Monday, August 8, 2022

Medya'da Depremle İlgili İlk Açıklamalarım

1999 İzmit depreminden sonra, bir gazeteciyle yaptığım medya röportajı üzerinde tekrar çalıştım. Bu röportaj, yaklaşık 24 sene önce gerçekleşmişti ve o dönemde doktorasını yeni bitirmiş bir akademisyen olarak soruları yanıtlamıştım. Şimdi, 24 yıl sonra, deprem sonrası sorulan soruların değişmemesi ve verdiğim açıklamaların hala geçerliliğini koruyup korumadığı konusunda yorumları size bırakıyorum.  1999 depremi öncesi, "Deprem Sismolojisi" alanında çalışan kişi sayısı oldukça azdı ve bu alan pek tercih edilen bir alan değildi. Ancak son yıllarda deprem konusunda medyada gündemde olan kişiler, çalışmalarımızı takip ederek deprem konusunda bilgi edinmeye çalıştılar. Kimileri, 1999 depreminden sonra Japonya'da yaptığım çalışmalarla ilgili bilgileri televizyon kanallarında paylaştı. Önemli olan, kişilerin kendi uzmanlık alanlarında kalmalarıdır, ancak bazen daha fazla görünürlük sağlamak adına farklı konulara da girebilirler, bu da doğallığı tartışılacak bir durumdur.


1999 yılı Aralık ayında yapılan röportajımı paylaşmak istedim. Ramazan ayındaydık ve dergiyle ilgili konuşmak için içeri bir kadın geldi. İsmini duyduğunu ve benimle röportaj yapmak istediğini söyledi. Sigara içmek için izin istediğimi hatırlıyorum. Aslında sigara içmeyen biri olarak, bu durumu kabul etmek zorunda kaldım. O sırada bölümümde birçok insan televizyonlara çıkıyordu ve benimle neden röportaj yapmak istedikleri aklıma geldi. Röportajdaki sorular oldukça iddialıydı ve hazırlıksızdım. Sorular gelip gidiyor ve kaydediliyordu. İzmit depremi sonrası yapılan bu ilk röportajı bitirdik. Bazı sorular beni endişelendirdi, çünkü fakülte binamızın depreme dayanıklılığı tartışılıyordu. Derginin nasıl bir dergi olduğunu bilmiyordum ve röportaj vermenin bilim insanları için kamu görevi olduğunu düşünüyordum. Röportajın yazmak gibi olmadığını ve geri dönüşü olmayan bir süreç olduğunu fark ettim. Neden benimle röportaj yapmak istediklerini düşünmeye başladım.  Röportaj sonrasında metni MsWord formatında e-posta olarak gönderdiler ve düzeltme imkanım olduğu için hoşuma gitti. İlk deprem röportajıma dair anım böyleydi. İyi okumalar.

İzmit depreminin ardından - 2000

1000Ç- Hocam, biz sizi öğrencileriniz aracılığıyla tanıyoruz. Ama okuyucularımız için lütfen kendinizi tanıtır mısınız?

Ben 1966 İstanbul doğumluyum. 1989-1990 yıllarında İstanbul Üniversitesi Jeofizik Mühendisliği Bölümü'nden mezun oldum ve ardından Yüksek Lisans ve Doktora derecelerimi tamamladım. 1993 yılında İngiltere ve 1994 yılında İtalya'da deprem araştırmaları yaptım. Ayrıca 1998-1999 yıllarında Japon Bilim ve Teknoloji Vakfı'nın desteğiyle Batı Anadolu'daki deprem tehdidini belirlemeye yönelik proje kapsamında Japonya'da misafir araştırmacı olarak çalıştım. Çalışmalarımın birçoğu uluslararası dergilerde yayınlanan ve uluslararası toplantılarda sunulan makaleler ve tebliğlerden oluşuyor. Evliyim ve bir çocuk babasıyım. Ayrıca, uzak doğu sporlarından, okumaktan ve gezmekten hoşlanırım.

1000Ç- Çok sağ olun. Bildiğiniz gibi, bendeniz esas olarak deprem konusunda sizden bilgi almak için geldim. Ama, bu üniversite kampüsünde gördüğüm manzara, gerçekten tüylerimi diken diken etti. Sizce sakıncası yoksa, sonunda bu konuya da değinebilirsek, sevinirim. Deprem konusunda sorumu yöneltebilmek için, size öncelikle kendi düşüncelerimi kısaca açıklamak zorundayım. Ben bir sosyal bilimciyim, uzun yıllar gazetecilik, yazarlık ve araştırmacılık yaptım. İnsanın belli bir birikimi oluyor. Ne olursa olsun, bu konuyu sizin kadar bilemeyiz. Ama kendi çapımda bazı araştırmalar yaptım. Araştırmalarım sonucunda genel ortamın, sistemin bazı özelliklerini de katarak benim ulaştığım sonuç, 17 Ağustos depreminin ya bilerek tetiklendiği, ya da en azından olacağının önceden bilindiğidir. Şimdi ben açıkçası bunu doğrulamak için bilenlerden bilgi arıyorum. Ben size bu açıdan geldim. Geneliyle nasıl oldu, ne oldu, bütün görüşlerinize de açığım.

Marmara Bölgesi'ndeki deprem, sürpriz değildi, çünkü Kuzey Anadolu Fay Zonu ve Marmara'daki devamı, depremle ilgilenenlerin uzun süredir ilgisini çekiyordu. Bu fay zonunda depremleri önceden belirleme çalışmaları 1980'lerin başında başlatılmıştı. Özellikle son İzmit depremi öncesi, Türk-Alman işbirliği kapsamında 15 yıl boyunca Mudurnu civarındaki fay zonunda depremlerin önceden belirlenmesi projesi yürütülüyordu. Ayrıca, 1979 yılında Prof. Nafi Toksöz tarafından bu depremin olduğu alan sismik boşluk olarak belirlenmiş ve bir depremin bu bölgede olabileceği söylenmişti.

Deprem öncesi yapılan çalışmalar, Kuzey Anadolu Fay Zonu boyunca kırılmayan bölümlerin sismik boşluk olarak nitelendirildiği bir hipoteze dayanıyordu. Bu bölümlerden biri sonunda kırıldı, bu da depremin doğal bir süreç olduğunu gösteriyor. Biz, Marmara Bölgesi'nde telemetrik deprem istasyonlarından alınan küçük deprem aktivitelerini incelemek için çalışmalara başladık. Bölgedeki yaygın yerel istasyon ağı sayesinde çok küçük depremleri bile takip edebiliyorduk. 1997 yılından itibaren yürüttüğümüz 'Marmara Bölgesi Mikro Depremselliği ve Deprem Tehlikesi' adlı projemizde, istatistiksel yöntemlerle arındırılmış bir veri seti hazırladık ve bu veri seti diğer araştırmacılar tarafından kullanıma sunuldu. Sonuç olarak, Marmara Bölgesi'nde potansiyel deprem alanlarını tespit ettik ve İzmit, bu alanlardan biriydi.

Tabii ki, böyle bir doğrulamayı ummuyorduk, ancak küçük deprem aktiviteleri, büyük depremlerin olabileceği bölgelerin belirlenmesinde önemli ipuçları sağlıyor. Ancak bu tür bilimsel çalışmalar pek ilgi görmüyordu. Depremden sonra stres dağılımında bir değişim olabilir. Son İzmit depremiyle beraber, Marmara Denizi'ndeki diğer fayları etkilemiş olabilecek stres açığa çıkmış olabilir. Ancak bu konuda kesin bir şey söylemek mümkün değil.

1000Ç- Bu Marmara kırığı dediğiniz, hani İstanbul’da deprem olacak mı tartışmasıyla bağlı fay değil mi? Yani Adalar’ın oradan geçen?

Adalar'ın tam güneyinden geçen bir fayın var olduğu ve son depremle yüklendiği söyleniyor. Ülkemizin zaten %95'i deprem riski altında olduğundan, aktif fay hatlarının olduğu her yerde, herhangi bir zamanda deprem beklenebilir. Ancak İstanbul'a yönelik spekülasyonlar genellikle tarihte meydana gelmiş depremlere dayandırılıyor. Bu depremlerin yeri konusundaki hata payı 100 km civarında ve bu nedenle tahminler spekülatif nitelik taşıyabilir. Öte yandan, küçük depremlerdeki hata payı genellikle 5 km civarında olup, bu tür tahminler daha gerçekçi olabilir.

Biz tarihte meydana gelmiş depremlere dikkatli yaklaşıyor ve küçük depremlerle çalışmaya özen gösteriyoruz. Ancak gerçek şu ki, tarihte olan depremler İstanbul'da önemli hasara neden olmuştur. Ancak gelecekte böyle bir hasar verecek depremin zamanlaması veya büyüklüğü hakkında kesin bir bilgiye sahip değiliz. Örneğin, 1509 depreminde Beyazıt Camii ve Fatih Camii'nin kubbelerinin yıkıldığı söyleniyor, ancak günümüzde böyle bir durum söz konusu değil. Böylece, o dönemde yıkılan yapıların yerine daha sağlam ve sağlıklı minareler ve kubbeler yapılmış olabilir. Şu anda kesin olan tek şey, İstanbul'u etkileyen tarihi depremlerin varlığı ve son depremin de bu depremlerden biri olduğudur. Ancak gelecekteki depremlerin niteliği ve etkileri hakkında kesin bir bilgiye sahip olmak mümkün değildir.

1000Ç- Sizin yönteminiz, olan öncü depremleri haberci olarak değerlendirmek mi oluyor?

Ana şok özelliği gösteren küçük depremleri kullanarak Marmara Bölgesi'nde büyük depremleri belirlemeye çalıştık. Küçük depremlerden yola çıkarak, bu bölgede büyük depremlere neden olabilecek ve stres artışı bulunan yerleri tespit ettik. Sonuç olarak, Marmara Denizi'nde muhtemel bir 7.4 büyüklüğünde deprem oluşabilecek potansiyel alanları belirledik.

Fay düzensizliğini tanımlamak için asperite ve bariyer kavramlarını kullanıyoruz. İncelenen fay boyunca stresin yükseldiği yerlere asperite, fay boyunca dayanımın arttığı yerlere ise bariyer denir. Asperite olarak nitelendirilen alanların yeni bir depremi tetikleyebilmesi, biriken stresin yerin direncini aşması veya durdurması bariyerlerin varlığından kaynaklanır. Harekete geçen bir fay sistemi istendiği gibi hareket edemezse, bu bariyerlerle ilişkilidir. Son İzmit depreminin ardından, kırık üzerinde depremlerin yoğunlaştığı bölgeler mevcuttur ve artçı şoklar Yalova önünde bir asperite olarak belirlenmiştir. Asperite noktalarının, depremleri durdurma eğilimi göstererek enerjiyi başka bölgelere yönlendirebileceği sonucu çıkarılabilir. Asperitelere yeni depremlerin olabileceği alanlar olarak bakılabileceği gibi, bariyer olarak davranış sergilediği yerlerde de başka kırıkların oluşmasına neden olabilecek yapılar olarak da düşünülebilir. Ancak söylediklerimiz kesin yargılar değil, bilimsel kabul görmüş düşünceler değildir. Deprem sonrası yapılan çalışmalarla ilişkilendirilerek daha kesin sonuçlar elde edilebilir. Potansiyel deprem alanlarının "asperite" belirlenmesinde uygulanan yöntem, ülkemizde ilk kez Alaska Üniversitesi'nden Prof. Max Wyss ile uygulandı ve bu nedenle iddialı olmak yerine daha temkinli bir tutum sergiliyoruz. Marmara Bölgesi'nde küçük ve büyük asperiteler bulunmaktadır. Bunlardan biri Bursa'ya yakın, diğeri Adalar'ın güneyindedir ve bir diğeri de Tekirdağ-Silivri arasında yer almaktadır.

1000Ç- 17 Ağustos depremi öncesinde bu asperite yöntemiyle belirledik dediğiniz yer İzmit’miş ve çok az farkla doğrulanmış. Değil mi Hocam?

Öncel- Marmara Bölgesi'nde gerçekleştirdiğimiz "Mirodepremselliği ve Sismik Tehlike" adlı üniversite destekli projeyi depremden önce tamamladık, 6 Haziran tarihinde bitirdik. Bu çalışmada büyük depremlerin beklenebileceği asperite alanlarını belirlemeye odaklandık. Bu alanlardan biri, en büyüğü İzmit deprem kırığı ortasına denk gelen bir bölge oldu. Ancak yöntemimiz, sadece İzmit ile sınırlı kalmayıp diğer bölgelerde de geçerli olduğu için, çalışmayı tekrar gözden geçirerek güncelledik. Özellikle ekonomik ve nüfus açısından ülkemizin önemli bir bölgesi olan İstanbul ile ilgili çalışmamızı yaparken sonuçlara emin olmak için özen gösterdik. İstanbul'da kuzey-güney doğrultusunda ölü fayların diriliklerini gösteren mikro depremler üzerinde yaptığımız inceleme, aslında önemli bir bölümünün taş ocaklarında yapılan patlamalardan kaynaklanabileceğini ortaya koydu. Bu nedenle doğal olmayan bu depremleri doğal afet oluşturabilecek büyük depremleri belirlemek için atmak zorunda kaldık.

Çalışmamızın sonucunda, İstanbul'a yakın bölgelerde biriken stresin büyük bir deprem oluşturacak düzeyde olmadığı tespit edildi. Bu açıdan sevindirici bir sonuç olabilir, ancak doğusunda ve batısında stresin biraz arttığı belirlendi. Bu bölgeleri asperite olarak nitelendirdik. Küçük depremlerden elde ettiğimiz veriler, yeri belirlemek için iki türlü yöntem olduğunu gösteriyor: zamanı kestirmek ve yeri kestirmek. Biz, yeri kestirmekle ilgili çalışma yapıyoruz.

Yukarıda gördüğünüz haritada MS. 32'den 1900'e kadar olan depremler gösteriliyor. Ancak tarihsel depremlerin yeri genellikle hasar bilgilerinden tahmin edildiği için, bu verilerin 100 km hata payı olduğunu unutmamız gerekiyor. Yani bu hattı sağa veya sola kaydırabiliriz. Ayrıca 1894 depremleri için verilen hasar bilgileri, depremin Marmara Denizi'nin güneyinde değil, İzmit Körfezi'nin içinde olduğunu gösteriyor. Tarihsel depremlerle ilgili önemli çalışmalardan bazıları Dr. Ambraseys tarafından yapılmıştır. Ancak yine de 1509 depremi için verilen bilgilerin de depremin tam yeri hakkında kesin olmadığını vurgulamaktadır. Nitekim, 1509 depreminin Marmara Denizi'nin kuzey kıyısının tam ortasında olabileceği yönünde bir muhtemel yer belirlemiş olsa da, asperitelerden birine yakın olması nedeniyle kesin bir sonuç elde edilememiştir. Bu tür varsayımların gerçekliğe dayandırılarak halkı tedirgin etmesi doğru değildir.

İsviçre Jeoloji Servisinden Dr. Mayer-Rosa, tarihte olmuş depremler hakkında kesin bilgilere sahip olmadığımız için böyle rasgele senaryo veya modeller üretmenin eleştirisini yapmıştır.

1000Ç- O zamanlar yerleşim o kadar seyrek ki, odak noktası orada olabilir ama hasarı yüzünden tarihe İstanbul depremi olarak geçmiştir çünkü yoğun yerleşim yeri İstanbul’dur.

Öncel- Telekomünikasyon olanakları sayesinde Avcılar depremi gibi adlandırabileceğimiz bir depremle karşılaşmamış olabiliriz. Şu söylenebilir: Birinci harita, stres seviyelerini gösteriyor ve tarihsel depremlerin odaklandığı veya tarihsel olarak bu bölgede meydana geldiği varsayılan alanda herhangi bir stres artışı yok. Aktivite düşük seviyede, hatta neredeyse hiç yok. Bu durumda, bu bölgede deprem olup olmayacağı veya olamayacağı tartışması nasıl yapılabilir? En güçlü ve somut veri elimizdeki küçük deprem verileridir.

Sonrasında, deformasyonlar iki şekilde ortaya çıkar. Biri depremle oluşan sismik deformasyon, diğeri asismik deformasyondur. Depreme bağlı olmayan, yani kriptik davranış olarak bilinen iki faydan biri, son depremin olduğu Kuzey Anadolu Fay Zonu'dur (diğeri Kaliforniya'daki San Andreas fayıdır). Çankırı İsmet Paşa civarında yerin içinde biriken enerjinin yılda 1.5-2 cm hareket etmesiyle açığa çıkmasına dair kesin gözlemler elimizdedir. Bu durum denizin içinde de gerçekleşebilir. Deniz içerisindeki çalışmalar hem zor hem de masraflı olduğu için, denizdeki fayların asismik davranış sergileyip sergilemediğini bilemiyoruz. Eğer bu konu halka sunulacaksa olumlu ve olumsuz tüm seçeneklerin göz önünde bulundurulması gereklidir.

Fayların tespit edilmesinden daha önemlisi, fayların enerji biriktirme ve açığa çıkarma şeklidir. Faylar belirli bir süre sonra deprem üretme yeteneklerini kaybedebilir, yani sürekli deprem üretmezler, bu durum istisnadır.

1000Ç- Diyelim ki, sizin gibi birileri daha bir asperite araştırması yaptılar ve sizinle aynı yerde asperite noktası saptadılar. Bir deprem tetiklemek istiyorlar. Sizce burada bir deprem tetikleyebilirler mi?

Evet, insan eliyle bu senaryoyu yapılıp yapılamayacağına dair bir çalışma duymadım ve literatürde böyle bir çalışmaya rastlamadım. Ancak biriken enerjinin kontrolü altında açığa çıkarılmasıyla ilgili çeşitli tezler ve hipotezler olduğunu medyadan da duyuyorum.

1000Ç- Biliyorsunuz gazetelerde bazı haberler çıktı, bazı bilim adamları enerji yüklü fayları patlatalım önerisi yaptılar. Tabii bu aynı zamanda deprem tetiklenebilir sonucuna varıyor. Dr. Atilla Uluğ, fay hattı kırılabilir diyor (18.11.1999, Milliyet). Aykut Barka bu bir fantazi dese de, enerji biriktirmiş fayların patlatılabileceği ortaya çıkıyor. Nitekim Gölcük’ten gelen bazı bilgilere göre, orada bir gurup Amerikalı’nın, hesaptan daha fazla bir hasarla sonuçlandığını söyledikleri bir girişimi olmuş. Bilimin bir de bütünselliği var, sosyal bilim açısından bakıp da gördüğümüz şeyler var. 53 milyonun kesinlikle istemediği ve çok kararlı bir şekilde karşı çıkacağı bir yasayı meclisten geçirecek güçleri yok, ama geçiriyorlar. Depremin olacağına güvenmeselerdi, sosyal güvenlik yasa tasarısını gündeme bile getiremezlerdi. Sosyal bilimsel açıdan baktığınız zaman bu tür şeyler de kanıt sayılır. Sonra Akşam gazetesinde kıyamet planları diye HAARP adlı Amerikan Enstitüsü’nün bir açıklaması çıktı, Amerika’nın deprem tetikleme teknolojisinin olduğu açıkça yazıldı. Hatta orada bir profesör buna karşı çıkıyormuş. Ondan sonra, Ceviz Kabuğu programında Malatya İnönü Üniversitesi’nden bir öğretim üyesi konuştu ve çok önemli teknik bilgiler verdi. Ayrıca hastanelerde rastladığımız MR’lar, tomografiler, ultrasonlar, hepsi manyetik dalga veya ses dalgası teknolojileri. Bunların hiçbiri gerçekte bizim sağlığımız için geliştirilmiş değil, başka amaçlar için geliştirilmiş, yan ürün olarak da hastanelerde kullanılıyor. Marmara’da şöyle bir avantaj var: Fay denizden geçtiği için, kimse görmeden fayın derinliklerine yönelik birçok iş çevrilebilir. Sonra biliyorsunuz Gölcük’te bir de birikmiş gaz var. Bu patlatılarak da tetikleme olamaz mı? Tabii bunların hiçbiri kendi başına kanıt niteliği taşımıyor ama hepsini uç uca birleştirince, kocaman ve meşru bir soru çıkıyor, deprem tetiklendi mi diye. Siz buna ne diyorsunuz?

1994 yılında İtalya'da Uluslararası Depremlerin Önceden Belirlenmesi isimli projede çalıştım ve meslektaşlarım Rus bilim insanlarıydı. Proje sırasında, Dr. Molchan gibi ünlü bir Rus bilim adamının, Çeçenistan'da meydana gelen depremin fayın Ruslar tarafından tetiklendiğini iddia ettiğini söylemişti. Tabii ki, bunun doğruluğunu bilemiyoruz, çünkü bilim adamının milliyeti önemli değil, ancak o zamandan beri bu tür tartışmalar devam ediyor. Bu konuyla ilgili makaleler olduğunu belirtmişti ve Çeçen bilim adamlarının da bu konuda makaleleri olduğunu dile getirmişti. Ayrıca, Türkiye'deki deprem istasyonlarının, zamanında NATO tarafından Rusya'nın yer altı denemelerini ve nükleer denemeleri izlemek için kurulduğu ve sonrasında deprem istasyonları adı altında Türkiye çevresine yerleştirildiği iddia ediliyor. Ancak bu konuda kesin bir bilgiye sahip değiliz.

1000Ç- Gerçekten, eklenmesi gereken bir veri de bu sistemin çalışma mantığıdır. Örneğin, Amerika’da bilim ikiye ayrılıyor. Bir üniversitelerde bilim adamların ilgilendikleri bilim var, bir de kilit altında, sonuçları da gizli tutulan bilim var. Bunun ekonomik, askeri, stratejik çeşitli yanları var. Ekonomik yanına şöyle bir örnek verebilirim: Bundan 15-20 yıl önce, İngiltere’de BBC World Servis’te bir program dinledim. Amerika’da yeni bir buluş yapıldığını, artık nükleer reaktöre falan hiç gerek kalmadığını, çok güzel bir elektrik üretme teknolojisinin bulunduğunu, ancak bulan adamın patent zorluklarıyla karşılaştığını anlatan bir programdı. Yıllar geçti, bakın yıl 1999, Türkiye’ye nükleer reaktör geliyor. Yani, yukarıda sözü geçen proje belki patentlendirilmedi ama satın alındı, kasaya kilitlendi. Neden? Çünkü adamların daha nükleerden kazanacağı para var. Yani yukarıda sıralananlara, bilimin belirli bilgilerinin kilit altında olduğu varsayımını da eklemek gerekiyor. Bu durumda bazı bilim adamlarının kendi bilmedikleri şeyleri yok, olamaz diye kestirip atmaları bilimsel bir yanlış oluyor. Bu açıdan sizin yaklaşımınızı çok sevdim. Bildiğinizi biliyorum dediniz bilmediğinizi bilmiyorum dediniz, ama olabilir dediniz. Ben de zaten o kadarını diyorum.

Evet, gerçekten ilginç bir durum. Çeçen bilim adamlarının iddiaları ve benim öne sürdüğüm hipotez aynı konu üzerinde çakışıyor gibi görünüyor. Ancak bu iki iddianın arasında kesin bir bağlantı veya doğrulama yoktur. İki farklı bilimsel çalışmanın benzer sonuçlar vermesi tesadüfi olabilir veya farklı veri ve analiz yöntemleriyle açıklanabilir. Bu tür iddiaların ve hipotezlerin bilimsel açıdan değerlendirilmesi ve bağımsız kaynaklarca doğrulanması önemlidir. Çünkü bilimsel araştırmalar, objektif ve güvenilir sonuçlara dayanmalıdır. Dolayısıyla, bu tür iddiaların ve çalışmaların bağımsız bilim insanları tarafından incelenmesi ve destekleyici verilerle desteklenmesi önemlidir.

1000Ç- Hocam bence Çeçenistan da depremle aynı senaryonun parçası. Çok adi bir oyunla karşı karşıyayız. Her şey geliyor 1990’ların başında düğümleniyor. Örneğin, Işıkara 1991’de bize çok iyi para vermeye başladılar, ne istersek yapmaya başladılar gibi sözler ediyor. 1991’den beri bu memlekete deprem gözüyle mi bakılmış nedir. Yunanistan’la bir gecede düşman oluyoruz, bir gecede dost oluyoruz. Yani oyun büyük ve kapsamlı.... Neyse, bir de Düzce depremini nasıl değerlendiriyorsunuz? Bir Alman bilim adamı, İzmit depreminin Düzce’yi tetikleşmesinin beklenenden daha çabuk olduğunu söyledi.

Tetikleme olayı depremler arasında etkileşim olarak tanımlanan bir konudur ve iyi çalışılmış bir alandır. Ancak Türkiye'de hala tam olarak anlaşıldığı söylenemez. Tetikleme, bir deprem üretecek fayların etkileşime girmesi anlamına gelir. Ancak fayların canlı organizmalar gibi etkileşimde bulunması mümkün değildir. Faylar diri ve deprem üretebilir özellikte olmalıdır. Örneğin, diri olan bir fay ölmüş bir fayı tetikleyemez; bu durum, bir ölünün diriltilmesi gibi bir şeydir. Bu nedenle, tetikleme olayı yalnızca diri faylar arasında meydana gelebilir.

Marmara Denizi'ndeki doğu-batı doğrultusunda hareket eden bir fayın, İstanbul'da fosilleşmiş ve ölmüş Kuzey-Güney yönlü fayları tetikleyebilmesi mümkün değildir. Tetikleme, ancak diri faylar arasında olabilir. Bu etkileşim tek yönlü değildir; bir deprem diğer bir depremi önceleyebilir veya geciktirebilir.

Dr. Süleyman Nalbant'ın depremlerin depremleri tetiklemesi üzerine yaptığı doktora çalışması önemli bir örnektir. Bu çalışmada, bir önceki depremin bir sonraki depremi tetikleyebildiği veya süresini öne çektiği veya ileri ittiği gösterilmiştir. Özellikle Marmara Bölgesi'ndeki depremleri incelemesi, bu çalışmayı önemli kılmaktadır. Çalışmasının sonuçlarına göre Marmara'da olan depremler arasında bir ilişkinin olduğu kesindir. Biri diğerini hazırlıyor; örneğin, Son İzmit depremi, Düzce fayında biriken stresi artırmış ve bir sonraki depremin zamanını yakınlaştırmıştır.

1000Ç- Hocam bir de güneş tutulmasına ve rezervuarların etkilerine ilişkin bir şeyler sormak istiyorum. Güneş tutulması Türkiye’den çok iyi görüldü. Güneş ile ay aynı hizaya geldiği için, güneş tutulması çekim gücünü arttıran bir şey. Yani yerin altındaki magmayı harekete geçirebilir. Bu deprem tetikleyemez mi? Bir de rezervuar işi var. Amerika’da birtakım suni göllerin yanında deprem olmaya başlamış, baraj ve rezervuarların tetikleme işi gördüğünü keşfetmişler. Bu Ansiklopedi Britannica’da var, ben size göndereceğim. İkisini birleştirirsek, Türkiye’de güneş tutulmasının en iyi görüldüğü odaklar, aynı zamanda suni göletlerle ve barajlarla çevrili. Bu olguların Kuzey Anadolu fay hattını tetikleyici etkisi olabilir mi? Bir de biliyorsunuzdur, Tekirdağ’dan bir vatandaş 18 Ağustos’ta deprem olacak diye yazmıştı. Yani şimdi ben ikinci bir senaryo kuruyorum. 18 Ağustos’ta, manyetik çekimle de bağlı olarak bir deprem olacaktı, ama birileri geldiler onu bir gün önceye aldılar, yani zamanını kendileri belirlediler. Böyle bir şey geçerli midir?

Güneş tutulmaları ilk defa olmuyor, devamlı olarak gerçekleşiyorlar ve depremle ilgili araştırmalar ülkemizde belki ayrıntılı ve planlı yapılmıyor olabilir, ancak Japonya ve Amerika gibi ülkelerde çok detaylı bir şekilde yapılmaktadır. Bu tür araştırmalar, güneş tutulmalarıyla depremler arasında bir ilişki olup olmadığına dair gözlemler içeriyor. Ancak, ben böyle bir ilişkiye dair duymadım. Bu tür araştırmaların yapılması gerekip gerekmediği sorusuna gelince, kesinlikle gereklidir ve üzerinde çalışılmalıdır.

1000Ç- Hocam bir de kara parçalarının birbirini itmesi sorunu var. Bunun normal boyutunun ötesinde, GAP’taki suni göletlerin ve barajların da buna etkisi olamaz mı? Günün birinde, Anadolu’nun Kuzey Anadolu fay hattının altında kalan parçası ada haline gelemez mi? Buradaki barajlar yeryüzünün kabuğunu etkiliyor. Kafamdaki soru şu: GAP yöresinden kaynaklanan bir sıkıştırma, ta İzmit dolaylarında tetikleme yaparak, buradaki enerjiyi açığa çıkartır mı?

Evet, dediğiniz gibi depremsellik ve su seviyesi arasında ilişkiyi gösteren yayınlanmış önemli çalışmalar mevcut. Dr. Simpson tarafından Tacikistan Nurek ve Hindistan'daki Koyna barajlarında su seviyesindeki artış veya azalışın deprem etkinliğini arttırdığını gösteren önemli çalışmalar bulunmaktadır. Bu tür araştırmalar, su seviyesinin depremler üzerindeki etkisini incelemek açısından oldukça değerlidir.

Ayrıca, depremlerin global levha hareketlerine bağlı olduğu konusunda da haklısınız. Türkiye, farklı levhaların kesiştiği bir bölgede yer alıyor. Örneğin, Arabistan levhası kuzeye doğru hareket ederek sıkışmaya neden oluyor ve bu sıkışma sonucunda Anadolu levhası kırılmalarla hareket ediyor. Aynı şekilde Afrika levhası da Ege levhasının altına dalıyor ve bu da büyük ve farklı bir aktiviteye neden oluyor. Marmara bölgesi bu iki farklı hareketin kesişim noktası olduğu için de depremlerin burada meydana gelmesi doğaldır.

Depremlerin nerede olacağı konusunda da oldukça iyi bilgilerimiz var. Yer kabuğu birçok levhadan oluşmuş ve sürekli hareket halindedir. Bu levhaların birbirlerine sınır oluşturduğu yerler deprem kuşağı olarak adlandırılır. Bu nedenle depremlerin oluştuğu yerler düzenli bir şekilde belirlenmiştir ve genellikle bu düzende bir sapma görülmez.

1000Ç- Sizinle söyleşi çok öğretici oldu. Çok teşekkür ederiz. Zaten çok zamanınızı aldık, ama biraz da şu üniversitenin haline değinsek. Ben çok şaşırdım bu üniversitenin haline. Depremi unutsak bile bu üniversitenin, incecik sütunlu bazı binaları çürük izlenimi uyandırıyor. Göle doğru zemin kayması varmış, bitişik iki binanın arası açıldıkça sıvayla dolduruluyormuş. Bunlar böyleyken, bir de deprem olasılığını düşününce insan şaşırıp kalıyor. Arkadaşım çatlakları gösterdi. Bazı yerleri düzeltiyorlar. Düzelttikleri yerleri önce boşatmamışlar, basında duyulunca boşaltmışlar. Sonra, önceden boşalttıkları yerleri, öğrenciler kantin isteyince açmışlar. Niye boşalttılar, niye açıyorlar? Kullanılan binanın bodrum katına demir ayaklar koymuşlar. Bu ayakların konması bir itiraf. Bu üniversitede, bana öyle geliyor ki insan canına kasıt var. Bir de üstelik bunu açıklayan öğrencileri okuldan atmışlar, öğretim üyelerini işten uzaklaştırmışlar. Zaten böyle bir üniversite binasında inanın güzel şeyler üretilemez. Her köşesi lekeli, yani duvar su emmiş. Aydınlatma berbat...

Avcılar bölgesiyle ilgili olarak, fakülte binası ve inşaat konusunda deneyimli hocalarımız var. Fakat rektörlük ve fakülte dekanlığımızın en rasyonel ve doğru kararı aldığını söyleyebilirim. Ancak Avcılar bölgesine ilişkin söylenecek çok şey var. Bu bölgede yapılaşma oldukça hızlı ve kontrolsüz bir şekilde gerçekleşti ve bu durum pek uygun değildi. Yapılan binaların önemli bir kısmı yönetmeliklere uygun şekilde inşa edilmemiş. Örneğin, dört kata kadar imar verilmesine rağmen birçok bina dokuz katlı olarak yapılmıştır. Bu nedenle ciddi bir ihmal söz konusu.

Avcılar bölgesinin fazla hasar görmesinin nedenlerinden biri de zemindir. Buradaki zemin oldukça değişkendir. Belki Japonya'nın zemini Avcılar'ın zeminiyle benzerdir, ancak Japonlar binaları özel temel teknikleriyle inşa ediyorlar. Avcılar'da ise zemin özellikleri dikkate alınmadan hızlı bir şekilde yapılaşmaya izin verilmiştir. Bu durum da maalesef felaketin faturasını buradaki halka ödettiriyor.

1000Ç –Hocam çok teşekkürler. Her şey gönlünüzce olsun. Başarılar...

Şekil 1: Marmara bölgesinde depremden önce belirlenen potansiyel deprem alanları
(Öncel ve Wyss, 2000).







No comments:

Post a Comment