Sunday, April 10, 2022

Deprem Güvenliği ve Yapı Denetimi

Afetler, doğal ya da insan kaynaklı olarak meydana gelmektedir. İnsan etkisi, doğal afetlerin oluşumunda önemli bir rol oynamakla birlikte, pandemi gibi biyolojik afetler de tehlike oluşturmaktadır. Özellikle depremler, hem doğal yollarla hem de insan aktiviteleriyle tetiklenebilmektedir. Jeopolitik konum, deprem riskini artırabilmektedir. İstanbul gibi büyük şehirlerde kentsel dönüşüm çalışmalarıyla binaların depreme dayanıklı hale getirilmesi gerekmektedir, ancak bu süreç her zaman verimli olmamaktadır. Japonya'nın proaktif yaklaşımı, deprem öncesi önlemlerin alınmasına odaklanmaktadır. Binaların temel ve yapısal özellikleri, depremde hayatta kalma şansını belirleyen en önemli faktördür. Yapı denetimi, binaların güvenliğini garantileyen kritik bir süreçtir ve bu denetimlerin doğru ve eksiksiz yapılması hayati öneme sahiptir. Yurttaşların bilinçlenmesi ve sağlam konut edinme hakkının savunulması, deprem tehlikesine karşı alınacak önlemler arasında yer almalıdır.

RÖPÖRTAJ VİDEO KAYDI
9 NİSAN 2022




İyi akşamlar, TRT 1 Radyosu mikrofonlarına ve insan ve anlama dünyasına hoş geldiniz. Her akşam olduğu gibi bu akşam da insanın hayatında anlam ifade eden ve doğru anlaması gereken bir kavramı ele alacağız. Bu haftanın konusu ise doğal afet ve doğal afet kavramı. Konuyu konuşmak için Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Sismoloji Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Ali Osman Öncel ile birlikteyiz. Hocam, hoş geldiniz.

Hoş bulduk, teşekkür ediyorum. 

Bu davet için çok sağ olun. Bizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz. 1 deprem ülkesiyiz. 1 afet ülkesiyiz ve belki de iklimlerin değişmesinden dolayı bütün dünya aslında 1 afet gezegeni. Sizin uzmanlık alanınız deprem ancak ben afet konusunda ve doğal afet konusunda biraz daha öncelik vermek istiyorum. Biz afeti ve doğal afet kavramını nasıl anlamalıyız?

Afetler, her türlü olayı içine alabilir. Hem doğal hem de insan kaynaklı afetler meydana gelir. Doğal afetler arasında deprem, heyelan, çığ gibi olaylar yer alırken, insan kaynaklı afetler de savaş gibi etkenlerle oluşabilir. Pandemi gibi biyolojik afetler de yaşanabilir.

Afetlerin temelinde genellikle insan etkisi yer alır. Ancak doğal afetlerde doğanın etkisi daha baskındır. Afetler, doğal kaynaklı olduğunda ya da insan kaynaklı olduğunda afet olarak nitelendirilir. Şu anda da pandemi gibi bir biyolojik afetle karşı karşıyayız ve sürekli olarak afetlerle mücadele halindeyiz. İnsanoğlu, savaşlar gibi afetlerle de baş etmeye çalışır ve risk yönetimi çalışmaları yapar.

Doğal afetlerle ilgili olarak, yer değiştirmeler ve çeşitli jeofizik olaylar da kayıtlar aracılığıyla takip edilir. Hem doğal hem de insan kaynaklı afetlerle karşılaşabiliriz, bu nedenle afetlere karşı hazırlıklı olmak ve önlem almak önemlidir.

Sizin bu söylediğinizi anlaşıyoruz. Belki insanlık önümüzdeki yıllarda dijital afet yaşayacak ya da teknolojik afet yaşayacak insan kaynaklı afetlerden bahsettiniz. Tabii insan kaynaklı afetlerden insanlık zorunlu ama biz genelde kendimizi bu konudan sıyrılmak istiyoruz. Sanki biz insanlık olarak. 1 şey yapmıyoruz ama peki insanlığın şu anda doğayı yanlış kullanması ya da bilinçsizce kullanması kendi nefsani arzularını tatmin etmek için kullanması doğal. Afetler üzerinde 1 tetikleyici etki yapıyor mu? 

Elbette, günümüzde bazı insanlar tarafından depremler üretilebiliyor. Örneğin, Amerika'da kaya gazı çıkarımı sırasında yüksek basınçla enerji verilerek kaya kırılıyor. Bu, petrol çıkarma amacıyla yapıldığında deprem oluşumuna neden olabiliyor; bu tür depremlere 'petrol depremleri' diyoruz. İnsanlar çıkarları uğruna doğanın denge ve düzenini bozabiliyor. Patlamalar veya diğer deneyler sonucu afetler meydana geliyor. Türkiye'deki deprem istasyonlarının kurulumu da bu bağlamda değerlendirilebilir. Özellikle NATO üyesi olan Türkiye'nin doğusunda kurulan bazı istasyonların asıl amacı deprem izlemekten ziyade Rusya'nın nükleer denemelerini izlemek olabilir. Doğal kökenli afetlerin yanı sıra, insanların çıkarları da bu tür olaylara sebep olabiliyor.

Hocam, hava olaylarındaki değişiklikler ve iklim değişikliği konusu son yıllarda gündemde. Önce 'küresel ısınma' terimiyle tanıdık, ardından 'küresel soğuma' kavramıyla karşılaştık. Ancak genel anlamda 'iklim değişikliği' terimi daha kapsayıcı oldu. Bu iklim değişiklikleri doğal süreçlerin bir parçası mı? Daha önce gezegenimiz bu tür değişiklikleri deneyimledi mi? Örneğin, İstanbul'da Mart ayında kar yağışının artması, özellikle Kuzey Marmara'nın kuzey bölgeleri için sıradışı. Bu tür değişimler doğanın kendi ritmiyle mi gerçekleşiyor, yoksa insan müdahalesinin bir sonucu mu?
Evet, temelde küresel ısınmanın sebep olduğu bazı doğal afetlerle karşılaşıyoruz. Küresel ısınma ve karbondioksit arasında doğrudan bir ilişki bulunmaktadır. Karbondioksit salınımının artması, küresel ısınmayı tetikliyor. Bu duruma karbon emisyonlarının artışı diyoruz. Karbon salınımını azaltmak amacıyla Amerika ve Avrupa'da çeşitli çalışmalar yürütülüyor. Havadaki karbondioksiti alıp yer altına depolama ve atmosferdeki CO2 yoğunluğunu azaltma gibi yöntemler üzerinde duruluyor. İnsan aktiviteleri, doğrudan ya da dolaylı yoldan iklim değişikliklerini etkiliyor. Özellikle çevreye zararlı gazların salınımı, küresel iklim değişikliklerini tetikliyor. Buzulların erimesi, heyelanlar, toprak kaymaları gibi doğal olaylar artış gösteriyor. Özellikle su hareketleri, jeolojik değişikliklere neden oluyor. Uydu ve uzay teknolojileri sayesinde bu tür değişiklikler izleniyor. İklim değişiklikleri ve buna bağlı olarak ortaya çıkan doğal afetler, giderek daha belirgin bir tehdit olarak karşımıza çıkıyor. Kyoto Protokolü gibi uluslararası anlaşmalarla bu tehdidi azaltmaya yönelik adımlar atılıyor. Amerika da sonunda bu protokolü imzalamak zorunda kaldı. Uluslararası işbirliği ve bilimsel çalışmalar, bu konuda atılacak adımların temelini oluşturuyor. Ancak bu uyarıları dikkate alacak ve gerekli önlemleri alacak yöneticilere ihtiyaç duyuyoruz.

Müdahale yeteneğimizi artırarak, doğal afetlere karşı daha dayanıklı bir toplum oluşturabiliriz. Peki hocam, jeopolitik denge, doğal afetlerin oluşumuna etki eden bir faktör müdür? Çok doğru bir noktaya değindiniz. Ülkemiz, özellikle 1999 depremi gibi büyük felaketler yaşamıştır ve bu tür olaylar, halkın hafızasında derin izler bırakmıştır. En küçük sarsıntıda bile geçmişte yaşanan acılar tekrar canlanıyor. Depremlerin kaçınılmaz olduğunu, hatta bazı teknolojik yöntemlerle, farklı amaçlar doğrultusunda depremlerin oluşturulabileceğini söylediniz. Örneğin, Amerika'da yapay olarak oluşturulan bir depremin, dünyanın başka bir noktasında doğal bir depremi tetiklemesi mümkün olabilir. Ya da okyanusta gerçekleşen bir olay, bir domino etkisi yaratarak başka bir bölgede afete yol açabilir. Eğer bu tür doğal olaylar kaçınılmazsa, bireysel, ulusal ve uluslararası düzeyde nasıl bir yaklaşım benimsemeliyiz? Hangi küresel stratejilere ihtiyaç duyuyoruz veya hangi stratejiler zaten uygulanıyor?
Elbette, depremle mücadelede bazı ülkelerin benimsediği öne çıkan stratejiler var. Amerika'nın benimsediği yaklaşım, depremden sonra ortaya çıkan hasarın ve etkilerin hızla ele alınması üzerine kurulu. Bu stratejide, ekonomik kaynakların büyük bir kısmı, deprem sonrası hasarların giderilmesi için ayrılıyor. Buna "hızlı müdahale" ya da "afet sonrası yönetim" denilebilir.

Diğer yandan, Japonya'nın yaklaşımı tamamen farklı ve proaktif. Japonya, depremlerden önce alınabilecek önlemlere odaklanıyor. Bu stratejide, binaların depreme dayanıklı hale getirilmesi, potansiyel risklerin önceden tespit edilip gerekli önlemlerin alınması gibi afet öncesi hazırlıklara kaynak tahsis ediliyor. Bu yaklaşıma "önleyici ve hazırlıklı yaklaşım" diyebiliriz.

Özetle, depremle mücadelede iki ana strateji var: Biri deprem sonrası hızlı müdahale, diğeri ise deprem öncesi hazırlık ve önleme üzerine kurulu.

Bu bağlamda, 2011 yılında Japonya'da meydana gelen 7.4 büyüklüğündeki deprem, özellikle Fukuşima nükleer santraline verdiği zararla tüm dünyada geniş yankı bulmuştur. Aynı büyüklükteki bir deprem, ne yazık ki 1999'da İzmit'te de yaşandı. Ancak sonuçları oldukça farklıydı. Japonya'da bu büyük deprem birkaç kişinin hayatına mal olurken, Türkiye'de 17.000'den fazla kişi yaşamını yitirdi.


Elbette, afet öncesi yapılan hazırlıklar, afet sonrası maliyetleri ciddi oranda azaltıyor. Özellikle Japonya'nın bu konudaki modeli, bizim için büyük bir öğretici olmuştur. 1999 depremi sonrasında Japonya, İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne destek vererek zemin sağlığı haritalarının oluşturulmasına katkıda bulundu. Bu sayede İstanbul ve civarındaki zeminin hangi bölgelerinin ne kadar sağlam olduğunu biliyoruz. Bu bilgiyle, sağlam zeminlere daha fazla yapı inşa edebilir, sağlamsız bölgelerdeki yapı sayısını sınırlayabiliriz. Japon modeli başarıyla İstanbul'da uygulandı, fakat maalesef tam anlamıyla sonuçlandırılamadı. Özellikle 2010 Van depreminin ardından 2011'de kentsel dönüşüm yasası hayata geçirildi, ama bu dönüşüm, zemin sağlığına tam uyumlu şekilde gerçekleştirilmedi. Bu nedenle, Japonya'nın tecrübelerinden faydalanarak başladığımız bu yolculuk, maalesef tamamlanmamış durumda. Bu sebeple potansiyel bir depremde yüksek kayıplarla karşılaşma riskimiz devam ediyor.

Hocam, umarız gerçekten beklenen deprem ya hiç gelmez ya da hazır olduğumuz bir zamanda meydana gelir. İstanbul'da gördüğümüz kentsel dönüşüm çalışmaları elbette önemli adımlardır; ancak bunların hepsinin deprem standartlarına uygun olarak gerçekleştirilip gerçekleştirilmediği büyük bir soru işareti. Eski binaların ve gecekonduların yerine yapılan yeni binaların sadece estetik değil, aynı zamanda yapısal olarak da dayanıklı olması gerekiyor.

Dediğiniz gibi, depremden önce harcanan her 1 lira, depremden sonra karşılaşabileceğimiz 8 liralık maliyeti azaltabilir. Bu ekonomik denklemin farkında olarak, hem devletin hem de yerel yönetimlerin önlem almasında büyük fayda var. Ayrıca, yurt dışından gelecek teknik ve mali yardımların da bu süreçte etkili bir şekilde kullanılması gerekiyor.

Ekonomik bir planlama ve stratejik bir yaklaşım, bu konuda atılacak adımların hem daha etkili hem de daha hızlı olmasını sağlayacaktır. Umarız ki yetkililer bu konuda gerekli adımları bir an önce atar.

Evet, öngörülerimiz elimizde bulunuyor. Önceden bahsettiğimiz gibi, Japonya destekli jeopolitik risk haritası sayesinde deprem durumunda farklı bir yaklaşım benimsiyoruz. Bu risk haritası temelinde zeminleri 5 kategoriye ayırdık ve bu kategorilere göre binaların dayanıklılığını belirledik: ABCDE olarak adlandırdık. A, en sağlam zemini ve yapısı olanları temsil ederken, E en riskli ve sağlıksız zemine sahip binaları belirtiyor.

Benim konutum örneğinde, Konya modeli ne yapıyor? Biz jeolojik zemin haritalaması sonucunda en riskli zemine sahip bölgelerdeki en riskli binaları dönüştürmeye yöneliyoruz. Yani aslında ne yaptık? Risk haritası ile belirlenen zemine uygun olarak yapıları güçlendirip dönüştürüyoruz.

Japonya'nın desteğiyle gerçekleştirdiğimiz çalışmalarla potansiyel riskleri tanımlıyoruz. Örneğin, birlikte yürüttüğümüz İstanbul'daki kentsel gelişim planlaması çalışmasında bu riskleri belirlemeye çalıştık. Fakat İstanbul'da en büyük riskleri ne kadar biliyoruz? Bu sorunun yanıtını aradık. Japon modeline göre, en kötü zeminlerdeki en riskli binaları dönüştüreceğiz. İyi zeminden kötüye doğru sıralama yaparak, risk faktörüne göre yapıları dönüştürme planı oluşturduk.

Avcılar'da yaşadığım bir deneyimi paylaşmak istiyorum. Bir deprem sırasında oturduğum bina ayakta kalırken yanındaki bina yıkıldı ve maalesef 33 kişi hayatını kaybetti. İstanbul'un Avrupa Yakası'nın büyük bir kısmı bu depremden etkilenmedi, fakat bu durumu "İstanbul Avrupa yakasında ölüm yok" şeklinde genellememek gerekiyor.

Kadıköy, kentsel dönüşüm konusunda öncü olabilirken, burada zemin sağlamdır. İzmit depreminde de gördüğümüz üzere, sağlam zemin üzerinde inşa edilen binalarda ölüm riski daha düşük. Ancak yenileme ve dönüşüm arasında önemli bir fark var. Sağlam zemin üzerindeki binalar dönüştürülmeden önce, riskli zeminlerdeki binaların dönüştürülmesi gerekiyor.

Sonuç olarak, kentsel dönüşüm çalışmalarında jeofizik ve jeoteknik parametrelere göre öncelik sıralaması yapılmalı. Bu, ölüm riskinin yüksek olduğu bölgelerde yaşayan insanlar için hayati öneme sahiptir. Bu sıralamanın yapılması, riskli bölgelerde yaşayanlar arasında adaletsizliği engelleyecektir. Bu yaklaşım, ülkemizde henüz tam anlamıyla benimsenmemiş olup, İstanbul'un Avrupa ve Asya yakalarında dönüşüm oranları arasındaki farkı gözler önüne seriyor. Japon modelini referans alarak bu konuda daha etkili adımlar atabiliriz. 

Hocam, ABCDEF tipi zemin sınıflandırmalarından bahsettik. Ancak denizin dolgu olduğunu, doğanın geri aldığından bahsetmekle birlikte Dubai gibi yerlerde denizin doldurularak adaların oluşturulduğunu ve bu adaların emlak değeri kazandığını da görmekteyiz. Benzer şekilde, Japonya gibi adalarla kaplı ülkelerde denizi doldurarak havaalanları kuruluyor. En son inşa edilen Çanakkale köprüsünün ayakları da denizin içerisinde. Buradan anlıyoruz ki deniz dolgusu, zeminin kalitesini tek başına belirlemiyor.

Sıkça duyduğumuz "deprem öldürmez, bina öldürür" söylemi burada önemli. Birçok kişi, evi veya apartmanı müteahhitin kendi için inşa ettiğini, bu yüzden güvenli olduğunu düşünüyor. Ancak aslında her yapının, sanki inşa edenin kendi oturacağı gibi kaliteli olması gerekir. Ev alırken, bankalardan alınan kredilerde, inşaatın temel ve yapısının kalitesinin, kullanılan malzemelerin kontrolü gibi faktörlerin de göz önünde bulundurulması gerekmez mi? Örneğin, bir sağlık sigortasında kişinin sağlık riski nasıl değerlendiriliyorsa, konut kredisi alırken de bina kalitesi ve risk faktörleri değerlendirilmeli. Bu tür bir politika ve işbirliği, sizin uzmanlık alanınız ve inşaat mühendisliği arasında uygulanıyor mu? Bu konuda bir yaklaşımımız var mı?

Evet, 2012 yılında Türkiye'de deli fay haritasını güncelledik. 2019'dan itibaren ise Türkiye deprem tehlike haritasını güncelledik. Zemin çalışmaları, ABCDE olarak bilinen Euro kodları yani Avrupa deprem mühendisliği standartlarına göre, CEN (Avrupa Standartları Komitesi) tarafından 1 Ocak 2019'dan itibaren zorunlu hale getirildi. Ben 2012 ile 2014 yılları arasında Oda Başkanlığı ve İstanbul Şube Başkanlığı görevlerini yürüttüm. Ancak bu robot standartlarını nasıl benimseyebiliriz? Türkiye standartları haline getirebilir miyiz? İnşaat mühendisliği standartlarını kullanarak zemin çalışmalarını yapmak, deprem yaklaşıyorken mücadele etmek anlamına geliyor. Ancak 2019 yılından sonra, özellikle Japonlar 1999 depreminin ardından, Konya'daki izleme ve inceleme modelini benimseyerek İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin destek verdiği bu çalışmaları yürüttü. Japonya, kendi şehirlerini, benzer şekilde büyük bir deprem riski altında olduğu gerçeğiyle yeniden inşa etti ve bu bilgileri transfer etti. Ancak İstanbul'da bu tür çalışmalar 500 metre aralıklarla gerçekleştirildi.

Tabii her binanın inşa edilmeden önce sağlam bir zemin etüdü yapılmalı. Ev sahipleri ev alırken veya kredi başvurusunda bulunurken, temel sağlamlığı, inşaat kalitesi, kullanılan malzemeler gibi faktörler göz önünde bulundurulmalı. Ancak bu ne yazık ki hala yaygın bir uygulama değil. İnşaat mühendisleri de genelde 1999 depreminde enerji için zemine bakmadıklarını, zeminin ihmal edildiğini ifade ediyorlar. Zaten 1999 öncesinde yapılan binaların çoğu, jeofizik çalışmalar yapılmadan kopyala-yapıştır usulüyle inşa edildi. Önerilere rağmen, bu binaların çoğu dönüşüm için uygun değil.

Temel kaya derinliği değişimi ise önemli. Bu değişim binaların yapısal sağlığını etkiliyor. Bu nedenle temel kaya derinliği hakkındaki bilgilerin tüm şehirde paylaşılması gerekiyor. Ancak bu tür araştırmaların yapılmadan, kopyala-yapıştır gibi uygulamalarla binaların inşa edilmesi, deprem riskini ve afet riskini artırıyor.

Konya'da yapılan deprem tehlike haritası, özellikle Japonya'da yüzde sekseni dağlık bir ülke olmasına rağmen, Türkiye'nin yarısı kadar araziye sahip olmasına rağmen Japonya'da olduğu gibi önemli. Japonya'da yüzde sekseni dağlık bir ülke olmasına rağmen, Türkiye'nin yarısı kadar araziye sahip olmasına rağmen Japonya'da olduğu gibi 260 kadar fay hattı tespit edilmiş. Önemli olan fayın nereden geçtiğini tespit etmek. Fay hattının geçtiği yerlerde yaşayanlar için de alternatifler düşünülmeli.

Temel kaya derinliği, yapı inşasının temel taşıdır. Her yerde bir temel kaya vardır. Ancak bu derinlikler değişebilir ve önemlidir. Temel kaya ile bina arasındaki bağlantıyı belirlemek ve binayı temel kayaya bağlamak gereklidir. Bu, binaların deprem etkilerine daha dayanıklı hale getirilmesini sağlar.

Sonuç olarak, tüm bu çalışmaların depremle barışık yaşamı mümkün kılacağını düşünüyorum. Doğru planlama ve inşaat standartlarına uygun yapılan binalar, deprem riskini minimize eder ve insanların güvende kalmasını sağlar.

Hocam, belki toplum olarak bazı önceliklerimizi gözden geçirmemiz gerekiyor. Alışveriş yaparken genellikle dış görünüşe veya estetiğe büyük önem veriyoruz. Bu, bir ev satın alırken de geçerli. Ev alırken genellikle mutfakta kullanılan malzeme ya da banyodaki fayanslar gibi detaylara odaklanıyoruz. Ancak, aslında bu binalarda yaşayacak ve olası bir depremde bu yapılarda olacağımızı düşünerek, temel, kolon, kiriş gibi taşıyıcı sistemlere daha çok önem vermemiz gerekmez mi? Estetik önemli, ama önceliğimiz sağlamlık olmalı. Yani, evi satacak olan mutfak değil, sağlam bir temel ve yapı olmalı, değil mi?

Haklısınız. 2010 yılından itibaren yapı denetiminin zorunlu olması büyük bir adımdı. Ancak 2020'den sonra bu denetim süreci daha da sıkılaştırıldı ve yapı denetim uzmanlarının atanma yöntemi değiştirildi. Eskiden bina sahipleri veya yapımcılar, kendi seçtikleri yapı denetim firmalarıyla çalışabiliyorlardı. Bu da tam anlamıyla bağımsız ve objektif bir denetim sürecinin gerçekleşmesini engelliyordu. 2020'de yaşanan deprem sonrası, bazı denetimden geçmiş binaların yıkılması bu durumun sakıncalarını gözler önüne serdi. Buna karşılık, yeni düzenlemelerle yapı denetim firmalarının artık doğrudan bakanlık tarafından atanması kararlaştırıldı.

Özellikle yüksek katlı binaların yoğun olduğu bölgelerde, yapı denetim belgelerinin önemini sıkça vurguluyorum. Beylikdüzü gibi bölgelerde yapılan incelemelerde, yapı denetim belgelerinin zemin bilgisini içermesi gerekiyor. Ancak maalesef bu bilgiye erişim konusunda bazen sorunlar yaşanabiliyor. ABCDE şeklinde sınıflandırılan zemin bilgileri, bina sağlamlığı için kritik bir öneme sahip. Ancak ne yazık ki birçok yapımcı, bu bilgiyi paylaşmaktan kaçınıyor. Bizim amacımız kusurlu bir bina satın almak değil, bilinçli bir şekilde sağlam bir konut edinmektir. Bu nedenle yapı denetim belgelerinin eksiksiz ve doğru bir şekilde sunulması büyük önem taşıyor.

SONUÇLAR:


Risk Faktörü Değerlendirmesi: Jeolojik ve jeoteknik analizlerle binaların inşa edildiği zeminlerin ve bölgelerin deprem riski belirlenebilir. Fay hatlarına yakınlık, zemin tipi gibi faktörler dikkate alınarak, binaların dayanıklılığı ve yapılacak önlemler belirlenmelidir.

Öncelikli Alanlar: Deprem riskine göre öncelikli bölgeler belirlenmeli ve bu alanlarda dönüşüm ve güçlendirme çalışmaları öncelikli olarak yapılmalıdır. Japonya'da olduğu gibi risk haritalarıyla kritik bölgeler belirlenip stratejik adımlar atılmalıdır.

Jeopolitik Etki: Ulusal ve uluslararası düzeyde jeopolitik faktörlerin de doğal afetlerin oluşumu üzerinde etkisi olduğu unutulmamalıdır. Afetlerin yarattığı risklerle ilgili politikalar oluşturulurken, jeopolitik faktörler de göz önünde bulundurulmalıdır.

ÖNERİLER:


Afet Öncesi Hazırlık: Deprem öncesi hazırlıklar ve önlemler, depremin etkilerini en aza indirmek için büyük önem taşır. Japonya'da olduğu gibi, binaların deprem dayanıklılığı ve zemin analizleri gibi önlemler, afet öncesi öncelikli olarak ele alınmalıdır.

Eğitim ve Farkındalık: Toplumun afetlere karşı bilinçlenmesi ve eğitilmesi, riskleri en aza indirebilir. Deprem güvenliği konusundaki eğitimlerin yaygınlaştırılması, halkın afetlerle nasıl başa çıkması gerektiğine dair farkındalığı artırabilir.

İnşaat Standartları ve Denetimi: Yapı inşasında kullanılan malzemelerin kalitesi ve yapı denetimlerinin sıkı bir şekilde yapılması, binaların dayanıklılığı için kritik öneme sahiptir. Estetik kaygıların ötesinde, yapıların güvenliği ve dayanıklılığı göz önünde bulundurulmalıdır.

Jeopolitik Risklerin Analizi: Afet riskleri değerlendirilirken jeopolitik faktörler de göz önünde bulundurulmalıdır. Ulusal ve uluslararası politika, ticaret ve ilişkilerin afetler üzerindeki etkisi analiz edilmeli ve risk azaltma stratejileri buna göre şekillendirilmelidir.

Uluslararası İşbirliği: Afetler, sınırları aşan bir tehdittir. Uluslararası işbirliği ve bilgi paylaşımı, afetlere karşı daha etkili mücadelede önemlidir. Tecrübe ve bilgi transferi, diğer ülkelerin deneyimlerinden öğrenmek için bir fırsattır.

Sonuç olarak, afetlere karşı etkili bir şekilde hazırlıklı olmak ve bu riskleri minimize etmek için bilimsel ve stratejik bir yaklaşım benimsemek önemlidir. Umarım bu öneriler ve sonuçlar, gelecekte daha güvenli ve dirençli toplumlar inşa etmemiz için rehberlik eder.

SORULAR


Bu metni temel alarak seçmeli test soruları hazırlayalım:

1. Aşağıdakilerden hangisi doğal bir afet değildir?

A) Deprem
B) Heyelan
C) Savaş
D) Çığ

2. Hangi afet biyolojik bir afettir?

A) Tsunami
B) Tornado
C) Pandemi
D) Orman Yangını

3. Amerika'da kaya gazı çıkarımı sırasında meydana gelen yapay depremlere ne ad verilir?

A) Heyelan Depremi
B) Tektonik Deprem
C) Petrol Depremi
D) Jeotermal Deprem

4. Küresel ısınmayı tetikleyen gaz nedir?

A) Metan
B) Ozon
C) Oksijen
D) Karbondioksit

5. Aşağıdakilerden hangisi Japonya'nın depremle mücadele stratejisine özgü bir yaklaşımdır?

A) Deprem sonrası hızlı müdahale
B) Depreme dayanıklı bina yapımı
C) Yüksek basınçla enerji vererek kaya kırma
D) Afet sonrası ekonomik kaynak tahsisi

6. 1999 yılında hangi Türk şehrinde büyük bir deprem meydana gelmiştir?

A) Ankara
B) İstanbul
C) İzmit
D) Van

7. Fukuşima olayının sebebi nedir?

A) Tsunami sonrası nükleer sızıntı
B) Yanlış inşa edilmiş bir barajın çökmesi
C) Terörist saldırı
D) Tektonik plaka hareketiyle doğal gaz sızıntısı

8. İstanbul'da zeminin hangi bölgelerinin ne kadar sağlam olduğunu gösteren haritaların oluşturulmasında kimler destek olmuştur?

A) Amerika
B) Avrupa Birliği
C) Japonya
D) Rusya

9. 2011 yılında hangi Türk şehrinde deprem meydana gelmiştir?

A) Antalya
B) Adana
C) Trabzon
D) Van

10. Kentsel dönüşüm yasası hangi yılda hayata geçirilmiştir?

A) 2009
B) 2010
C) 2011
D) 2012

11. Aşağıdakilerden hangisi, doğru bir yapı denetiminin gerçekleştirilmesi için atılması gereken adımlardan biri değildir?

A) Yapı denetim belgelerinin zemin bilgisini içermesi

B) Bina sahiplerinin veya yapımcıların kendi seçtikleri yapı denetim firmalarıyla çalışmaları

C) Yapı denetim firmalarının doğrudan bakanlık tarafından atanması

D) ABCDE şeklinde sınıflandırılan zemin bilgilerinin bina sağlamlığı için kontrol edilmesi

12. Yapıların depremde dayanıklı olabilmesi için hangi faktöre özellikle dikkat edilmelidir?

A) Mutfakta kullanılan malzeme

B) Banyodaki fayanslar

C) Bina estetiği

D) Temel, kolon, kiriş gibi taşıyıcı sistemler

13. Japonya'nın depremle ilgili çalışmalarında hangi yaklaşımı benimsediği belirtilmektedir?

A) Deprem sonrası hızlı müdahale

B) Depremlerden önce alınabilecek önlemlere odaklanma

C) Yalnızca teknolojik yöntemlerle depremleri önceden tahmin etme

D) Yalnızca deprem sonrası hasarların giderilmesi

14. "Deprem öldürmez, bina öldürür" söylemi, hangi durumu ifade eder?

A) Depremlerin tehlikeli olmadığı

B) Binaların estetik olarak güzel olması gerektiği

C) Yapıların kalitesiz ve sağlam olmaması durumunda depremde ciddi zararların oluşabileceği

D) Depremlerin sadece deniz kenarında meydana geldiği

15. Aşağıdakilerden hangisi, 2020 yılındaki yapı denetim süreci değişikliklerinden biri değildir?

A) Yapı denetim uzmanlarının atanma yönteminin değiştirilmesi

B) Bina sahipleri veya yapımcıların kendi seçtikleri yapı denetim firmalarıyla çalışabilmesi

C) Yapı denetim firmalarının artık doğrudan bakanlık tarafından atanması

D) Yüksek katlı binaların yoğun olduğu bölgelerde, yapı denetim belgelerinin zemin bilgisini içermesi

No comments:

Post a Comment