Thursday, October 19, 2023

Deprem Riskini Azaltma Rehberi - 01

Dünya'nın tükenmeyen hikayesinde gezinirken gözümüzden kaçmaması gereken bir önemli gelişme var - son yıllarda artan depremler. Yüzyıllardır Dünya, sallanmış, titreşmiş ve hareket etmiş, ancak son yıllarda bu deprem aktivitesinde belirgin bir artışın yaşandığını fark ettik. Peki, bu artışın arkasında ne yatıyor? Büyük depremler sonrasında görülen artçı sarsıntılar mı sadece bu artışın nedeni, yoksa hikaye bundan daha fazlasını mı anlatıyor? Doğa kendi evrimsel süreçlerini mi yaşıyor, yoksa insan müdahaleleri bu endişe verici artışa katkıda bulunuyor mu? Gezegenimizin bu belirsiz tepkisini sorgulayan biriyseniz, doğru yerdesiniz. Bizimle birlikte deprem olaylarının detaylarına dalarken, deprem sayılarındaki artışın arkasındaki gizemi çözmeye çalışacağız.

PROJE 365 SORULARI


Muhtemel İstanbul Depremi: 

Etkilenebilecek Diğer İlleri, Hazırlık Durumu ve Önlemler

Merhaba hocam, hepimizin malumudur ki, büyük İstanbul depremi konusu hepimizin zihninde. İstanbul dışında, bu olası depremden etkilenebilecek diğer iller hangileridir? Şu anki hazırlık durumumuza göre, bu depremde tahmini ne kadar can ve mal kaybı yaşanabilir? Devlet bu duruma karşı şu an hangi önlemleri alıyor ve gelecekte neler planlıyor? Sizce, bu depremde en az zararla geçebilmemiz için acil olarak hangi adımların atılması gerekir?


Kahramanmaraş'taki deprem, sadece Kahramanmaraş'ı değil, 11 farklı ili de etkiledi. Bu illerde toplamda yaklaşık 15 milyon insan bu depremden zarar gördü. Aslında bu olay, potansiyel bir depremin etkisini sadece o bölgeyle sınırlı kalmayabileceğini bize gösteriyor. Örneğin, Marmara Denizi'nde olası bir deprem, sadece oradaki değil, komşu illeri de ciddi şekilde etkileyebilir.

İstanbul, ciddi bir deprem için
yetersiz bir şekilde hazırlanmış durumda.

Peki, bu tür doğal felaketler öncesi ne yapmamız gerekir? Kahramanmaraş depremi öncesi bu bölge ve civarındaki illerde nelerin yapılması gerektiğine dair planlar vardı. Ancak yeterince önlem alınmadığı için bu kadar büyük bir zararla karşılaştık. İstanbul'da beklenen büyük deprem için de aynı önlemleri şimdiden düşünmeli ve harekete geçmeliyiz.

Sonuç olarak, Kahramanmaraş depreminde yaklaşık 50.000 vatandaşımızı kaybettik ve 100 milyar dolarlık ekonomik zarar oluştu. Eğer İstanbul'da beklenen depremde etkilenecek insan sayısı daha fazla olacaksa, alacağımız zarar da çok daha büyük olacaktır. Bu nedenle önlemlerimizi şimdiden almalıyız.


Deprem Anında Ameliyathanelerde Güvenlik Önlemleri

Devlet hastaneleri veya özel hastanelerde ameliyatlar gerçekleştirilirken, eğer bir deprem olursa ameliyathanelerde bulunan doktorlar, hemşireler ve ameliyat edilen hastalar için ne tür önlemler alınabilir? Bu tür acil durumlarla nasıl başa çıkılabilir?

Lima'daki 1940 M 8.0 Depremini
Temsil Eden Deprem Senaryosu
Hastaneler, devlet ya da özel olmak üzere iki ana kategoride incelenebilir. Bu hastanelerde, ameliyathaneler de dahil olmak üzere birçok bölümde doktor ve hemşireler görev yapar. Peki, bir deprem anında bu hastaneler ve çalışanları için ne gibi önlemler alınmalıdır?

Öncelikle, devlet ve özel hastanelerin yapı standartları farklı olabilir. Özellikle bazı binaların daha sonradan hastane olarak kullanılmaya başlandığını düşündüğümüzde, bu binaların yapı güvenliği konusunda aynı standartlara sahip olmadığını kabul etmeliyiz.

Devlet hastanelerini de şehir hastaneleri gibi büyük kapasiteli olanlar ve daha küçük olanlar diye ikiye ayırabiliriz. 2012 yılında Sağlık Bakanlığı, büyük kapasiteli hastanelere deprem güvenliği için izolatör sistemi getirme kararı aldı. Bu, hastanelerin deprem sırasında daha güvenli olmalarını sağladı. Kahramanmaraş depremi sonrası Amerika'dan bir ekip, şehir hastanelerimizin depreme dayanıklılığını inceledi ve bu hastanelerin sağlam olduğunu teyit etti.

Ancak, her hastanede bu tür depreme dayanıklı yapı sistemleri olmayabilir. Eğer bir hastane bu sistemlere sahip değilse, aslında o bina normal bir apartman gibi risk taşır. Deprem anında, eğer hastanede bulunuyorsak, özellikle elektrik kesintisi gibi durumlarda güvenli bir alana geçip, uzmanların talimatlarına göre hareket etmeliyiz.


Depremde Hastane Servislerinin 

Korunması ve Tahliye Önlemleri


Devlet veya özel hastanelerde deprem sırasında servis veya yoğun bakım ünitelerinde yatan hastalar ile refakatçileri nasıl koruyabilir ve bina tahliyesi nasıl sağlanabilir? Bu durumda hangi önlemler alınmalıdır?

Hastanelerde deprem riskinin azaltılması

Devlet ve özel hastanelerde deprem anlarında servis ve yoğun bakım ünitelerinde yatan hastaların ve refakatçilerin güvende olmaları ve binadan emniyetli bir şekilde çıkmaları büyük bir önem taşır. Bu durumda neler yapılmalı ve hangi tedbirler alınmalıdır? İşte acil durum ve afet yönetimi kapsamında değerlendirdiğimiz bu sorulara yanıt arayalım.

Hastaneler arasında, özellikle depreme karşı dayanıklılık açısından farklılıklar olabilir. Yani, bazı hastaneler daha güvenli olabilirken, diğerleri risk altında olabilir. Bu nedenle, öncelikle mevcut hastane yapıları güçlendirilmeli veya yenilenmelidir.

Özellikle büyük kapasiteli hastaneler, deprem sırasında daha güvenli olmalarını sağlamak amacıyla izolatör sistemlerine sahip olmalıdır. Ancak bu tür güvenlik önlemleri her hastanede mevcut olmayabilir. Bu nedenle, kamu binalarının, özellikle hastanelerin depreme karşı dayanıklı hale getirilmesi gerekmektedir.

Türkiye genelinde sismik risk azaltma programları, özellikle İstanbul'da uygulanmaktadır. Ancak bu tür çalışmaların diğer illere yayılması da gerekmektedir. Bu nedenle, kamu binalarının, özellikle hastanelerin depreme karşı dayanıklılığını artırmak için acil önlemler alınmalıdır.

Ayrıca, deprem anında hastaların ve refakatçilerin nasıl korunacaklarına dair eğitim verilmelidir. Bu eğitimlerin sadece teorik değil, pratik olarak da tatbikatlarla desteklenmesi gerekmektedir. Özellikle hastanelerde, ayda bir deprem tatbikatlarının yapılması önemlidir.

Sağlık Bakanlığı tarafından geliştirilen HAP (Hastane Afet Hazırlama Programı) çerçevesinde, hastanelerde afet durumlarına hazırlık programları oluşturulmuştur. Bu programlar, deprem sırasında ve sonrasında yapılması gerekenleri ayrıntılı bir şekilde açıklamaktadır. Her hastane, bu programlara göre kendi hazırlıklarını yapmalıdır.

Sonuç olarak, deprem anlarında hastanelerde hastaların ve refakatçilerin güvende olmaları için güçlü bir hazırlık ve eğitim programı gereklidir. Bu, hem yeni hem de eski hastaneler için geçerlidir, çünkü her hastane farklı risklere sahip olabilir.


 Deprem Sayısındaki Artış: Nedenler ve Etkileri


Deprem sayısının yıllara göre değişimi.

Merhaba, deprem sayısının yıllara göre değişiminin incelenmesi önemlidir. Özellikle 2005 yılına kadar gözlenen belirgin artış eğilimiyle ilgili olarak, bu artışın sadece büyük depremler sonrası artçı depremlerle mi sınırlı olduğu yoksa başka nedenleri de olabilir mi? Eğer başka nedenler varsa, bunlar nelerdir?

Deprem Aktivitesindeki Artışın Sebepleri:

Depremler, doğal süreçlerin bir sonucudur ve bazen belirgin artışlar gösterebilir. Ancak bu artışın nedenleri nelerdir?

1) Artçı Şoklar: Büyük depremler sonrası meydana gelen artçı şoklar, genel deprem aktivitesini geçici olarak artırabilir. Örneğin, 6/2/2023 tarihinde yaşanan büyük deprem sonrasında birçok artçı şok kaydedilmiştir.

Küresel deprem sıklık-magnitüd grafiği,
farklı büyüklükteki depremlerin sayısı
arasındaki üstel ilişkiyi gösterir.
Mavi noktalar gözlenen yıllık deprem
sayılarını temsil ederken, kırmızı nokta en iyi
uyumlu regresyonu gösterir.

2) Deprem Kayıtları: Deprem kayıt istasyonlarının sayısının artması, daha önce kaydedilmeyen daha küçük depremlerin de tespit edilmesine olanak tanır. Dolayısıyla deprem aktivitesinde görülen bu artış, aslında daha detaylı kayıtların alınmaya başlanmasının bir sonucu olabilir.


3) İnsan Etkisi: Bazı depremler, insan aktiviteleri sonucunda tetiklenebilir. Örneğin, petrol veya jeotermal enerji çıkarımı sırasında yer kabuğuna uygulanan basınç değişiklikleri, depremlere sebep olabilir.

Peki, bu bilgiler sağlık profesyonelleri için neden önemli?

Hastaneler ve sağlık tesisleri, depremler sırasında kritik öneme sahip yapılar arasında yer alır. Hemşireler, bu tesislerdeki hastaların ve diğer sağlık çalışanlarının güvenliği için kritik bir role sahip olup, olası bir deprem durumunda hızla tepki vermek zorundadır. Bu nedenle hemşirelik öğrencileri, deprem aktivitesinin potansiyel sebepleri ve deprem sırasında alınması gereken tedbirler hakkında bilgi sahibi olmalıdır.

Depremden Korunma Eğitimi

Merhaba, toplu alanlarda, özellikle okullarda deprem bilinci olmayan birçok insan bulunmaktadır. Bu nedenle, deprem bilincini artırmak için neler yapılabilir? Öğrencilere yönelik yapılan tatbikatlar yeterli mi? Özellikle ilkokul öğrencileri, afet durumlarında hem bilinçsiz hem de savunmasız olabilirler. Bu nedenle, ciddi kayıpların yaşanmaması için hangi tür eğitimler verilmelidir?

Okullarda Yapılan Deprem Tatbikatlarının Yeterliliği ve Deprem Bilinci Eğitimi:

Deprem Tatbikatlarının Yeterliliği:

Okullarda gerçekleştirilen deprem tatbikatları, depreme hazırlık açısından önemlidir, ancak tek başına yeterli değildir. Tatbikatlar, öğrencilere deprem anında nasıl davranmaları gerektiği konusunda temel bilgiler sunar. Ancak tatbikatlar, deprem bilincini ve bilgi düzeyini artırmak için diğer önlemlerle birleştirilmelidir.

Eğitim İçeriği:

Deprem bilinci eğitimi, sadece tatbikatlarla sınırlı olmamalıdır. İlkokul düzeyinde, öğrencilere aşağıdaki konular hakkında eğitim verilmelidir:

1) Depremlerin Tanımı ve Nedenleri: Öğrencilere, depremlerin ne olduğu, nasıl meydana geldiği ve deprem tetikleyicileri hakkında temel bilgiler verilmelidir.

2) Deprem Tehlikesi: Öğrencilere yaşadıkları bölgedeki deprem tehlikesi hakkında bilgi verilmelidir. Bölgesel riskler ve tehlikeler öğrencilere açıklanmalıdır.

3) Deprem Anında Nasıl Davranılmalı: Öğrencilere deprem anında neler yapmaları gerektiği öğretilmelidir. Masaların altına saklanma, sakin kalma, çıkış kapılarına yönelme gibi temel koruma önlemleri öğrencilere öğretilmelidir.

4) Aile Deprem Planları: Öğrencilere, aileleriyle birlikte bir deprem planı oluşturmaları gerektiği ve bu plana nasıl uyacakları konusunda bilgi verilmelidir.

Eğitim Seviyeleri ve Programlar:

Deprem bilinci eğitimi, müfredatın bir parçası haline getirilmelidir. İlkokul, ortaokul ve lise düzeylerinde deprem bilinci programları oluşturulmalıdır. Bu programlar, öğrencilerin yaşlarına ve eğitim seviyelerine uygun olarak düzenlenmelidir.

Afet Yönetimi Dersleri: Üniversite düzeyinde, sağlık fakülteleri ve sağlık bilimleri programlarında afet yönetimi dersleri sunulmalıdır. Bu dersler, sağlık çalışanlarına deprem ve diğer afet durumlarında nasıl etkili bir şekilde yardımcı olacakları konusunda bilgi sağlar.

Tatbikatlar ve Uygulamalar: Tatbikatlar, teorik bilgilerin pratiğe dökülmesi için önemlidir. Okullarda düzenli olarak deprem tatbikatları yapılmalıdır. Üniversite düzeyinde ise sahada uygulamalı afet senaryoları üzerinde çalışmalar yapılmalıdır.

Deprem bilinci eğitimi, toplumun depreme hazırlıklı olmasını sağlayacak önemli bir adımdır. Bu eğitim, okullarda başlayarak tüm yaş gruplarına yayılmalı ve afet durumlarında kayıpları en aza indirmek için katkı sağlamalıdır. Ayrıca, deprem bilinci derslerinin ve tatbikatlarının düzenli olarak tekrarlanması, bu bilincin sürekli taze tutulmasını sağlayacaktır.


Türkiye'nin Deprem Gerçekliği


Merhaba, Elazığ ve Maraş depremlerinin etkilerini yaşamış biri olarak, 1999 depremi sonrasında şehir merkezlerinin kurulduğu bölgelere daha fazla dikkat edilseydi ve bina yapılandırılması daha sağlam olsaydı, depremlerin yıkıcı etkisinin bu kadar büyük olmayacağını düşünüyorum. Sizce şehir merkezleri ve binalar nereye kurulmalı?

Deprem Gerçekliği:

Türkiye gibi deprem kuşağında bulunan bir ülkede, yapılarımızın depreme dayanıklı olması hayati bir öneme sahiptir. Elazığ depremi sonrasında bu gerçek bir kez daha anlaşılmıştır. Ancak, bu depremin ardından yapılan konutların bazılarının tekrar yıkılması, bina yapım ve denetim süreçlerindeki eksiklikleri gözler önüne sermiştir.

Depremde Yıkılan ve Dayanan Binalar:

Özellikle TOKİ tarafından yapılan konutlar, Elazığ depremi sonrasında dayanıklılıklarını kanıtlamışlardır. Ancak aynı şey, diğer yapılar için söylenemez. Buradan çıkarılacak ders, bina yapımında kullanılan malzeme, yöntem ve denetimin ne kadar önemli olduğudur.

TOKİ'nin Başarısı:

TOKİ'nin bu alandaki başarısının arkasında sıkı denetim, kaliteli malzeme ve uzman kadrosu bulunmaktadır. Özellikle deprem yönetmeliklerine sadık kalarak yapılan konutlar, deprem anında can kaybını önlemekte büyük rol oynamaktadır. Bu nedenle TOKİ'nin modeli, diğer konut yapımcıları için de bir örnek teşkil etmelidir.

Sağlığa Etkisi:

Hemşirelik bölümünde öğrencilere verilmesi gereken bir bilgi şudur: Depremler sonrasında yaralı ve hasta sayısındaki artış, sadece doğal felaketin etkisi ile değil, aynı zamanda yetersiz yapı standartları nedeniyle de meydana gelir. Bu nedenle sağlık çalışanları, deprem sonrası karşılaşabilecekleri travma, yaralanma ve sağlık sorunlarına hazırlıklı olmalıdır.

Öneriler:

1) Ülkemizde konut üretim ve denetim süreci gözden geçirilmelidir.

2) TOKİ'nin başarılı modeli, diğer konut üreticileri için örnek teşkil etmelidir.

3) Sağlık çalışanları, depremler sonrası olası sağlık sorunlarına karşı eğitilmelidir.

Sonuç olarak, depremler ve sonrasında meydana gelen sağlık sorunları, sadece doğal afetlerin değil, aynı zamanda insan kaynaklı faktörlerin de bir sonucudur. Bu nedenle, sağlık çalışanları başta olmak üzere tüm toplum, depreme karşı bilinçlendirilmeli ve hazırlıklı olmalıdır.

Dayanıklılığı Güçlendirmek

Merhaba, Türkiye'nin deprem kuşağında yer alması nedeniyle sismik aktivitelere maruz kaldığını biliyoruz. Bu riskleri en aza indirebilmek adına hangi önlemler alınabilir? Eğer bu önlemler alınsaydı, 17 Ağustos ve 6 Şubat depremlerinde yaşadığımız can ve mal kayıpları daha az mı olurdu?

Deprem ve Sağlık: Binaların Güvenliği ve Önemli Öncelikler

Deprem Gerçekliği:

Depremler, doğal afetlerdir ve Türkiye gibi deprem kuşağında bulunan bir ülkede, binaların depreme dayanıklılığı yaşamsal bir önem taşır. Özellikle 6/2/2023 tarihli deprem, yapılarımızın ne kadar güvende olup olmadığını sorgulamamız için bir neden olmuştur.

Zemin ve Binaların Durumu:

Depremdeki yıkımların büyük bir nedeni, zeminin yarattığı deprem kuvveti olmuştur. Bu nedenle, zemin durumu, yapıların sağlamlığı için kritik bir faktördür.

Neler Yapılabilirdi:

Yıkılan binaların zemin direnç sınıflaması (A, B, C, D) dikkate alınarak, en düşük dirence sahip bölgelerdeki binaların öncelikli olarak değerlendirilmesi ve yenilenmesi gerekirdi. Tıpkı hastanelerde acil serviste hastaların durumuna göre öncelik sırasına alınmasında olduğu gibi, en riskli binalara öncelik verilmesi gerekmekteydi.

Önerilen Strateji:

Önceliklendirme modeli, deprem riski yüksek bölgelerde, yüksek risk taşıyan binaların belirlenmesi ve bu binaların yeniden inşa edilmesi veya güçlendirilmesi için kullanılmalıdır. Yeniden yapılandırmada kullanılan kaynakların dağıtılmasında bu önceliklendirmeye sadık kalınmalıdır.

Sağlık Perspektifi:

Sağlık çalışanları, deprem sonrası karşılaştıkları travma, yaralanma ve diğer sağlık sorunlarına hazırlıklı olmalıdır. Özellikle bina çökmeleri, enkaz altında kalan yaralıların tedavisi, travma sonrası stres bozukluğu gibi durumlar için eğitim almalıdırlar.

Sonuç:

Depremler, beklenmedik doğal afetlerdir ve hazırlıksız yakalanmamak için sürekli bir hazırlık ve bilinçlenme süreci gereklidir. Bina güvenliği, bu hazırlık sürecinin en kritik bileşenlerinden biridir. Hemşirelik öğrencileri, depremler sonrası karşılaşabilecekleri sağlık sorunlarına karşı bilinçlenmelidir. Bu, hem kendi güvenlikleri hem de hastalarının sağlığı için önemlidir.


Depreme Karşı Güvende Olun

Deprem öncesi ve sonrası bina durumlarına baktığımızda dirençli binaların önemi büyük dedik. Peki, bunun için yapılması gereken yapı güçlendirme ve kentsel dönüşüm gibi bütünsel önlemler nelerdir? Biz birey olarak bütünsel önlemlere ne gibi katkı sağlayabiliriz?

Binanızın kontrolünü yaptırmak istediğinizde, özellikle Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından akredite edilmiş bir firma ile çalışmalısınız. Bu firma, binanızı depreme karşı kontrol ederken iki ana sonuç verebilir. Birincisi, binanızın depreme dayanıklı olduğu ve yıkılmayacağı yönünde bir rapor sunabilir. İkincisi ise binanızın depremde yıkılma riski taşıdığına dair bir rapor sunabilir.

Eğer bu raporun ikinci seçeneği yani 'depremde yıkılır' sonucunu veriyorsa, binanın yönetimi bu durumu ilgili mercilere bildirmelidir. Bu raporu alan firma, çevre ve şehircilik bakanlığına bir kopyasını iletmelidir. Ayrıca binanın bağlı olduğu ilçenin belediyesine de bir kopyasını gönderir. Belediye, bu raporu aldıktan sonra binanın elektrik ve su bağlantılarını keserek binanın tahliyesini sağlar. Ardından binanın yıkımı gerçekleştirilir.

Bu süreçte, binanın oturanları, binanın depreme dayanıklılığına yönelik sorunlar hakkında bilgilendirilir. Binanın güçlendirilmesi ya da dönüşümü için gerekli izinler alınmalıdır. Binanın projeleri incelenir ve onaylanır. Böylece binanın depreme karşı daha dayanıklı hale getirilmesi sağlanır.

Bu süreç, binanızın depreme karşı dirençli hale gelmesini amaçlar. Her ne kadar her bina hasar alabilirse de, depremde yıkılma riski azalır ve bu, binanın ve oturanlarının güvende olmasını sağlar. İki yol mevcuttur: Birincisi, herhangi bir kat maliki, bu süreci başlatabilir. İkincisi, bina yönetimi, ortak bir karar alarak bu süreci başlatabilir.

Hangi yolu seçerseniz seçin, binanızın güvenliğini artırmak için adımlar atabilirsiniz. Unutmayın ki bu süreç, binanızı depreme karşı daha güvenli hale getirmenize yardımcı olacaktır.


Ev veya İş Yeriniz Depreme Hazır mı? 

Merhaba hocam. Beklenen İstanbul depremi ve Dünya'nın herhangi bir yerinde olabilecek depremler için vatandaşların perişan olmaması adına, vatandaşlar taşınmaz mülkleri için ne gibi önlemler alabilirler?

İş yerleri veya kişilerin yaşadığı konutlar, depreme karşı hasar alma riski taşıyabilir. Bu riski belirlemek ve azaltmak için bazı adımlar atılabilir. Özellikle, 50 yaş ve üstü insanların belirli bir yaş aralığında periyodik sağlık kontrolünden geçmeleri önerilmektedir. Benzer bir yaklaşım, binaların depreme karşı dayanıklılığını artırmak için de kullanılabilir.

Deprem anında, binaların yapısal sorunları veya zeminle ilgili problemler, binanın hasar görmesine neden olabilir. Bu nedenle, bu tür sorunların önceden tespit edilip giderilmesi önemlidir. Özellikle Amerika'da, deprem sigorta şirketleri, bina sahiplerini yapı güçlendirme çalışmalarına teşvik etmektedirler. Binanızı güçlendirdiğinizde, deprem sigorta primlerini düşürme olanağı sunarlar.

Türkiye'de, deprem sigorta primleri genellikle düşük olmasına rağmen, zorunlu deprem sigortası bir önem taşır. Ancak, bu sigorta, binanın güçlendirilip güçlendirilmediği konusunda bir sorgulama yapmaz. Yapmanız gereken sadece bina bilgilerinizi ve ödemenizi yapmaktır. Ancak, deprem anında daha fazla korunma istiyorsanız, binanızın güçlendirilmesi önerilir.

Sonuç olarak, binalarımızın depreme karşı güçlü olması önemlidir. İnsanlar gibi binalar da düzenli olarak kontrol edilmeli ve gerektiğinde güçlendirilmelidir. Bu, deprem anında daha güvende olmanızı sağlayabilir.


Depremlerin Ekonomiye Etkisi

Merhaba hocam. 1999 yılında gerçekleşen depremin ardından büyük İstanbul depreminin gerçekleşme ihtimali herkesçe biliniyor. Ancak, o yıldan itibaren farklı bir düzene geçilseydi, yaşanacak olan can ve mal kaybının ne kadar önüne geçebilirdik? Bu konuda neler yapılabilirdi?

Depremin etkisi, özellikle ekonomik açıdan büyük bir tehdit oluşturabilir. Öngörüler, Kahramanmaraş depremi sonucu doğan ekonomik zararın 100 milyar dolara ulaşabileceğini gösteriyor. Bu, aslında 1999 depreminden ders çıkarılmadığını gösteriyor.

Özellikle 2020'deki Kahramanmaraş depremi öncesinde, 1999 Marmara depreminden bu yana inşa edilen binaların büyük bir risk taşıdığını gösteriyor. Bu binaların depreme dayanıklılığı incelenmeli ve gerekirse güçlendirilmelidir.

Deprem öncesi ve sonrası incelemelerle, hangi binaların risk altında olduğu tespit edilebilir. Bu tespitlere dayanarak kentsel dönüşüm projeleri oluşturulabilir. Ancak, 2020'den önce kentsel dönüşüm hızla uygulansa, depremin ekonomik ve insan kayıpları daha düşük olabilirdi.

Türkiye genelinde, daha güvenli binaların inşa edilmesini teşvik eden özel veya kamu kurumlarına ihtiyaç vardır. TOKİ (Toplu Konut İdaresi) gibi kurumlar, depreme karşı dayanıklı binalar inşa etmek için model oluşturabilirler. Bu modeller, deprem sonrası yaşamı daha güvenli hale getirebilir.

Yeni binaların da deprem sırasında yıkıldığını görüyoruz, bu da inşaat sektöründeki düzensizlikleri ve standart eksikliklerini işaret ediyor. Müteahhitlik mesleğinin Türkiye'de aşırı yaygın olması, bu sorunlara katkıda bulunabilir. Müteahhitlerin eğitim ve denetimine daha fazla özen gösterilmelidir.

Sonuç olarak, depreme karşı dayanıklı binaların inşası için toplu konut yönetimleri gibi kurumlar model oluşturmalıdır. Daha güvenli binalar, deprem sonrası kaygıları azaltabilir ve insanların hayatını koruyabilir.


Depremler, İklim ve Sağlık

Merhaba hocam. Evet, çevresel etkenler depremi etkileyen faktörler arasında yer alıyor. İklim de deprem riskini artırabilir mi? Özellikle Karadeniz bölgesi gibi yağışlı bölgelerde hastaneler gibi önemli altyapı tesisleri nereye yapılmalıdır?

Depremler, İklim ve Sağlık: Hemşirelik Perspektifiyle Analiz

Depremler ve İklim Koşulları:

Depremler doğal olaylardır, ancak onların etkileri üzerindeki iklim koşullarının da büyük bir etkisi vardır. Özellikle Doğu Anadolu'da, kışın soğukta veya yazın sıcakta meydana gelen depremlerin ardından, bu koşulların kriz müdahalesi üzerindeki etkilerini görebiliyoruz.

Deprem Zamanlaması:

Bir depremin meydana geldiği zaman, insanların nasıl tepki vereceği üzerinde büyük bir etkiye sahiptir. Kışın, soğukta meydana gelen bir depremde, insanlar genellikle evlerindedir. Bu, onların deprem sırasında daha savunmasız kalabileceği anlamına gelir. Yazın, dışarıda olan insanlar için riskler farklıdır.

Hastanelerin Önemi:

Hastaneler, deprem sonrası en kritik yapılar arasında yer alır. Bu nedenle, onların depreme dayanıklı olmaları esastır. Sismik izolasyon teknolojisi, hastanelerin deprem sırasında zarar görmemesini sağlar. Ancak bu teknoloji, sadece belirli zemin tipleri için uygundur.

Öneriler:

1) Doğu Anadolu gibi deprem riski yüksek bölgelerde, sismik izolasyon teknolojisi kullanılarak yeni hastaneler inşa edilmelidir.

2) Hemşirelik eğitiminde, deprem ve iklim koşullarının sağlık hizmetleri üzerindeki etkisi konusunda bilgilendirme yapılmalıdır.

3) Deprem sonrası acil müdahalede, mevsimsel koşullar dikkate alınarak stratejiler geliştirilmelidir.

4) Hemşirelik öğrencileri, deprem sırasında ve sonrasında hangi koşullarla karşılaşabileceklerini ve bu koşullara nasıl tepki vereceklerini öğrenmelidir.

Sonuç:

Hemşirelik öğrencileri, depremlerin ve iklim koşullarının insan sağlığı üzerindeki etkileri hakkında bilgi sahibi olmalıdır. Bu, onların deprem sırasında ve sonrasında etkili ve bilinçli müdahalelerde bulunmalarını sağlar. Depremler, beklenmedik olaylardır, ancak doğru bilgi ve hazırlıkla, bu tür olayların etkileri en aza indirilebilir.


Depremler ve Hastanelerin Dayanıklılığı

Hocam merhaba. Depreme dayanıksız olan hastanelerle ilgili büyük maliyetler gerekiyor. Yıkım ve yeniden yapım aşamaları oldukça masraflı. Bu hastaneleri yıkmadan, depreme karşı hangi önlemleri alabiliriz?

Depremler ve Hastanelerin Dayanıklılığı: Hemşirelik Açısından Bir Değerlendirme

Depremlerin Yıkıcı Etkisi:

Depremler, özellikle altyapımız ve binalarımız için büyük tehdit oluşturuyor. Hastaneler de bu yapılar arasında ve toplum için kritik öneme sahip.

Deprem Sonrası Hastanelerin Önemi:

Depremler sonrası hastaneler hayati bir rol oynar. İnsanların acil tedaviye ihtiyaç duyduğu bu dönemde, hastanelerin ayakta kalması ve hizmet vermeye devam etmesi şarttır.

Mevcut Sorunlar ve Çözüm Önerileri:

Bazı hastaneler, depreme dayanıklı olmadan inşa edildi. İstanbul'da, sismik risk azaltma projesi kapsamında bazı hastaneler ve okullar güçlendiriliyor. Ancak bu proje henüz İstanbul dışına taşmadı. Örneğin, geçmişte Asaf Ataseven Hastanesi, sismik izolasyon teknolojisi ile güçlendirilerek depreme dayanıklı hale getirildi. Bu, eski binaların da modern teknolojilerle güçlendirilebileceğini gösteriyor.

Hastaneler, binaların genelinden daha dayanıklı olmalıdır. Bu, yönetmeliklerle de desteklenmektedir. Ancak bazı hastanelerin bu standartlara uymadığı bilinmektedir.

Sonuç:

Deprem sonrası hastane hizmetleri kritik bir öneme sahip. Hemşireler, doktorlar ve diğer sağlık çalışanları bu kriz anlarında ön safta yer alıyor. Bu nedenle, hastanelerin depreme dayanıklı olması sadece yapı maliyeti değil, aynı zamanda bu sağlık ordusunun can güvenliği için de şarttır. Özellikle riskli bölgelerde, hastanelerin depreme karşı daha dayanıklı hale getirilmesi, eğitim ve farkındalığın artırılması gerekmektedir.


Depremler ve Sağlık Altyapısının Önemi

Merhaba Hocam. Beklenen büyük İstanbul depremi öncesinde, depremin binalar ve yaşam üzerinde oluşturabileceği zararı en aza indirmek için neler yapılabilir?

Depremler ve Sağlık Altyapısının Önemi: Hemşirelik Perspektifiyle Bir İnceleme

Depremler ve Konut Dayanıklılığı:

Depremler, altyapımız için ciddi tehditler oluşturmaktadır. İstanbul'da kentsel dönüşüm kapsamında depreme dayanıklı olarak yenilenen konut sayısına bakıldığında, istenilen seviyede bir artışın olmadığı görülmektedir.

Sağlık Kurumlarının Önemi:

Depremler sonrasında hastaneler, acil hizmetlerin sağlandığı, hayati öneme sahip yapılar haline gelir. Bu nedenle, bu binaların dayanıklı olması büyük önem taşır.

Kentsel Dönüşüm ve Ekonomik Zorluklar:

Kentsel dönüşüm, ciddi maliyetleri beraberinde getirir. İnsanlar ekonomik nedenlerle bu dönüşümü gerçekleştiremezse, deprem riski altındaki binalarda yaşamaya devam ederler. Özellikle sağlık kurumları gibi kritik yapıların bu risk altında olmaması gerekiyor.

Öneriler:

1) İstanbul gibi büyük şehirlerde risk altındaki binalarda yaşayan insanlar için ekonomik destek sağlanmalıdır.

2) Eğitim kurumları ve sanayi bölgeleri gibi yoğunluklu alanlar, deprem riski daha az olan bölgelere taşınabilir.

3) Sağlık kurumlarının depreme dayanıklılığı özellikle önemlidir. Bu nedenle bu yapıların güçlendirilmesi veya yeniden inşa edilmesi için öncelik verilmelidir.

Sonuç:

Deprem sonrası sağlık hizmetlerine duyulan ihtiyaç, hemşirelerin ve diğer sağlık profesyonellerinin ön saflarda çalıştığı bir süreçtir. Bu nedenle, hemşirelik eğitimi alan öğrencilere deprem hazırlığı ve müdahalesi konularında eğitim verilmesi önemlidir. Aynı zamanda, depreme dayanıklı hastane ve sağlık kurumlarının inşası, toplumun bu tip doğal afetlere karşı daha dirençli hale gelmesini sağlayacaktır.


Depremler ve Sağlık Kurumlarının Dayanıklılığı

Merhaba Hocam. Okulumuzda sismik izolasyon sistemi bulunmakta mıdır? Beklenen İstanbul depremi sırasında kampüsümüzün bu durumdan etkilenme olasılığı nedir ve eğitim sürecimiz bu durumdan nasıl etkilenebilir?

Deprem ve Altyapı Durumu:

Depremler, altyapıya büyük tehditler oluşturabilir. İstanbul'da bu konuda yapılan kentsel dönüşüm çalışmaları yeterli seviyede olmayabilir. Özellikle Çanakkale için oluşturulan risk azaltma programı raporlarını incelemek bu konuda daha fazla bilgi edinmemizi sağlar.

Sağlık Kurumları ve Dayanıklılık:

Depremler sonrası hayati önem taşıyan hastanelerin dayanıklı yapıda olması gerekiyor. Yeni yapılan hastaneler, depreme karşı dayanıklılık konusunda daha donanımlı olabilirler. Özellikle Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Hastanesi'nin yeni bir yapı olması, bu bağlamda önemlidir.

Yapıların Dayanıklılığı:

Bir binanın ne zaman yapıldığı ve hangi yönetmeliklere göre yapıldığı, o binanın depreme ne kadar dayanıklı olduğunu belirleyen faktörlerdendir. Sağlık fakülteleri ve hastanelerin yapım tarihleri bu nedenle önemlidir. Yapıların dayanıklılığını öğrenmek için yapı denetim belgeleri incelenebilir.

Sonuç:

Deprem riski, sağlık kurumları için kritik bir konudur. Hemşirelik eğitimi alan öğrenciler, çalıştıkları kurumların depreme ne kadar dayanıklı olduğunu bilmeli ve bu konuda bilinçli olmalıdırlar. Çanakkale gibi riskli bölgelerde bu bilgi daha da kritiktir. Bu nedenle, öğrencilerin bu konuda daha fazla bilgi edinmeleri ve eğitimlerini bu bilinçle sürdürmeleri önemlidir.


Derin ve Yüzey Kırıkları: Sismik İz Araştırmaları

Hocam merhaba. Deprem büyüklüğü ile yüzeyde gözlemlenen kırık uzunluğu arasındaki ilişkiyi incelerken, bu iki faktör arasındaki karmaşıklığı fark ettik. Bu karmaşıklığın nedeni, yüzey kırıklarının derin kırıkları tam olarak yansıtmaması olabilir mi? Derin kırıklarla ilgili daha detaylı araştırma ve incelemeler yapma olanağımız nedir ve bu konuda hangi yöntemleri kullanabiliriz?

Depremler ve kırık izleri konusu oldukça önemlidir. Depremler, özellikle Türkiye gibi sismik olarak aktif bölgelerde ciddi bir tehdit oluşturur. Depremlerin büyüklüğünü ve derinliğini belirlemek, gelecekteki deprem risklerini anlamak açısından oldukça önemlidir.

Modern sismoloji istasyonları, depremleri kaydetme ve analiz etme konusunda büyük bir gelişme sağlamıştır. Ancak bazen depremler yüzeyde kırık izleri bırakmadan meydana gelebilirler. Bu nedenle, derinlerde meydana gelen kırıkların izlerini araştırmak da büyük bir öneme sahiptir.

Özellikle tarihsel dönemde meydana gelmiş ancak yüzeyde iz bırakmayan depremler, derin kırık zonlarını anlamak açısından kritiktir. Bu tür kırıkların araştırılması için kuyu içi sismoloji kullanılabilir. Bu yöntemle daha küçük depremler kaydedilip analiz edilerek derin kırık zonlarının yapısı hakkında daha fazla bilgi elde edilebilir.

Sonuç olarak, depremlerin kırık izleri hem yüzeyde hem de derinlerde araştırılmalıdır. Modern sismoloji teknikleri bu konuda büyük bir yardımcıdır, ancak bazen ek yöntemlere ihtiyaç duyulabilir. Bu çalışmalar, gelecekteki deprem risklerini daha iyi anlamamıza yardımcı olabilir.

Deprem Riskini Azaltma Çabaları ve Mühendislik Standartları


Hocam selamlar, kapitalizmin kâr ve büyüme odaklı yapısını, depremler sonucu yaşanan hasar ve kayıplarla ilişkilendirdiğimde bazı endişelerim oluştu. Kapitalist ekonomik model içerisinde, deprem risklerini azaltma amacıyla inşaat ve planlamada nasıl daha etkili ve sürdürülebilir bir yaklaşım benimseyebiliriz? Aynı zamanda, bu ekonomik modelin sürdürülebilirliğiyle birlikte toplumsal ve çevresel sorumluluklarını da nasıl dengeleyebiliriz? Hükümet politikaları ve düzenlemeleri, deprem riski yüksek bölgelerde nasıl daha etkili bir rol oynayabilir? Toplumu bu konuda daha bilinçli hale getirmek için ne tür eğitim programları önerirsiniz?

Ülkemizde deprem riski oldukça yüksektir ve bu riski azaltmak için bazı önlemler alınmalıdır. Özellikle inşaat sektöründe yetki verme konusunda daha dikkatli olmalıyız. Türkiye'deki müteahhit sayısı diğer Avrupa Birliği ülkelerine göre çok daha yüksektir. Bu, yapı sektörünün büyüklüğünü gösteriyor, ancak aynı zamanda depremlere karşı daha fazla risk anlamına geliyor.

Depremlere karşı daha güvenli binalar inşa etmek için çeşitli önlemler almalıyız. Öncelikle, mimar ve mühendislik hizmetlerini profesyonelce sunan kişilerin belirli deneyim kriterlerini karşılaması gerektiğini düşünüyorum. Örneğin, 6 Şubat 2023 depremi sonrasında yapı mühendisleri için deneyim sürelerine ilişkin yeni düzenlemeler getirildi. Ancak yer mühendisleri için benzer bir düzenleme henüz yapılmadı. Bu, her iki alanda da benzer deneyim koşullarının getirilmesi gerektiğini gösteriyor.

Ayrıca, diğer kapitalist ülkelerde olduğu gibi, mimar ve mühendislik eğitim standartlarını yükseltmeli ve profesyonel geçiş koşullarını gözden geçirmeliyiz. Bu, yapı sektöründe daha fazla kalite sağlamamıza yardımcı olabilir.

Son olarak, diğer ülkelerin depreme karşı aldığı savunma önlemlerine yaklaşmalı ve kendi ülkemizi daha güvende tutmak için gerekli adımları atmalıyız. Deprem riskini azaltmak için daha fazla eğitim, bilinçlendirme ve düzenlemeler gerekebilir.


Depremlerin Doğal Kökeni ve Korunma Yöntemleri


Sayın Hocam, depremlerin oluşumunda levha hareketleri ve denizlerin genişlemesi gibi doğal süreçlerin etkisi olduğunu biliyoruz. Bu süreçlerin önüne geçebilmek mümkün müdür? Özellikle Türkiye'nin doğusunda yer alan dağlık alanlarla batısındaki ova yapısının sebepleri nelerdir? Bu tür doğal oluşumları engellemek ya da azaltmak adına hangi adımları atabiliriz?


Depremleri, dünya üzerindeki sürekli değişim ve güncellenmeye benzetebiliriz, tıpkı bizim nefes alıp vermemiz gibi. Bu doğal değişimler, levha hareketlerinin bir sonucu olarak meydana gelir. Örneğin, Arabistan levhası ile Avrasya levhasının hareketleri nedeniyle sıkışma oluşur. Bu sıkışmalar sonucunda, Türkiye'nin doğusundaki gibi yüksek dağ yapıları ortaya çıkar.

Depremler oluştuğunda, modern sismoloji sayesinde bu hareketleri kaydedebilir ve analiz edebiliriz. Farklı bölgelerdeki kabuk kalınlıklarını ve deprem sıklığını incelediğimizde, bazı bölgelerde daha yoğun ve derin, bazı bölgelerde ise daha seyrek ve sığ depremler gözlemleyebiliriz.

Peki, bu bilgileri nasıl kullanabiliriz? Depremlerin bir fiziksel gerçeklik olduğunu kabullenmeli ve bu doğrultuda önlemlerimizi almalıyız. Özellikle deprem riskinin yüksek olduğu bölgelerde daha dayanıklı binalar inşa etmeli, seyrek deprem olan bölgelerde ise daha hafif yapılarla yaşamayı tercih etmeliyiz.

Sonuç olarak, depremlerle birlikte yaşamanın ve depremlere karşı başa çıkmanın en iyi yolu, onları doğru bir şekilde anlamak ve bu bilgiyi doğru bir şekilde kullanmaktır. Bu doğrultuda hem bireysel olarak hem de toplum olarak deprem bilincini artırmalı ve depreme karşı alabileceğimiz önlemler konusunda daha bilinçli hareket etmeliyiz.


Deprem Eğitimi ve Denetimi İyileştirme Önerileri

Ülkemiz, deprem riski yüksek bölgelerde yer almasına rağmen, birçok birey bu tehlikenin bilincinde değil ya da yeterli hazırlık yapmıyor. Toplumun deprem konusunda daha bilinçli hale gelmesi ve bu riski ciddiye alması adına hangi bilgilendirme yöntemleri ve eğitim programları etkili olabilir?


Evet, bu konular gerçekten önemli. Depremlerin etkisi altında olan bir ülke olarak, eğitim ve denetim süreçlerinde iyileştirmeler yapmamız gerekiyor. İmar ruhsatları, inşaat süreçleri ve yapı denetimlerinde görev alan profesyonellerin daha etkili bir şekilde eğitilmesi gerektiğini düşünüyorum.

İlk olarak, mühendislik ve mimarlık eğitimlerinin gözden geçirilmesi önemlidir. Bu mesleklerdeki öğrencilere daha fazla uygulama ve deneyim kazandıracak eğitim programları tasarlanmalıdır. Ayrıca, belediyelerde ve bakanlıklarda denetim mühendisi olarak çalışan kamu mühendislerinin bilgi, deneyim ve denetim yetenekleri düzenli olarak gözden geçirilmeli ve geliştirilmelidir.

Depremde yıkılan binaların incelenmesi ve bu binaların yapım sürecinde emeği geçen kişilerin yetkinliklerinin değerlendirilmesi gereklidir. Kaçak yapılaşma sorununu çözmek için daha etkili denetim mekanizmaları oluşturulmalıdır. Yeni inşaatlarda, güncel deprem yönetmeliklerine uygun bir şekilde inşa edilmesi ve denetlenmesi şarttır.

Okullarda yer bilimleri, deprem bilimi ve sismoloji gibi derslere daha fazla yer verilmelidir. Bu sayede genç nesil, depremin bilimsel yönlerini anlayacak ve deprem konusunda daha bilinçli olacaktır. Ayrıca, toplumsal hareketleri inceleyen bir ders olarak sosyoloji gibi sismolojiye benzer derslerin eklenmesi de faydalı olabilir.

Sonuç olarak, eğitim ve denetim süreçlerindeki bu iyileştirmelerle depreme karşı daha hazırlıklı ve bilinçli bir toplum yetiştirebiliriz.


Depremlere Hazırlık: İnsan Canının ve Ekonomik Değerlerin Korunması

İstanbul'da tahmini olarak 200.000 yapının depremde yıkılma riski bulunmaktadır. Deprem mühendisliği, bu riskin yönetilmesinde kritik bir rol oynamaktadır. İstanbul'da olası bir depremde yaşanabilecek can ve mal kaybını en aza indirmek için hangi önlemleri almalıyız?

Bildiğiniz üzere, Türkiye deprem riski yüksek bir ülke. Ancak bu riski göz önünde bulundurarak önceden önlemler alınsaydı, yaşanabilecek potansiyel zararları büyük ölçüde azaltabilirdik. Mesela, bu tür depremlerden önce yüksek risk taşıyan binalarda oturan insanların daha güvenli konutlara taşınması, hem can kaybını hem de ekonomik zararı azaltabilir.


Örneğin, son depremlerden sonra 100 milyar dolarlık bir ekonomik zararla karşılaştık. Ancak bu depremlerden önce 10 milyar dolar harcayarak insanları daha güvenli konutlara taşımış olsaydık, bu zararın büyük bir kısmını önleyebilirdik. Şu anki verilere göre, 50.000 insanımızı kaybettik. Ancak bu insanları daha güvenli konutlara taşıyarak bu kayıpları önlememiz mümkün olabilirdi.

Sonuç olarak, önemli olan yıkılacak binaları bilmekten ziyade, bu binalarda yaşayan insanları deprem olmadan önce daha güvenli yerlere taşımaktır. Özellikle İstanbul'da beklenen büyük deprem öncesi bu tür güvenli konut projelerini hızlandırmamız ve risk taşıyan binalardaki insanları bu konutlara taşımamız gerekiyor. Boşaltılan binaların nasıl değerlendirileceği konusunda da ayrı bir planlama yapılmalıdır. Bu durumu hemşirelik mesleği bağlamında düşündüğümüzde, önleyici ve koruyucu yaklaşımların ne kadar önemli olduğunu daha iyi anlayabiliriz. Önlem almak, sonrasında oluşacak zararları onarmaktan her zaman daha kolay ve ekonomiktir.

Yapı Denetim Süreçlerindeki Eksiklikler ve İyileştirme Önerileri



Özellikle belediyelerde gördüğümüz denetim süreçleri çok önemlidir. Bu denetimler, inşaat mühendisleri veya bakanlık yetkilileri gibi onay veren yetkililer tarafından gerçekleştirilir. Ancak, bu süreçlerde bazen eksiklikler ve yönetim problemleri yaşanabilir.

Bu eksiklikler nedeniyle, denetim görevlileri ve inşaat sektöründeki diğer profesyoneller gözden geçirilmelidir. Elbette, her yapı yıkılmaz, ancak imzasız inşaat ruhsatları gibi belirli durumlarda yapılan denetimlerin eksik olduğunu görüyoruz. Bu nedenle, bu tür eksiklikleri olan kişilerin sorumlulukları açığa alınmalıdır.

Ayrıca, bu sorunları çözmek için geri dönüş yolları olmalıdır. Özellikle deprem yönetmelikleri, ne kadar eski veya yeni olursa olsun, uygulansa bile binaların hasar görmesini önleyemez. Bu nedenle, bu yönetmeliklerin hazırlanmasına katkıda bulunan akademisyenler, yönetmeliklere uygunluğun sağlanmasında eksikliklerin ve ihmallerin olduğunu belirtmektedir.

Bu nedenle, bilgi eksikliği veya ihmali olan denetçilerin ve diğer ilgili kişilerin görevden alınması gerekmektedir. Ayrıca, inşaatla ilgili zararlar ve hasarlar, inşaatı denetleyen profesyonellere veya devlet yetkililerine yüklenmelidir. Herkes yaptığı işin arkasında durmalı ve taahhütname imzalamalıdır. Yer mühendislerinin işlerini ne kadar iyi yaptığını ve yönetmeliklere uygun yapıları ne kadar iyi denetlediğini sorgulamak önemlidir.

Sonuç olarak, binaların inşaat süreçlerinin ve denetimlerinin daha iyi yapılması gerekiyor. Bu süreçlerin geriye doğru işletilmesi ve bina sigortalarının uygulanması, gelecekte olası felaketlerin etkilerini azaltabilir. Bu öneriler, inşaat sektörünün daha güvenli ve sürdürülebilir hale gelmesine yardımcı olabilir.


Depremler ve Sağlık Sektörü İçin Altyapı Güçlendirmesi


Merhaba Hocam, ülkemizde yaşadığımız deprem olaylarından sonra karşılaştığımız altyapı ve sağlık hizmeti sorunları, depremin kendisi kadar zorlayıcı olabiliyor. Özellikle ulaşım, içme suyu temini, kanalizasyon ve elektrik kesintisi gibi sorunlar, sağlık hizmetlerinin aksamaması için kritik önem taşıyor. Hemşirelik pratiği açısından bu tür durumlarda ne gibi hazırlıklar yapmamız ve çözüm önerileri geliştirmemiz gerekiyor?

Afetler, doğal ya da insan kaynaklı olsun, birçok temel yaşam ihtiyacını kesintiye uğratabilir. Özellikle depremler sonrası, içme suyu, elektrik, kanalizasyon ve internet gibi temel altyapı ihtiyaçları zarar görebilir. Bu kesintiler, sağlık çalışanları için ekstra zorluklara neden olabilir, zira depremden etkilenen insanlar bu temel ihtiyaçlarına erişemediğinde sağlık problemleri artabilir.

Özellikle su ve elektrik kesintileri, hastanelerde ve sağlık kuruluşlarında ciddi sorunlara yol açabilir. Aynı zamanda, kesintiler sebebiyle insanlar temel hijyen ihtiyaçlarını karşılayamazsa, bulaşıcı hastalıkların yayılma riski de artar.

Bu nedenle, hemşirelik pratiğinde, böylesi kriz anlarında nasıl hareket edeceğinizi ve insanlara nasıl yardımcı olabileceğinizi bilmek çok önemlidir. Etkin bir şekilde iletişim kurmak, kaynakları etkili bir şekilde kullanmak ve insana dair temel ihtiyaçları anlamak, hemşirelik mesleğinin ayrılmaz bir parçasıdır. Afet anında bu becerilerinizin önemi daha da artar.

Dünyadaki başarılı ülkelerin afet sonrası altyapı sistemleri nasıl daha dayanıklı hale getirildiğini incelemek de önemlidir. Bizim ülkemizde de bu başarılı uygulamaların hayata geçirilmesi için çalışmalar yapılmalıdır. Hemşire olarak, bu konuda bilgi sahibi olmanız ve olası afet durumlarında topluma nasıl yardımcı olabileceğinizi bilmek, mesleğinizdeki etkinliğinizi artırabilir.

Sağlık Sektöründe Afetlere Karşı Altyapı Güçlendirmesi


Sayın Hocam,

Hemşirelik mesleği, depremler gibi doğal afetlerde öncü sağlık hizmetlerinin sunulduğu alanlarda kritik bir rol oynar. Bu bağlamda, hastanelerin yapısal dayanıklılığı, hem hastalar hem de sağlık çalışanları için büyük bir önem taşımaktadır. Özellikle depreme dayanıklı yapı inşası ve mevcut binaların güçlendirilmesi konularında ne gibi stratejilerin uygulanabileceği konusunda bilgi verir misiniz? Bu konudaki yöntemler nelerdir ve nasıl uygulanmalıdır?

Depremler ve benzeri doğal afetler, bir ülkenin altyapısında büyük tahribatlara yol açabilir. Bizim için asıl tehlike, depremden sonra yaşadığımız zorluklardır. Ulaşım engelleri, içme suyu eksikliği, kanalizasyon sorunları ve elektrik kesintileri gibi altyapısal sorunlar, sağlık sektörü için ekstra zorluklara sebep olabilir.

İstanbul Valiliği bünyesinde yer alan İstanbul Proje Koordinasyon Birimi, kamu hastanelerinin deprem güçlendirmeleri konusunda öncü çalışmalar yapmıştır ve bu çalışmalar uluslararası ödüllerle tanınmıştır. Ancak, sadece kamu hastanelerinin değil, özel hastanelerin ve aile hekimliği pratiği yürütülen yapıların da depreme karşı dirençli olması gerektiğine inanıyorum.

Özellikle hemşirelik mesleğini icra ederken, çalışma ortamınızın fiziksel güvenliği son derece önemlidir. Hemşireler, sağlık sektörünün kritik bir bileşenidir ve bu nedenle, hem kamu hem de özel sağlık kuruluşlarında çalışırken altyapı güvenliği konusunda bilinçlenmelisiniz.

Sağlık çalışanlarının korunması, afet durumunda toplumun daha hızlı toparlanmasına yardımcı olacaktır. Bu nedenle, hemşirelik eğitiminiz boyunca, çalışma ortamlarınızın altyapısal güvenliği ve afet durumunda nasıl bir reaksiyon göstereceğinize dair bilgiler edinmenizi öneririm.

Deprem Risk Haritaları ve Önleyici Tedbirler

Deprem risk haritalarında kırmızı bölgeler, yüksek deprem riskini göstermektedir. Ancak bazı ülkeler bu yüksek riskine rağmen, altyapıları ve hazırlık seviyeleri sayesinde depremlere karşı daha dayanıklıdır. Diğer yandan, bazı ülkeler bu direnç seviyesine sahip değillerdir. Acaba bu farklılığın arkasında hangi faktörler bulunmaktadır? Aynı deprem riskine sahip olan farklı ülkeler, depremlere karşı nasıl daha hazırlıklı ve dirençli olabilirler? Bu konudaki görüşlerinizi merak ediyorum.


Depremler, coğrafi bölgelere göre değişiklik gösteren doğal afetlerdir. Deprem tehlike haritaları, hangi bölgelerin daha yüksek deprem riskine sahip olduğunu belirtir. Özellikle Avrupa'da, deprem riski her bölgede aynı değildir. Bu farklılık, coğrafik konumlar ve yerel faktörlere dayanmaktadır.

Depremin beklenen etkileri, nüfus yoğunluğu, binaların dayanıklılığı ve zemin koşulları gibi faktörlere bağlı olarak değişebilir. Yani aynı büyüklükteki bir deprem, farklı bölgelerde farklı etkilere neden olabilir.

Bu nedenle, deprem risk haritaları, yerel yönetimler ve inşaat sektörü için kılavuz niteliğindedir. Bu haritalar, hangi alanlarda daha fazla deprem riski olduğunu belirleyerek, yapıların daha güvenli hale getirilmesi veya yeni konut alanlarının seçilmesi gibi önlemlerin alınmasına yardımcı olur.

Özetle, deprem risk haritaları, depreme karşı alınacak tedbirlerin planlanmasında önemli bir rol oynar. Deprem sonrası yapılan çalışmalar, deprem olmadan önce yapılması gereken önlemlerin önemini vurgular. Bu nedenle, depreme karşı korunmak için önceden hazırlıklı olmak büyük bir öneme sahiptir.

HAFTANIN DERSİ
VİDEO VE NOTLAR


Başlamadan önce, burada bulunan değerli meslektaşlarıma ve katılımcılara hoş geldiniz demek isterim. Ülkemiz tarihinde nadiren karşılaşılan büyük bir depremle karşı karşıya kaldı. Bu, yaklaşık olarak bin yılda bir meydana gelme olasılığına sahip bir depremdi. Ancak bu büyüklükteki bir depremi beklemiyorduk. Beklentimiz, bu magnitüdün altında, daha ölçekli bir depremdi. Ancak beklenenden farklı olarak, aynı gün içinde iki büyük deprem yaşandı.

Değerli katılımcılar, risk mühendisliği ve deprem bilimi bağlamında nadiren karşılaştığımız bir durumu ele alacağımız bu dersimize hoş geldiniz. Son yaşadığımız olaylarda bir deprem gece, diğeri ise gündüz meydana geldi. Bu iki olay arasındaki zaman farkı, deprem riski açısından önemli etkilere yol açmaktadır. Çünkü insanlar gece depremlerinde genellikle daha savunmasız bir konumdadır; bu, maalesef can kayıplarının artmasına neden olabilmektedir.

Kahramanmaraş'ta Büyük Depremler ve Güvenlik. 6 Şubat 2023 tarihinde Kahramanmaraş'ın Pazarcık ilçesinde saat 04.17'de meydana gelen 7,7 büyüklüğündeki büyük deprem, aynı gün saat 13.24'te 7,6 büyüklüğünde bir başka depremi beraberinde getirdi. İkinci büyük deprem, yapısal güvenlik endişeleri nedeniyle insanları binalara girmekte tereddüt ettirdi. Ancak bu tereddüt, aslında onları bir sonraki depremin etkilerinden korudu.

17 Ağustos 2023 tarihinde meydana gelen daha eski bir deprem ise gece saatlerinde, tam olarak 03.02'de gerçekleşti. Bu tür gece depremlerinde uygulanması önerilen güvenlik protokolleri, uykuda olan bireyler için her zaman etkili olamamaktadır.

Deprem öncesi ve sonrası bina durumlarına baktığımızda, dirençli yapıların önemini gözler önüne seriyor. Sıkça duyduğumuz "dirençli şehirler", "dirençli yapılar" ve "dirençsiz zeminler" kavramları, bu dersin ana temasını oluşturmaktadır. Direnç kelimesinin İngilizcesi "resilience" olup, bu kavram üzerine birçok akademik toplantı düzenlenmektedir.

Bu dersin ilham kaynağı FEMA'dır. FEMA, Amerikan Federal Acil Durum Yönetimi Ajansı'nın kısaltmasıdır ve ülkemizdeki AFAD'ın benzeri bir kurumdur. FEMA, Amerika'da sağlık çalışanlarına yönelik deprem riskinin azaltılması eğitimi vermektedir. Biz de bu bilgiyi alarak, sağlık alanındaki profesyonellere benzer bir eğitim vermeye karar verdik.

Sonuç olarak, bu dersin temel amacı, FEMA'nın direnç eğitimi modelini alarak sağlık sektörü çalışanlarına deprem risklerini azaltma yöntemlerini aktarmaktır. Sınavlarınızda bu konu başlıklarını görmeyi bekleyebilirsiniz.

Deprem bilimi bağlamında, tesislerin modellenmesi nadiren karşılaşılan bir durumdur. Yakın zamanda yaşadığımız depremlerden biri gece, diğeri ise gündüz meydana geldi. Gece ve gündüz meydana gelen depremler arasında, risk analizi açısından belirgin farklar bulunmaktadır. Çoğu birey, gece depremlerine karşı daha savunmasızdır ve depremin etkilerini tam olarak algılayamadan zarar görebilmektedir.

Bu tür gece depremlerinin, ölümlü vakaların sayısını artırdığına dair kanıtlar mevcuttur. Özellikle 6/2 tarihli depremi çoğumuz hatırlamaktayız. Bunun yanı sıra, 17/8 tarihli deprem de gece saat 03:05'te gerçekleşmiştir. 6/2 depreminin dışında, başka bir deprem de gece saat 04:15'te meydana gelmiştir. Bu bağlamda, depremle ilgili olarak sunulan farkındalık eğitimlerinin, gece depremlerinde etkili bir korunma sağlayamadığı gözlemlenmiştir.

Gerçekten, depreme karşı uyanık ve hazır olma farkındalığına sahip değillerdi. Birçoğu muhtemelen uykudadır. Bu nedenle ilk deprem anında, insanlar savunmasızdılar. Bu durumu önceki konuşmada vurgulamıştık. Ardından, ikinci deprem tam olarak 9 saat sonra meydana geldi. Bu deprem, biri 10:05'te gerçekleşen bir gece depremiydi. İlk depremden sonra hayatta kalan insanlar, bile olsa binalara girmekten kaçındılar. Tabii ki bu tür refleksler, insanların depreme karşı savunma mekanizmalarının hayatlarını kurtardı."

Şimdi, deprem öncesinde ve sonrasındaki bina durumlarına bir göz atalım. Deprem sonrasında binaların nasıl bir hal aldığını gözlemleyebiliriz: çoğu binanın yıkıldığını görüyoruz. Özellikle dirençli binaların önemi büyüktür. Dirençli şehirler, dirençli yapılar ve dirençsiz zeminler gibi terimler, bu ders kapsamında sık sık kullanacağımız konular arasındadır.

Ayrıca, bu terimlerle ilgili yapılan çalışmalar hakkında çok sayıda toplantı yapılmaktadır. Örneğin, bugün çevre, şehircilik ve iklim Bakanlığı tarafından düzenlenen bir toplantıda, deprem riski taşıyan veya taşımayan kırıkları nasıl haritalandırabileceğimizi tartışılmıştır. Bu haritaların işlenmesi sonrasında ne tür sonuçlara ulaşabileceğimizi inceleyeceğiz.

Bu tür kırıkların bulunduğu bölgelerde, riski minimize etmek adına korunma alanları oluşturabiliriz. Bu kırıkların neden olduğu risk artışını engellemek üzerine yapılan tartışmalara yarın da devam edeceğiz.

Bu dersin konsepti ve ilham kaynağı FEMA'dan alınmıştır. FEMA, Amerika Birleşik Devletleri'nde afetlere müdahalede bulunan resmi bir kurumun kısaltmasıdır ve Türkiye'deki AFAD'ın benzeridir. Bu kurum, Amerika'da özellikle sağlık çalışanlarına hastanelerde deprem riskini azaltma konusunda eğitimler sunmaktadır. Mevcut öğrenci profilimiz nedeniyle, bu tür eğitimleri Türk öğrencilere sunma fırsatımız olmadığı için yabancı öğrencilere yöneliyoruz. Ancak, bu dersin tıp fakültesi için önerildiğini ve aynı zamanda sağlık fakültelerinde bu eğitimin sunulmasının önemli olabileceğini düşünüyorum. Nitekim, FEMA'nın tüm sağlık çalışanlarına bu eğitimi sunduğunu göz önünde bulundurarak, bu dersi programımıza dahil etmeyi teklif ettim.
Dolayısıyla, FEMA'nın Amerika'daki afet yönetimi ve müdahale konusundaki öncü kurum olduğuna değindik. Bu ders kapsamında, özellikle deprem tehlikesini, jeofizik riskini ve hastane yapılarını ele alacağız. Hem yapısal olmayan risklere hem de yapısal risklere odaklanacağız. Bu konular genel bir çerçevede sunulacak, dönem içinde ise daha detaylı bir şekilde ele alınacaktır.

Bu dersin kapsamında hangi kaynaklardan yararlanabileceğimizi inceleyelim. Türkiye'de "AFAD" olarak bilinen kurum, Amerika'da "FEMA" olarak anılır. FEMA'nın web sitesine gidildiğinde "Depreme Karşı Yapısal Olmayan Risk Azaltma" ve "Depreme Karşı Yapısal Güçlendirme" başlıklı ücretsiz yayınlara erişim mümkündür. Aynı zamanda AFAD'ın detaylı afet yönetimi kaynakları da mevcuttur. Bu kaynakları indirerek detaylı inceleme yapabilirsiniz. Referanslar için notlarınızda belirttiğim bağlantılara başvurabilirsiniz.

Dersimiz boyunca sıkça üzerinde durduğumuz bir konsept 'direnç' olacak. Dirençli toplumlar, şehirler ve yapılar üzerine yoğunlaşacağız. Ülkemizdeki deprem tehlikesi ve bu konuda farkındalığın arttırılması bu dersin anahtar noktalarından biridir.

Amerika'da, liselerde yer bilimleri dersi verilmekte. Özellikle Kaliforniya'daki deprem tehlikesi ile Türkiye'deki tehlike benzerlik gösteriyor. Bu paralellik nedeniyle, Amerikalı araştırmacılar Türkiye üzerine çalışmalar yürütmekte. Ancak bizim Amerika üzerine çalışmalarımız maliyet sebebiyle sınırlı kalmıştır. İlginçtir ki, 1929'da Amerika'daki lise müfredatında yer bilimleri dersi bulunuyordu. Ancak bu ders, Türkiye'deki lise müfredatından sonraki yıllarda kaldırılmıştır.

Bu tespitler ışığında, depreme karşı hazırlıklı toplumlar oluşturmak amacıyla, uluslararası örnekleri dikkate alarak, yer bilimleri dersini tekrar müfredatımıza dahil etmeliyiz. Öğrencilerimizin, seçmeli derslerle bu konuda bilgi sahibi olması esastır.


Bilgi sahibi olma zorunluluğu ortadan kalkmış olur. Şimdi, Türkiye'nin deprem riskine ve Avrupa'daki deprem riskine bir göz atalım. Türkiye'deki deprem riskini analiz ederken, haritadaki renklendirmelere odaklanmalıyız. Renkler, deprem tehlikesinin arttığı bölgeleri göstermektedir. Özellikle kırmızı bölgeler, daha yüksek deprem tehlikesini işaret eder. Türkiye'de bu kırmızı bölgeler nerede bulunmaktadır?

Bu konuda ilginç bir tespitte bulunalım. Romanya'dan gelen bir bilim insanı, kar patlamalarının depremler üzerindeki etkilerini incelerken, 1839'da Romanya'da meydana gelen 7.5 büyüklüğündeki depremin, 1939'da Türkiye'de yaşanan Erzincan depreminden tam 100 yıl önce gerçekleştiğini belirtmiştir. Bu tür tarihî veriler, deprem araştırmalarında önemli ipuçları sunar.

Benim için 1839 özel bir tarih çünkü Türkiye'de 1939'da büyük bir deprem meydana gelmiştir. Bu nedenle Romanya'daki 1839 depremi, Türkiye için de bir anlam ifade ediyor. Ayrıca, İtalya'nın deprem riski açısından önemli bir ülke olduğunu belirtmek gerekir. Bu nedenle İtalya, depremleri önceden tahmin etmek için araştırma ve çalışmalara ev sahipliği yapmaktadır.


Haritaya dikkatlice baktığımızda, kırmızı bölgelerin deprem tehlikesinin yüksek olduğu alanları işaret ettiğini görürüz. Ancak yüksek tehlike, aynı zamanda yüksek risk anlamına gelmez. Örneğin, Japonya'daki deprem tehlikesi Türkiye'dekinden daha büyük olabilir, ancak risk ve direnç açısından bakıldığında durum farklılık gösterebilir.

Tehlike ve risk kavramlarının net bir şekilde anlaşılması, depremle başa çıkmak için önemlidir. Şimdi, bu bölgelerde neden depremler meydana geldiğini inceleyelim. Depremlerin kaynağı, yer kabuğunun hareketiyle ilgilidir. Geçmişte, tüm kara parçaları Pangea adı verilen tek bir süper kıta halindeydi. Zamanla bu kara parçaları ayrılarak farklı levhalara dönüştü. Amerikan levhası, Filipin levhası, Pasifik levhası, Ege levhası ve Afrika levhası gibi. Bu levhaların hareketleri, depremlerin oluşmasına neden olur.

Yeryüzü, tarih boyunca sürekli bir değişim ve dönüşüm içindedir. İlk zamanlarda tek bir süper kıta halinde bulunan yeryüzü, levhaların hareketleri sonucunda kırılarak bugünkü kıta yapılarına dönüşmüştür. Bu süreçte, levha hareketlerini analiz ederek deprem tehlikesinin kökenini anlamak mümkündür.

Örneğin, Avrupa'daki deprem tehlikesini gösteren bir haritada, levha hareketlerini ve bunların neden olduğu sıkışma veya açılma bölgelerini belirtmek esastır. Kızıldeniz, levhaların birbirinden uzaklaşmasına örnek teşkil eder. Bu açılma, Arabistan levhasının kuzeye doğru hareketine ve Afrika levhasının yer değiştirmesine neden olmaktadır. Bununla birlikte, Atlas dağlarında sıkışma nedeniyle oluşan deprem potansiyeli de dikkat çekicidir.

Morocco'da meydana gelen depremler, bu bölgenin yakınında bulunan Atlas Dağları'nın sıkışma hareketlerinden kaynaklanmaktadır. Öte yandan, Anadolu levhası, Avrasya levhasıyla olan sıkışma hareketleri sonucunda kuzeye doğru hareket ederken, Kuzey Anadolu Fay Hattı boyunca biriken enerji, depremlere sebep olmaktadır.

Türkiye'nin jeolojik yapısını değerlendirirken, hem Arabistan levhasının hareketlerinin hem de Afrika levhasının kuzeye doğru ilerlemesinin önemli bir rolü vardır. Özellikle Batı Anadolu'da, Anadolu levhasının hareket kısıtlılığı nedeniyle sıkışma hareketleri gözlemlenmektedir.

Sonuç olarak, levha tektoniği ve bu levhaların hareketleri, deprem tehlikesinin anlaşılmasında kritik bir öneme sahiptir. Bu bilgiler, deprem riskini azaltma stratejilerinin geliştirilmesi ve halkın bilinçlendirilmesi için esastır.

Yeryüzünün jeolojik yapısı, levhaların hareketleri sonucu sürekli bir değişim içindedir. Türkiye'nin jeomorfolojik yapısını ele aldığımızda, doğudaki dağlık alanların ve batıdaki ovaların oluşumu, levha tektoniği hareketlerine bağlıdır. Türkiye, özellikle aktif tektonik hareketler nedeniyle çeşitli topoğrafik özelliklere sahip bir coğrafi yapıya ev sahipliği yapmaktadır. Bu hareketliliğin en belirgin göstergelerinden biri de depremlerdir.

Deprem tehlikesi, coğrafi yapıdaki bu aktif hareketliliğin sonucudur. Ancak risk, bu tehlikenin sebep olduğu potansiyel zarar veya kayıpları ifade eder. Jeolojik ve jeofizik riskler, toplumların yaşamlarını, yapılarını ve ekonomik faaliyetlerini doğrudan etkileyebilir.

Avrupa'nın en tehlikeli jeofizik kuşaklarını ele aldığımızda, Türkiye'nin bu konuda ne kadar kritik bir konumda olduğunu görebiliriz. Öyleyse, bu konuda yapılan son çalışmalarda hangi sonuçlara ulaşıldığına bakalım ve bu bilgiler ışığında neler yapabileceğimizi tartışalım

Değerli meslektaşlarım ve öğrencilerim, elinizdeki bu haritanın detaylarını ele alırken, ilk dersimizin kapsamını ve amacını hatırlatmak istiyorum. Bu dersin sonunda, böylesi bir haritaya baktığınızda, jeofiziksel verileri analiz edebilme yeteneğinizin ne derece geliştiğini görmeyi umuyoruz.

Söz konusu olan haritada belirtilen tehlikeler, depremlerle ilgili özel bir duruma işaret eder. Bu tehlikelerin kaynağını, büyüklüğü ve sıklığına dair veriler, bir hastanenin yapısal dayanıklılığını nasıl etkiler? Örneğin, belirttiğimiz 7.6 büyüklüğünde gerçekleşen bir deprem sonrasında, hastane yapılarının nasıl tepki verdiğini gözlemledik. Aynı yapı, ardından gerçekleşen artçı şoklara nasıl yanıt verir?

Depremlerin birincil etkisi, yapıların hasar görebilirliğini artırmasıdır. İlk başta orta derecede bir hasar gören bir yapı, ikincil etki sonrasında daha büyük bir hasar alabilir. Bu, risk kavramının dinamik ve sürekli değişen bir yapıya sahip olduğunu gösterir.

Bu deprem senaryolarının ardından, hastane yapıları gibi kritik yapıların, en azından gerçekleşen büyük bir depremden sonraki 3 yıl boyunca artçı sarsıntılara karşı dayanıklı olması gerektiği sonucuna varıyoruz. Bu, bize, yapı güvenliği ve dayanıklılığı konusundaki planlama ve uygulamaların sürekli olarak gözden geçirilmesi gerektiğini hatırlatıyor

Deprem etkilerinin analiz edildiği bu çalışmada, üç yıl boyunca meydana gelen tüm sarsıntıların sebep olduğu kuvvetlere karşı yapıların ne derecede dayanıklı olması gerektiğine odaklanılmıştır. Bu perspektiften baktığımızda, hasar görebilirlik, zamanla değişen dinamik bir faktördür.

Bugün gerçekleşen bakanlık toplantısında da vurgulandığı gibi, bir yapının oluşumu, hem üst yapı (yapının yüzey üstündeki kısmı) hem de altyapı (zeminin altındaki yapısal öğeler) olmak üzere iki ana bileşenden oluşmaktadır. Bu bileşenler, yapıların deprem esnasında nasıl tepki vereceği üzerinde doğrudan etkilidir.

Risk, tehlikenin varlığı ve hasar görebilirliğin kombinasyonudur. Tehlike, belirli bir periyod boyunca değişkenlik gösterirken, yapıların direnç durumu, sürekli maruz kalınan depremler nedeniyle aşındığı ve zayıfladığı gözlemlenmektedir. Bu noktada, uluslararası norm ve standartların bilinmesi, deprem riskinin etkin bir şekilde yönetilmesi için kritiktir. Yapıların depreme dayanıklılığı, bu norm ve standartlar doğrultusunda değerlendirilmelidir.

Yaklaşık 15 milyon kişi belirli bir depremi hissetti. Bu depremden dolayı yaklaşık 800.000 yapı hasar gördü. Ancak bu sayıda insanın depremi hissetmesi, tüm bu insanların depremin zarar verici etkileriyle doğrudan karşılaştığı anlamına gelmez. Nitekim, her bina deprem sırasında hasar almadı. Tehlike kavramı bu noktada belirginleşiyor; örneğin, bir depremin 7.8 büyüklüğünde olması gibi. Ancak, Türkiye'de üst üste meydana gelen bir "duble" deprem ilk defa yaşandı.

Deprem riskini hesaplarken kullanılan formülün evrensel olduğunu belirtmemiz gerek. UNESCO'nun bu formülü tanımlaması, bu formülün global bir standart olduğunu gösterir. Sismik tehlike kavramı, bir depremin özelliklerini – büyüklüğü, derinliği ve kırılma mekanizmasını – tanımlar. Örneğin, Japonya'da meydana gelen 8.3 büyüklüğündeki bir depremde herhangi bir can kaybı yaşanmadı. Ancak, bu depremin 300 km derinlikte meydana geldiğini belirtmek, depremin etkisinin neden sınırlı olduğunu anlamamızı sağlar.

Depremlerin büyüklükleri ve derinlikleri, onların potansiyel zararları hakkında kritik bilgiler sağlar. Örneğin, son 6.2 büyüklüğündeki depremde etkilenen kişi sayısının 15 milyon olduğunu biliyoruz. Ancak bu, bu kadar insanın hayatını kaybettiği anlamına gelmez.

Bu konseptleri daha basit ve öğrencilere uygun bir dilde anlatmak için dikkatlice bir strateji belirlemek gerekmektedir. Hasar riskini azaltmanın yollarını ele alalım. Örneğin, Çanakkale'de bulunmaktayız ve bir kırık, Marmara Bölgesi'ni etkileyebilecek 7.8 büyüklüğünde bir depremi tetikleyebilir. Bu potansiyel tehlike henüz gerçekleşmedi. Bu bağlamda, hasar riskimizi nasıl azaltabiliriz? Kentsel dönüşüm ve yenilenme gibi stratejilerle bu riski minimize edebiliriz. Ancak bu tür projeler için önemli mali kaynaklara ihtiyacımız var.

Elazığ depremi gibi önceki depremleri ele aldığımızda, bu tür olaylara daha hazırlıklı olabilseydik, can ve mal kaybını önemli ölçüde azaltabilirdik. Depremin maddi maliyeti tabii ki büyük; kaybedilen hayatlara bir değer biçmek mümkün değil. Ancak ekonomik maliyet yaklaşık 100 milyar dolar olarak tahmin edilmekte.

Afet eğitimi bağlamında, depremin merkez üssünü sıfır nokta olarak kabul ederiz. Deprem sonrasında yapacağınız her yatırımın, deprem öncesi yapılan yatırımlarla karşılaştırıldığında maliyetinin çok daha yüksek olacağını unutmamalıyız. Yani deprem öncesi alınan tedbirler, sonrasındaki mali yükü önemli ölçüde azaltabilir.

Bu konseptte, merkezi bir referans noktasını göz önünde bulundurarak depremlere dair risk analizini ele alıyoruz. Depremin başlangıç noktasını, bu merkez olarak tanımlayabiliriz. Deprem öncesi yapılabilecekler nelerdir? Potansiyel olarak etkilenecek yapılara önceden müdahale edebiliriz. Bu müdahaleler, yapıların yıkılarak yeniden inşası ya da mevcut yapıların güçlendirilmesi şeklinde olabilir. Bu süreçte iki anahtar strateji ön plana çıkar: Yapı güçlendirme ve kentsel dönüşüm.


Eğer bu önlemler alınmışsa, deprem sonrası oluşabilecek ekonomik zararlar önemli ölçüde azaltılabilir. Yani, deprem öncesi yapılan 10 milyar dolarlık bir yatırım, deprem sonrasında 100 milyar dolarlık bir zararı engelleyebilir. Genellikle afet yönetimi uzmanları, deprem öncesi harcanacak her bir birim paranın, deprem sonrasında oluşacak zararları 8 kat azaltabileceğini belirtirler.
Bu bağlamda, deprem mühendisliğinin ve yapılan
çalışmaların önemi hem insan hayatını kurtarmak hem de ekonomik zararları minimize etmek yönündedir. Evrensel bir risk formülü ile bu analizi yapmak, bize hangi önlemlerin ne kadar etkili olduğunu gösterecektir. Bu dersin çerçevesinde, bu risk analizini derinlemesine ele alıp bu formül üzerinden yorumlamalarınızı bekliyoruz.

Istanbul'da bulunduğumuza göre, bu metropolün sismik riskine odaklanalım. İstanbul'da, mevcut verilere göre potansiyel olarak yıkılma riski taşıyan yapı sayısı yaklaşık 200.000 olarak belirlenmiştir. Eğer bu yapıları deprem öncesi güçlendirme ya da yeniden inşa etme gibi önlemlerle müdahale edersek, olası bir depremde yıkılacak yapı sayısını azaltabiliriz.

Ancak bu yapılar, deprem sonrasında yıkıldığında, sadece maddi kaybı değil aynı zamanda insani kayıpları da beraberinde getirecektir. Deprem sonrası yapıların yeniden inşa edilmesi, deprem öncesi alınacak önlemlere kıyasla maliyeti yaklaşık 8 kat artırabilir. Bu nedenle, kentsel dönüşüm projeleri ile bu binaların depreme dayanıklı hale getirilmesi, hem ekonomik hem de insani açıdan büyük bir öneme sahiptir.

Potansiyel olarak ortaya çıkabilecek bir deprem hasarı için önceden harcayacağımız maliyet, örneğin 100 birim ise, bu yatırım sonrasında olası bir depremde karşımıza çıkabilecek maliyetin çok daha yüksek, yaklaşık 800 birim olabileceğini göz önünde bulundurmalıyız. Ancak bu maliyetten daha önemli olan, bu tür önlemlerle korunabilecek insan hayatlarıdır.

Kentsel dönüşüm ve bina güçlendirme çalışmalarının önemi tam da burada devreye giriyor. Eğer risk altındaki yapılar önceden belirlenip, bu yapılar güçlendirilirse veya kentsel dönüşüm kapsamında yeniden inşa edilirse, olası bir depremde hem maddi hem de manevi kayıpların önüne geçebiliriz. Özellikle daha önce deprem felaketi yaşamış bölgelerde, bu tür önlemlerin hayati öneme sahip olduğunu vurgulamak gerekiyor. Depremi engelleme yeteneğimiz olmadığına göre, riskleri en aza indirmek için mevcut yapıları ne kadar dayanıklı hale getirirsek, o kadar çok insan hayatını korumuş oluruz.

Depremin kaçınılmaz bir gerçek olduğunu kabul ederek, potansiyel zararları nasıl minimize edebileceğimizi tartışmalıyız. Şöyle ki, özellikle riskli bölgelerde yer alan yapılarda hasar görebilirlik potansiyelinin azaltılmasında etkili yöntemlerden biri kentsel dönüşüm ve güçlendirme çalışmalarıdır. İstanbul örneğini ele aldığımızda, 40.000 kadar yapının risk altında olduğunu belirleyebiliyoruz. Eğer bu binaları deprem meydana gelmeden güçlendirme veya yenileme çalışmalarıyla elden geçirirsek, sadece maddi maliyetten tasarruf etmekle kalmayız; aynı zamanda sayısız can kaybını da önleyebiliriz.

Depremler kaçınılmazdır, ancak bunların yaratacağı zararların boyutu üzerinde etkili olabileceğimiz bazı faktörler vardır. Uluslararası kuruluşlar, bu riskleri azaltma stratejileri için genel formüller sunmuştur. Ancak ülkemizin jeolojik yapısı, özellikle aktif tektonik bölgelerde yaşamanın getirdiği riskleri öne çıkarıyor. Dolayısıyla, bu riskleri azaltma ve minimize etme stratejilerini uygularken bu özel koşulları göz önünde bulundurmamız gerekiyor.


Özetle, doğru planlama ve uygulama ile depremlerden kaynaklanan potansiyel zararları büyük ölçüde azaltabiliriz. Bu noktada, alınacak önlemlerin sadece maddi kazançlar değil, aynı zamanda insan hayatının korunması açısından da büyük bir öneme sahip olduğunu vurgulamak gerekir.

Bu harita, potansiyel sismik aktivitenin beklenen bölgelerini detaylı olarak göstermektedir. Toplamda 34 farklı sismik bölgeyi tanımlamış durumdayız. Örneğin, Batı Anadolu'nun deprem kuşağında yer aldığını görebiliriz. Aynı şekilde, Anadolu kuşağı, Bitlis bindirme kuşağı ve Karadeniz'de belirgin deprem failleri bulunmaktadır. Hatay'dan Kıbrıs'a kadar olan alanda da sismik hareketlilik potansiyeli mevcuttur. Bu coğrafi özelliklerimiz, sıkça yaşanan deprem aktiviteleri nedeniyle sürekli olarak evrilmekte ve yeniden şekillenmektedir.

Marmara Bölgesi'ne odaklandığımızda, bölgedeki kırıkların detaylı bir sınıflandırmasıyla karşılaşıyoruz. Kırık uzunluğu ile depremin büyüklüğü arasında genellikle doğru orantılı bir ilişki bulunmaktadır. Örneğin, 1912 Şarköy-Mürefte depreminin, denize kadar uzanan bir kırık hattı boyunca ilerlediği belirlenmiştir. Fransız araştırmacıların da bu konuda yaptığı çalışmalar, bu tespiti desteklemektedir. Ayrıca, 1999 İzmit depreminin de bu kırık hattı boyunca ilerlediği bilinmektedir. Ancak hala kırılmamış olan bu bölgenin gelecekteki potansiyel bir deprem için risk oluşturduğunu söyleyebiliriz. Beklenen bu kırılma bölgesi, özellikle dikkate alınmalıdır.


Maraş'ta yaşanan sismik hareketlilik, önceden kırılmış bölgelerin yanı sıra, beklenenden daha geniş bir alanda depremin meydana gelmesine neden oldu. Yer kabuğundaki hareketlilikleri tam anlamıyla öngörmek her zaman mümkün değildir. Yüzey hareketlerini tahmin ederken basit matematiksel formülasyonlar kullanılır. Örneğin, belirli bir fay hattında kırılma meydana geldiğinde beklenen sismik enerjinin büyüklüğünü hesaplamak için standart değerler alınır. Ancak Maraş'taki deprem, bu tür basit hesaplamaların her zaman doğru sonuçlar vermediğini ortaya koymuştur.

Genelde belli bir fay hattında kırılma bekleniyorsa, bu kırılmanın yaratacağı sismik enerjinin büyüklüğü tahmin edilmeye çalışılır. Ancak Maraş'ta meydana gelen deprem, beklenenden 0.3 birim daha büyük bir sismik enerji ile gerçekleşti. Bu 0.3 birimlik fark, enerji açısından oldukça büyük bir artışa işaret edebilir. Yani basitçe, bu fark, iki adet 7.5 büyüklüğündeki depremin serbest bırakabileceği enerjiye eşdeğer olabilir. Bu, sismik hareketlilik tahminlerinin her zaman kesin sonuçlar vermediğini ve bu tür olayların doğasının tam olarak öngörülemeyebileceğini göstermektedir.

Tarihsel verilere dayanarak gerçekleşen depremlerin büyüklüklerini doğru bir şekilde tahmin etmek her zaman mümkün olmamıştır. Özellikle modern sismolojinin mevcut olmadığı dönemlerde, deprem kayıtları ve bu depremlerin büyüklükleri konusunda tam bir doğruluk elde edemedik. Önceden belirlenen maksimum sismik aktivite değerleri, sonrasında gerçekleşen depremlerle örtüşmemiştir. Özellikle Batı Anadolu'da 7.5 büyüklüğündeki bir deprem beklenirken, meydana gelen depremin 7.8 büyüklüğünde olduğunu gördük.

Bu tahmin hatalarının faturasını ağır bir şekilde ödedik. Ancak bu, sadece yer kabuğundaki kırıkların yüzeydeki gözlemlerine dayanarak yapılan tahminlerin sınırlılığını gösteriyor. Gerçekte, depremlerin meydana geldiği kırıklar yerin 20-30 km derinliklerinde olabilir ve yüzeydeki gözlemler tam bir resmi sunmayabilir.

Kırık uzunluğu ile depremin büyüklüğü arasındaki ilişki, basitçe yüzey gözlemlerine dayanarak yapılan tahminlere göre oldukça karmaşıktır. Bu karmaşıklık, yüzeyde gözlemlenen kırık uzunluğunun, yer kabuğunun daha derinlerinde oluşan kırıkları tam olarak yansıtmadığı gerçeğinden kaynaklanmaktadır.

Son olarak, Batı Anadolu'daki sismik aktivite bölgelerini incelediğimizde, özellikle Çanakkale'nin hem kuzeyinde hem de güneyinde aktif fay hatları bulunmaktadır. Bu fay hatlarının hareketlenmesi durumunda, büyük depremlerin meydana gelme olasılığı yüksektir ve bu depremler sadece belirli bir bölgeyi değil, geniş bir alanı etkileyebilir.

Türkiye'de sismik aktivite, coğrafi konumu nedeniyle oldukça yüksektir. Kuzeyden güneye incelendiğinde, sismik kuşakların belirgin olduğunu görmekteyiz. Özellikle kırmızı renkle işaretlenen bölgeler, 20. yüzyılda deprem aktivitesinin yoğun olduğu alanları temsil etmektedir. Bu bölgelerdeki fay hatları, özellikle 20. yüzyılda deprem üretmiştir. Ancak bazı kırıkların harekete geçmemiş olduğunu da gözlemlemekteyiz.

Yirminci yüzyıl içinde meydana gelen bu depremler, belirli kırıklarda yoğunlaşmıştır. Özellikle Çanakkale ve İstanbul gibi stratejik bölgelerdeki fay hatları, büyük bir risk taşımaktadır. Ancak yirminci yüzyılda harekete geçmemiş olan kırıkların, gelecekte bir tehlike oluşturabileceğini de göz ardı etmemek gerekmektedir.

Batı Anadolu'da bulunan fay kuşaklarına bakıldığında, Holosen dönemine ait faylar dikkat çekmektedir. Bu faylar, son 12.000 yıl içerisinde en az bir kere deprem üretmiştir. Türkiye'deki bu aktif sismik bölgelerin bilgisi, yer bilimcilerinin sürekli olarak güncellediği çalışmalardan elde edilmektedir.

Bu nedenle, Türkiye'de yaşarken ve özellikle deprem riski taşıyan bölgelerde yaşamayı tercih ederken, altyapının ve binaların depreme karşı dayanıklılığını sorgulamamız gerekmektedir. Özellikle hastaneler, okullar ve konutlar gibi yaşamsal öneme sahip yapıların sismik dayanıklılığı, hayati bir önem taşımaktadır.

Sonuç olarak, Türkiye'nin sismik aktivite açısından oldukça riskli bir bölgede yer aldığı unutulmamalı ve bu riski azaltacak tedbirlerin alınması konusunda sürekli bir bilinçlenme sağlanmalıdır.

Yakın zamanda değindiğimiz gibi Türkiye'nin sismik zonları, özellikle Maden Teknik Arama ve BT.A'nın uzmanlarının yürüttüğü çalışmalarla detaylı olarak belirlenmiştir. Deprem sayısının yıllara göre değişimi incelendiğinde, özellikle 2005'e kadar belirgin bir artış trendi gözlemlenmektedir. Bu artışın büyük depremler sonrasındaki artçı sarsıntılar nedeniyle olduğunu söyleyebiliriz. Elde edilen bu veriler, kümülatif bir enerji değişimini yansıtmaktadır.

Türkiye'deki son depremle, şehir hastanelerinin sismik dayanıklılığı da sınandı. Depremin ardından bu hastaneler, halk için hem sığınak hem de tedavi merkezi olarak hizmet vermiştir. Yapılarda kullanılan sismik izolatörler, gelen enerjinin büyük bir kısmını filtreleyerek yapıya zarar vermesini engelledi.

Ancak bu olumlu gelişmelere rağmen, bazı hastanelerde sismik dayanıklılık konusunda eksiklikler bulunmaktadır. Özellikle eskiden yapılmış olan bazı devlet hastanelerinde, depreme karşı dayanıklılık konusunda ciddi sorunlar mevcuttur. Örneğin; Iskenderun Devlet Hastanesi'nin bir bölümü, depremde ağır hasar aldı. Amerika'dan gelen deprem mühendislerinin incelemeleri de bu konudaki eksiklikleri doğrulamıştır.

Sonuç olarak, Türkiye'nin sismik aktiviteye karşı altyapı ve üst yapıda gerekli önlemleri alması hayati bir öneme sahiptir. Özellikle kamuya açık hastaneler, okullar ve diğer yaşamsal öneme sahip yapılar bu konuda öncelikli olarak ele alınmalıdır.

Bu konu üzerine daha detaylı bir tartışma ve analiz yapacağımız sonraki dersimizi sabırsızlıkla bekliyorum. Katılımınız ve ilginiz için teşekkür ederim. Hepinize iyi akşamlar dilerim.

No comments:

Post a Comment

Sınıflardan Kariyer Zirvelerine: Jeofizik Eğitimiyle Dolu Yolculuğum

Her bireyin hayatında, kariyerini şekillendiren dönüm noktaları vardır. Bu noktalar, bazen bir hocayla yapılan bir sohbet, bazen bir seyahat...