Sabahın İlk Işıklarında Çatalca Yolu
Günün ilk ışıklarıyla yola çıktık. Annem ve kardeşim, Başakşehir’den erkenden çıkmış, beni Beylikdüzü’nden almışlardı. Hep birlikte, daha önceden seçtiğimiz kurbanlığı görmek için Çatalca’nın yolunu tuttuk. Hava serin, yollar tenhaydı. Şehir henüz uyanmamış gibiydi. İçimizde tarif etmesi zor bir heyecan vardı. Belki yaklaşan bayramdan, belki de birlikte yola çıkmanın verdiği huzurdandı bu.
Çatalca’ya vardığımızda çiftlik henüz açılmamıştı. Fazla erken gelmiştik… Ne yapsak diye düşünürken, yakında bir yerde kahvaltı veren bir tesis dikkatimizi çekti. Girdik. Çalışanların yüzündeki şaşkınlık görülmeye değerdi—kim gelir bu saatte kahvaltıya? Ama bize iyi geldi. Zaten önemli olan sadece beklemek değil, birlikte geçirilen o vakitti.
Masaya oturunca doğanın kokusu yüzümüze çarptı. Şehirden uzak, temiz bir hava vardı. Derin bir nefes aldım. İnsan böyle anlarda neyi özlediğini fark ediyor. “Devam olmayan bir şeyde lezzet yoktur.” demiş Mevlana… O anın devam etmesini istedim belki de.
Bir Bardak Çay, Birkaç Hatıra
Kahvaltı boyunca annemle uzun süredir yapmadığımız derin bir sohbete daldık. Son seyahatim yüzünden biraz içi buruktu, bunu hissediyordum. Anneler çocuklarının hep yanı başında olmasını ister ya… O da öyleydi.
Anlattıkça anlattı… Meğer İstanbul’a ilk geldiğinde üç yaşındaymış, on beşine kadar burada yaşamış. Daha önce hiç duymamıştım bunu. Bir an geçmişin içine yürüdüm. Zamanın nasıl aktığını bir kez daha düşündüm. Ben artık altmışına yaklaşırken, annem seksen yaşına doğru ilerliyordu.
“İnsanoğlu öğrenen bir cahildir.” diye yazar Mukaddime’de. İnsan yaşı ilerledikçe ne çok şeyi bilmediğini fark ediyor gerçekten.
Kahvaltının ortasında annem yine klasik davranışını yaptı: “Bir yudum çay iç, boğazından rahat geçsin,” dedi. Yıllardır söyler bunu. Ben son zamanlarda yemek sırasında içecek tüketmeyi bırakmıştım. Uzun çiğnemek hem sağlık açısından hem de alışkanlıklarımı sorgulamak açısından iyi geliyordu. Annem şaşırdı ama sonra o da hak verdi. Her şeyin bir sebebi var, değil mi?
Kurbanlıklarla Sessiz Bir Sohbet
Kahvaltıdan sonra tekrar çiftliğe döndük. Kapılar artık açıktı. Bizi genç bir görevli karşıladı. Hem hayvanların nereden geldiğini, hem de nasıl beslendiklerini anlattı. Meğer hayvanlar Kars’tan başlamış yolculuğa, Sakarya’ya uğramış, en son da Çatalca’daki bu çiftliğe getirilmişlerdi.
Bu yıl tam 1000 kurbanlık vardı. Küçükken alınan hayvanlar, ziraat mühendisleri ve veterinerlerle birlikte yürütülen özel bir beslenme programıyla büyütülüyormuş. Açık alanlarda gezmeleri sağlanıyor, dengeli yemlerle destekleniyorlarmış.
Hayvanların yanına yaklaşınca bambaşka bir his kapladı içimi. Evdeki kedimizden sonra onlara bakışım değişmişti sanki. Kurbanlıkla göz göze geldiğimde, içimden bir ses “anlıyorsun beni” dedi. Aramızda sessiz bir bağ oluşmuştu. “Kendi aslından uzak kalan herkes, yine kavuşma zamanını arar.” diyor Mevlana. Belki de o hayvan, doğasına dönmeyi bekliyordu.
Geçmiş, Bugün ve Bir Poğaça Tarifi
O an düşündüm... Bu hayat ne çabuk geçiyor. Herkesin bir hikâyesi var, bazen sessizce, bazen kalabalıkların içinde akan… Dünya bir oyalanma yeri belki de. Yunus Emre’nin dediği gibi: “Bu dünya bir misafirhanedir.”
Babam artık aramızda değil ama o gün annemin çantasından çıkan poğaçalar, onun ellerinden çıkmıştı. Karaköy poğaçası tarifini geliştiriyormuş, denemeler yapıyormuş. Küçük bir poğaçayla bir insanın varlığını yeniden hatırlamak… Hayat işte böyle anlamlı oluyor bazen.
“Coğrafya kaderdir.” diyor İbn Haldun. Bizim kaderimiz de o sabah Çatalca yollarına yazılmıştı belki. Anneyle yapılan bir yolculuk, içten bir kahvaltı, bir kurbanlıkla kurulan sessiz bir bağ… O gün yaşadıklarımız sadece bir günün anısı değil; geçmişin izleriyle geleceğe düşen bir nottu.
Hayat, böyle küçük ama anlamlı anların toplamı gibi. Yazarken bile yeniden yaşıyor insan...
No comments:
Post a Comment