Taş Evlerin Ardında Kalan Zaman
Develi Üzerinden Bir Hafıza ve Kültür Yolculuğu
Taşçı Osman’ın Evi ve Sessiz Tanıklıklar
İlk durağım rahmetli amcam Osman Öncel’in (mahalledeki adıyla “Taşçı Osman”) eviydi. Gri bir kapının iki yanındaki küçük pencereler sessizliğin içinden geçmişi fısıldar gibiydi. Yanı başındaki mezarlıkta taşlara işlenmiş tarihlerle karşılaştım: 1921–1993. Dualar eşliğinde geçmişe selam verdim. Aynı sokakta pembe-sarı duvarlı bir başka ev daha vardı. Rahmetli babaannem Hacer ve halam Fadime’nin evi… Duvarındaki uydu anteni, taşla zaman arasındaki sessiz diyaloğa tanıklık ediyordu.
Aşağıdan Yukarıya: Yazların Ritüeli
Yazları İstanbul’dan Develi’ye gitmek hayatımın doğal bir parçasıydı. Aşağı Everek’ten Yukarı Fenese’ye yürüyerek çıkmak, çocukluğun anlamıyla şekillenen bir ritüeldi. Aşağı mahallede anneannem ve dedem; yukarıda ise geniş baba tarafı ailem vardı. Aşağıdaki evlerde su vardı ama yukarıda yoktu. Bu basit fark, yaşamın temel dinamiklerini belirliyordu. Yukarıda su eşekle taşınırdı. O su çekilen günler hâlâ zihnimde; eşeğin sabırlı yürüyüşü, sokakların o kendine has taş dokusu...
Su Yoktu, Ama Üretim Vardı
Yukarı Fenese’de su yoktu ama hayat üretimle doluydu. Çamaşırlar dere kenarında yıkanır, hayvanlar sabah otlamaya gönderilir, akşam sağılırdı. Evdeki ahır, yaşamın merkezindeydi. Aşağı mahallede ise her şey biraz daha kentliydi ama üretim daha zayıftı. Ortak olan şey, hayvanların sabah uğurlanıp akşam karşılanmasıydı. Bu basit döngü, çocuksu bir heyecanla büyük bir düzen duygusu yaratıyordu.
Keyşin Havuzu: Serinlik ve Cesaretin Adresi
Develi’nin çocuklar için en önemli yeri “Keyşin Havuzu” idi. Adını büyük ihtimalle “keşiş” kelimesinden alıyordu. Erciyes’ten gelen suyla dolan bu havuz, haftada bir temizlenir, şort kiralanarak yüzülürdü. O dönemlerde sponsor bulmadan havuza girmek kolay değildi. Hijyen eksikliği sonrası kulak iltihabı da cabasıydı. Ama tüm bunlara rağmen orası dostlukların ve cesaretin buluştuğu yerdi.
Ve tabii Keyşin Havuzu… Develi’nin serinlik ve neşe merkeziydi. Keys adının kökeni büyük ihtimalle “keşiş” kelimesinden geliyor. Rivayete göre bu havuz, yaklaşık 400 yıl önce Ermeni asıllı bir keşiş tarafından yaz aylarında serinlenmek amacıyla yaptırılmış. Ermeni kaynaklarında bu kişinin Aziz Gregori olduğu, havuzun ise daha sonra Papaz Yeğişe tarafından restore edildiği belirtiliyor. Zamanla halka açılan bu alan, Develi halkının yaz aylarında hem serinlediği hem de toplumsal olarak buluştuğu bir merkez hâline gelmiş.
Erciyes Dağı’ndan gelen buz gibi su, yıllardır aynı debiyle kayaların arasından akıyor. Suyun sürekli sirküle olması nedeniyle havuz doğal olarak temiz kalır. Geçmişte sadece seçkinlerin kullanımında olan havuz, sonrasında herkesin erişebildiği bir kamusal alana dönüşmüş. Bahçe sulamasında da kullanılan kaynak, Develi’de doğup büyüyen çoğu kişinin yüzmeyi öğrendiği yerdi. Şu anda bile işletmesi, ilk sahiplerinin üçüncü kuşak torunları tarafından sürdürülüyor.
2016’da Geri Dönüş: Sessizliğin İçindeki Boşluk
Yıllar sonra aynı sokaklardan geçtim ama içleri bozulmamış o evlerde artık kimse yaşamıyordu. Çocukluğumun kuşağı—o üretken insanlar—artık yoktu. Taş üstünden ekmek çıkaran, her yeri üretim alanına çeviren o kuşak yerini sessizliğe bırakmıştı. Bugün tarlası olan akrabalarım “ürettiğim su parasını bile karşılamıyor” diyordu. Eskiden su yoktu ama üretim vardı. Şimdi su var ama üretim yok. Bu çelişki, kültürel ve ekonomik bir dönüşümün göstergesiydi.
Çözüm: Köy-Kent Çocuk Değişim Programı mı?
Bugün Develi’nin köylerinde üretim kültürü hâlâ yaşıyor. Belki de artık şehirli çocuklar için bu yaşantıyı tanıtacak programlara ihtiyaç var. Köy-Kent Çocuk Değişim Programı gibi bir uygulamayla, çocuklar bir hafta boyunca karşılıklı evlerde misafir olabilir. Üretim atölyeleri, doğa etkinlikleri, hayvan bakımı ve teknoloji gezileriyle desteklenen bu program, empati ve farkındalık yaratabilir.
Son Söz: Hafıza ve Aktarım Arasında
Bir zamanlar gidecek bir köyüm vardı. Anneannem, dedem, halam, dayım, amcam oradaydı. Şimdi o köy hâlâ orada ama o insanlar şehirde... Ben kentte doğmuş bir çocuk olarak köyü yaşadım. Hem musluklu evi hem eşekle taşınan suyu gördüm. Ama çocuklarım bunu yaşayamayacak. Bu yüzden hatırlamak değil, aktarılabilir kılmak önemli. Çünkü bazı bilgiler kitapta değil, sadece yaşayarak öğrenilir.
No comments:
Post a Comment