve izlenmesi için de, Derin (Kuyu Sismometreli) İzleme Sisteminin (DES) olması şart. Ayrıca, küçük depremlerin izlenmesi ile fay hatlarının güncellenmesi çok hızlı şekilde yapılabilir. Diğer yandan, küçük depremlerin izlenmesi ile büyük depremler önceden tahmin edilmeye çalışılmalıdır. Türkiye’de DES olmadığından, küçük depremlerin de izlenmesi yapılamamaktadır.
Şekil-6: Deprem Büyüklüğü ve Enerji |
Sismik Tehlike Haritasının ve Fay Hattı Haritalarının Sürekli Güncellenmesi
İlk olarak 1945 yılında oluşturulan Türkiye Sismik Tehlike Haritası (Şekil-7), 1996 yılında güncellemeye tabi tutulmuştur ve 1996 yılından sonra bir daha güncellenmeden, maalesef hala eksik ve yanlış bilgiler içeren bu harita günümüzde de kullanılmaktadır. Kentsel dönüşümde de maalesef bu harita kullanılarak, yani yanlış referans alınarak, doğru bina yapmaya çalışıyoruz. Ülkemizde yapılan bu yanlışlığa karşın; Kanada’da sismik tehlike haritası her 5 senede bir güncellenmektedir ve Japonya’da her sene fay hatlarını gösteren haritalar güncellenmektedir.
Türkiye'nin sismik ve jeolojik gerçeklerine uygun olarak, sismik tehlike haritası ve fay hattı haritalarının sürekli güncellenmesi gerekmektedir. Bu güncellemeler, yer bilimleri ve jeofizik alanında yapılan son araştırmaların ve teknolojik gelişmelerin ışığında yapılmalıdır. Modern jeofizik yöntemler kullanılarak, sismik tehlike haritaları ve fay hatları haritalarının daha doğru ve güncel bilgilerle hazırlanması, kentsel dönüşüm projelerinin ve inşaat faaliyetlerinin güvenli bir şekilde gerçekleştirilmesi için elzemdir. Ayrıca, kentsel dönüşüm projelerinde doğru referans alınarak yapılan bina ve altyapı çalışmaları, depremlere karşı daha dayanıklı yapıların inşa edilmesini sağlayacaktır.
Şekil-7: Türkiye Sismik Tehlike Haritası |
Deprem Şiddeti ve Fay Türleri Üzerine Bilgilendirme
Deprem şiddeti, kırık zemine yakınlık ile doğrudan ilişkilidir. Faylar, yani kırık zeminler, iki ana kategoriye ayrılmaktadır:
- Deprem Üreten Aktif Kırıklı Zeminler
- Deprem Üretmeyen Pasif Kırıklı Zeminler
Şekil-8 ve Şekil-9'da görüldüğü gibi, Türkiye'de hem deprem üreten hem de deprem üretmeyen birçok kırıklı zemin (fay) bulunmaktadır. Bu durum, Türkiye'nin bir deprem bölgesi olduğunu ve deprem riski açısından büyük bir tehdit altında olduğunu göstermektedir. Her iki tür kırık zemin de tehlikelidir ve bu zeminlerden uzak durulması gerekmektedir. Bu tür zeminler üzerine binalar yapılmamalıdır.
Jeotermal, petrol ve maden yatakları açısından bakıldığında, kırık sistemleriyle kesilen sahalar potansiyel enerji açısından zenginlik ifade eder. Çünkü kırık sistemli arazilerin, yani fay hatlarının varlığı, depremin olması demektir; depremin meydana gelmesi ise yeraltında yatan enerjinin (gerek jeotermal ve petrol gerekse maden yatakları) açığa çıkması anlamına gelir. Ayrıca, jeotermal açıdan da kırıkların aktiflik durumu önem arz etmektedir. Çünkü yeraltı sularının derinlikleri ve hareketleri, yeryüzü hareketleri özellikle de deprem hakkında bilgi vermektedir.
Şekil-8: Türkiye’de Deprem Üreten Aktif Faylar (Harita Üzerinde Kırmızı İle Çizili Olanlar). MTA, 2012. |
Şekil-9: Türkiye’de Deprem Üretmeyen Pasif Faylar (Harita Üzerinde Siyah İle Çizili Olanlar). MTA, 2012.
Türkiye'nin Fay Hatları ve Deprem Risk Yönetimi Üzerine Bilgilendirme
Türkiye’nin aktif ve pasif fay hatlarını gösteren haritalar (Şekil-8 ve Şekil-9) en son 2012 yılında MTA tarafından güncellenmiş ve MTA Yerbilimleri Portalı olarak araştırmacıların kullanımına açılmıştır. Bu haritalar, 1992 yılında da güncellenmişti. Dolayısıyla, mevcut haritalar 20 yıl sonra güncellenmiştir. 20 yıl sonra yeni fay hatlarının ortaya çıktığını tespit ettik. Güncellemelerin bu kadar geç yapılması sonucunda, büyük binaların, gökdelenlerin ya da stadyumların altından fay hattı geçtiği fark edilmiştir. Bu tür hataların tekrarlanmaması için, fay hatlarını gösteren haritaların sürekli ve hızlı bir şekilde güncellenmesi gerekmektedir. Doğru ve çağdaş takip düzenini kullanmak için sürekli ve hızlı güncellemelere ihtiyaç vardır.
Zemin Etütlerinin Yapılması
Bir depremden sonra, zeminin dinamik yükler altında tepkisinin nasıl olduğunu anlamak için, deprem dalgalarının geçtiği zeminlerde dalga genliklerindeki değişimlerin izlenmesi gerekmektedir. Deprem sonrasında; katı zemin, zayıf zemin ve suya doygun zemin farklı davranışlar sergiler. Katı zeminde deprem dalgaları yüksek hızla geçtiğinden, depremler az şiddetli ve kısa süreli hissedilir; zayıf ve suya doygun zeminde ise deprem dalgaları düşük hızla geçtiğinden, depremler çok şiddetli ve uzun süreli hissedilir. Suya doygun zeminde (gevşek zemin) sağlam bir bina (örneğin çelik bina) yapılsa dahi, depremde devrilme veya çökme riski vardır. Zayıf zeminlerde de, deprem etkisi acımasız olur. Önemli olan sağlam bina yapmak değil; uygun yere, uygun zemine göre bina yapmaktır. Bu nedenle yapılaşmanın veya kentsel dönüşümün, detaylandırılmış Yer İnceleme Projelerine - zemin tespiti ve zemin etütlerine - göre yapılması gerekmektedir. Öncelikle zemin, bina yapılmaya uygun mu buna bakılmalıdır. Kentsel dönüşümde amacımız; riskli alanları ve riskli zeminleri tespit etmektir. Zayıf zeminlerde gerçekleştirilen yapılaşma engellenmeli ve sağlam zeminde yapılaşmaya devam edilmelidir. Çünkü emniyetli zemin, hayatı emniyete alır.
Günümüzde kentsel dönüşüm konusunda, maalesef zemin etütleri yapılmadan, her yer gelişigüzel yapılaşmaya açılmaktadır. Bu konuda özellikle belediye yönetimlerine büyük görevler düşmektedir. Yapılacak denetimli Yer İnceleme Projelerinin - zemin etütlerinin - uluslararası standartlara göre yapılması, risk azaltma konusunda büyük önem taşımaktadır.
Deprem Evi Projesinin Geliştirilmesi
Deprem Evi Projesi, internet üzerinden düşük maliyetli deprem ivme ölçüm cihazlarını yerleştirebilecek gönüllü evlerin arandığı bir ‘vatandaş odaklı bilim’ projesidir. Bu proje ile beklenen büyük ve yıkıcı İstanbul depremleri öncesinde, İstanbul’da meydana gelen orta büyüklükteki uyarıcı depremler izlenecektir. Bu izlemelerde ölçülen noktasal ivmelerden yararlanılarak, mahalle bazlı ölçülen şiddet değişim haritalaması oluşturulması hedeflenmektedir. Projenin bir diğer amacı ise, deprem şiddet değişimlerinin hızlı bir şekilde sınıflandırılmasıyla, kentsel dönüşüm çalışmalarına referans olmaktır.
Bu proje, büyük bir yatırım gerektirmeyen, düşük maliyetli bir projedir. Bu proje için gerekli ekipmanlar şunlardır:
- Bilgisayar
- Güç kaynağı
- İnternet bağlantısı
Bu proje hayata geçirildiğinde, depremin en çok hissedildiği ev, mahalle ve bölge haritaları çıkarılacaktır. Bu proje ile en çok hissedilen alandan başlanarak, detaylı Derin İzleme Modeline (DİM) geçilebilir.
Pilot bölge olarak Adaları seçebiliriz. Çünkü Adaların 8-10 km güneyinden fay hattı geçmektedir; Marmara Denizi içerisinde Kuzey Anadolu Fay Hattı'nın en yakınında ve yerleşime açık tek yerleşim alanı Adalar’dır. Ayrıca, Adalar çevresinde uzun yıllardır gerilme mevcut olup, henüz bir kırılma meydana gelmemiştir. Adalarda daha az ev ve mahalle bulunduğundan, Adaların zemini taş zemindir. Bu nedenlerle, Adaları pilot bölge olarak seçmekte yarar vardır. Bu proje sayesinde, Adalar üzerinden yapılacak dinleme ve izleme, dünya deprem bilimine önemli katkılar sağlayacaktır.
Alo Deprem Hattının Kurulması
Gerek telefon gerekse internet üzerinden Alo Deprem Hattı vasıtasıyla, vatandaşlara “Depremi hissettiniz mi?” şeklinde sorularak, depremde riskli zeminler tespit edilebilir ve böylece sıfır maliyetle risk haritası çıkarılabilir. Alo Deprem Hattı yöntemi, milyar dolarlık yatırım gerektiren Derin İzleme Sistemi ile örtüşmektedir. İnsan davranışlarıyla odaklı bu bilgilendirme, çok kesin ve doğru bilgi sağlayabilir. Ayrıca, maliyeti çok düşük olduğundan, göreli olarak sıfır maliyetli bir yöntem olduğu söylenebilir; yeter ki vatandaşlarımız telefonlarının başına geçsinler.
Deprem Konusunda Halkın Bilinçlendirilmesi
Deprem konusunda halkın bilinçlendirilmesi, sosyal medyada oluşturulacak gruplar aracılığıyla sağlanabilir. Özellikle bilim adamları tarafından kurulup yönetilecek bu sosyal gruplar, halkın doğru bilgilendirilmesini sağlayacaktır.
İnsanların deprem konusunda bilinçlenmeleri için, meydana gelen depremlerin sinema filmlerine konu olması gerekir. Örneğin; 1999 yılı depremi, bir sinema filminde konu olarak işlenebilir. Böyle bir proje gerçekleştirildiğinde, hem Avrupa hem de dünya sinemalarına katkı sağlanmış olur. Yakın zamanda ABD’de bu tür projeler gerçekleştirilmiş ve konusu deprem olan birkaç film yayınlanmıştır.
Diğer yandan; halkın bilinçlenmesi için, deprem olmadan da medyada belli aralıklarda deprem konusunun gündeme getirilmesi gerekir. Örneğin, "Deprem Slogan Yarışması" gibi etkinlikler düzenlenebilir veya TV programlarında deprem konusu işlenebilir. Ancak, medya gündemlerinde halkı korkutacak şekilde demeçler verilmemeli, Türkiye’nin deprem gerçeği hatırlatılmalıdır. Bu sayede, ülke yöneticilerinin gerekli önlemleri almaları için halkın itici güç olması sağlanabilir.
Bir önceki depreme oranla, halkın bilinçlenmesi artmıştır; özellikle de sosyal medya üzerinden geri dönüşüm %50 oranında artış göstermiştir. Buradan da anlaşılacağı gibi, insanlar depremden sonra araştırma yapmaktadırlar. 24 Mayıs Ege Depremi olduktan sonra vatandaşların tepkisi ne olmuştur? Depremden sonra vatandaşlar internet ve telefon aracılığıyla “depremi hissettim” demişlerdir. 2 gün geçtikten sonra yavaş yavaş hissedenler, “hissettim raporu” vermemeye başlamışlar; bir nevi hayat yani deprem sonrasındaki insan psikolojisi ve davranışları normale dönmüştür.
Deprem bilincinin artmasında, geçmiş yıllardaki depremleri hatırlatacak şekilde düzenlenecek anma etkinliklerinin ve deprem faylarında yürüyüş gezilerinin önemi büyüktür. Bu faaliyetler sayesinde; hem ölenler anılacak hem de alınmamış tedbirler veya önlemler hatırlatılacaktır. Türkiye’nin deprem gerçeği vurgulanmalı ve unutulmamalıdır. Çünkü Türkiye’nin her yerinde deprem olabilir. Örneğin; 1938 Kırşehir depreminin (M6.8) üzerinden 75 yıl, 1963 Adalar depreminin (M6.4) üzerinden 50 yıl geçmiştir. Dolayısıyla sadece İstanbul’da değil, Türkiye’nin her yerinde deprem olabilir. Türkiye depremlerini, Amerikalı ve Japon bilim adamları da incelemekte, özellikle Kuzey Anadolu Fay Hattı üzerinde gerçekleşen depremlerle ilgili çalışmalar yapmaktadırlar. Bu bilim adamları, geçmişe dönük Türkiye Deprem Tarihini inceleyerek ders çıkartmaya çalışmaktadırlar. Ancak, bizler ders çıkartma konusunda maalesef geri kalmış durumdayız.
Son olarak, halkın afet riskinin azaltılması konusunda bilgilendirilmesi ve eğitilmesi gerekir. Ciddi yaralanma, can kaybı ya da mal kaybının olmaması için, vatandaşların evlerindeki eşyaları duvarlara sabitlemeleri gerekmektedir.
SONUÇ
- Meydana gelen depremlerden sonra, vatandaşların depremi internet veya telefon üzerinden ihbar etmesi hala resmi bir makam tarafından talep edilmemiştir.
- Ülkemizde vatandaşlarımız, deprem çalışmalarına katılmaları konusunda hala yeterince bilinçlendirilmemiştir.
- “Deprem Evi Projesi” kapsamında vatandaşlara ucuz deprem sensörleri hala dağıtılmamış ve vatandaşlar bir partner olacak şekilde “Deprem Odaklı Kentsel Risk Yönetimi” çalışmalarına dahil edilmemişlerdir.
KAYNAKLAR
KAYNAKLAR
- Kentsel Deprem Risk Yönetimi - SlideShare
- Facebook Video - 714727055260723
- Facebook Video - 714779391922156
- Facebook Video - 714816015251827
- Facebook Video - 714779391922156
- Facebook Video - 666438756761879
- Facebook Video - 665887966816958
- Facebook Video - 665851683487253
- Facebook Video - 666499010089187
- Facebook Video - 666881506717604
No comments:
Post a Comment